BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Değerli ve Şahane Yalnızlık’ın son fotoğrafı

Belki hatırlarsınız, bundan bir önceki fotoğrafı 19 Mayıs’ta çekmiş ve “Türk Dış Politikasını Nasıl Bilirdiniz?” adıyla yollamıştım. Suriye felaketinden tut, korumaların Washington rezilliğinden geçerek, Türkiye iki adaydan biri olduğu için Avrupa Futbol Şampiyonası düzenleyebilme kriterlerine UEFA’nın artık insan hakları’nı ilave ettiğine kadar anlatmıştım. 

O tarihten devam edelim ve bir aydan kısa zamanda daha kimlerle nasıl papaz olduğumuzu özetleyelim ki, dış politika’daki gidiş yargı’daki gidişle nasıl yarışıyor görülsün. 

Katar meselesi

Burnumuzu pisliğe daldırmaya mecburmuşuz gibi, S. Arabistan ile Katar adlı devlet fotokopilerinin feodal liderlik kavgasından doğan sidik yarışında Katar’ın tarafını tuttuk. Hem de Erdoğan’ın en katı ifadeleriyle: “Biz Katar’a her türlü desteği vermeye devam edeceğiz. Katarlı kardeşlerimizi yalnız bırakmayacağız”.

Hatta başbakanlıktan atıldıktan sonra konuşmayı unutmuş Davutoğlu’nun, daha dün (1971) “bağımsız” olmuş ve nüfusunun yüzde 80’i yabancı köle-işçi olan bu şehir-devlet için şunu demesine kadar: “Türkiye’nin her zaman yanında yer aldı, her zaman Türkiye ile birlikte davrandı. Türkiye ile birlikte ağladı. Türkiye ile birlikte güldü. Yüreği Türkiye ile çarpan Katar hiçbir zaman yalnız bırakılmayacaktır

Böylece OHAL denilen (her iki anlamda da) “düzen”i bir yıldır sürdürmeyi “terörü yenmek” gerekçesine bağlayan iktidarımız, Katar’ın teröre “üst düzeyde destek” verdiğini söyleyen ABD’nin yanı sıra, yaklaşık bütün Arap coğrafyasını karşımıza almayı başardı.  

Bekleyin, bu iki fotokopi de aynı türün soyu olduğu için yarın uzlaşacaklar, biz iyot gibi açıkta kalacağız.

***

Bu kadar aymazlığın “sağlam” sebepleri olmalı. Katar paralarının bazı ceplere dolmasından bile önemli:

1) Dolar almış başını giderken beklenmedik biçimde düşmeye koyuldu çünkü acayip bir sağanak başladı. Giren her 2 dolardan 1’i meçhul bir kaynaktan geliyordu. Merkez Bankasının jargonunda "net hata noksan kalemi" diye geçen bu kaynağı belirsiz girişler, 2015’in ilk dokuz ayında 13,5 milyar dolara ulaştı. Faik Öztrak soru önergesi verdi. Eski Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez TCMB’yi sıkıştırdı. Cevap yok.

Sakın, bu kritik paracıklar Katar’dan gelmiş olmasın?

2) 15 Temmuz darbe parodisi üzerine Katar’ın Erdoğan’ı suikasttan korumak için 150 kişilik özel birlik yolladığı ve bunların 19 Temmuz'da sessiz sedasız Ankara'dan ayrıldığı konusu. İnşallah doğru değildir çünkü Erdoğan’ın bekası 150 Katarlıya kaldıysa…

3) Bunun, buraya çok iyi oturan ve içinde “kuyruk” kelimesi geçen bir deyimi vardır ama siz bulun: ABD Türkiye’de üs sahibi, Türkiye de Katar’da. TBMM’den alelacele çıkarılan yasayla. N.Y. Times’a göre 3.000 kişilik. Böylece Türk’ün, pardon Erdoğan’ın büyüklüğü dünyaya yayılmış oluyor.

4) Bir “sağlam” sebep de, içeride AKP’liler bile FETÖ işinin şeyinin çıkarıldığından şikayet ederken dikkatleri dışarıya çekmenin dayanılmaz hafifliği olabilir mi? (Prof. A. T. Kışlalı’nın kızının pasaportuna FETÖ’den el kondu. Lan FETÖ, uff, neymişsin be!)

Bunlar nedeniyle mi Yusuf Kaplan “Katar Türkiye’nin nefes borusu” diye yazıyor, haritada Katar’ın yerini bulamayacak ihvan takımı Beyoğlu’nda birikip “Mehmetçik Katar’a!” diye inliyor, sosyal medyada insancıklar “Katar düşerse Türkiye düşer”e kadar düşebiliyor?

Ve şimdi, bütün bunlar Türkiye kimlerle nasıl papaz olurken cereyan ediyor, görelim:

Bağdat artık We Love You

Önemsiz Gürcistan hariç, tek kavgasız komşumuz Barzani. Bağımsızlık referandumu ilan ediyor, ABD Dışişleri “Irak Kürt halkının meşru arzusunu anlıyor ve destekliyoruz. Bu, Irak’ın iç meselesidir” diyor.

AKP ise yandaş medyadan ilan ediyor: “Iraklı Kürtler uyarılarımızı dinlemezse Habur bir süreliğine kapatılacak, Kerkük petrolünün satışı sınırlanacak”. Haberin esas ilginç tarafı ise bundan sonrası: Ankara artık Bağdat’ı “tek ve yegane muhatap” kabul edecek.

Allahüekber! Daha birkaç ay önce “Musul’dan elinizi çekin. Kovulmadan önce şerefinizle topraklarımızdan çıkın!” demiş ve üstüne de “Sana ülkeni demokrasi ve özgürlük standartlarına getirmeni nasihat ediyorum” diye bi de demokrasi diskuru geçmiş olan Bağdat’ın Şiileri artık bizim canımız, feda olsun kanımız.

Olsun da, bu döngeriyi yapabilen AKP daha ne döngeriler yapacaktır, onu düşünün.

Batı’yla papaz oluşumuzun raddesi

1718’den bu yana Türk dış politikasının en önemli ilkesini Batıcılık diye bilirdik. Bikaç yıl öncesine kadar yani. Son bir aylık durumun özetinin özeti:

Birleşmiş Milletlerden (BM) başlayalım. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Güneydoğu’ya gitmelerine izin olmadığını bildirdi. BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü gazetecilerin, akademisyenlerin, yazarların ve hakimlerin serbest bırakılması çağrısı yaparak, Türkiye’nin 1982 Anayasasının bile gerisine düştüğünü söyledi. BM insan hakları özel raportörleri Güneydoğu’da etnik, demografik ve kültürel yapıyla oynandığını yazdı

Avrupa Konseyinden (AK) devam. Davetimiz üzerine gelen AKPM gözlemci heyeti “YSK kararı yasaya aykırı” dedi. AK İnsan Hakları Komiseri HSK atamalarının yasa dışı olduğunu bildirdi. Yasa derken, tabii ki Türkiye yasaları.                                                               

NATO’da, Avusturya’nın ortak proje yapmasına engel olduk. Almanya İncirlik’ten çekildi, önümüzdeki yıl İstanbul’da yapılması düşünülen NATO zirvesine engel oldu.

Alman ve Fransız vatandaşı gazeteciler tutuklu. Bizzat Erdoğan’ın tabiriyle “ajan teröristlik”ten. Fakat sakın “rehin”den olmasın? Çünkü AKP Genel Başkanı Erdoğan grupta ilan etti: “Yarın öbür gün sizlerin de bizlerin eline düşenleriniz olduğunda, istediğinizde bunları alamayacaksınız”.

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi başkanı Taner Kılıç’ın FETÖ’den (!) tutuklanmasına ABD, AB ve Almanya sert tepki gösterdi.  

Bari şunlar olmasaydı…

Geçenlerde Mehdi el Harati diye biri Erdoğan’ı alnından öptü. Suudisinden Mısır’ına kadar dört Arap ülkesinin yayınladığı 59 kişilik terörist listesinde bu arkadaşın da adı var. Neyi hatırladınız? Ben Erdoğan ve ailesi efradını yakın korumakla görevli polislerin (üstelik bikaç posta halinde) FETÖ’den ihracını hatırladım.

Ardında 71 şehit bırakarak ve “başarıyla” diyerek pat diye bitirdiğimiz Fırat Kalkanı bölgesinde yoğun eğitime tabi tuttuğumuz Özgür Suriye Ordusu unsurları İdlib’de birbirine girdi. Ayrıca, Alparslan Özel Kuvvetleri Komutanı Ebu Ali Reslan da dahil olmak üzere firar edip Demokratik Suriye Güçleri’ne katıldı.

Bunlara rağmen Yeni Şafak ilan etti: “Sözde bağımsız Kürdistan projesine kesin darbe ise sınırötesi operasyonla vurulacak: Dicle Kalkanı”. Sırada Zap Suyu Kalkanı da olabilir…

Bu arada büyük bir dış politika başarısı yakaladık. AİHM, daha işlemeye bile başlamamış ve 200.000 dosyaya bakacak olan 7 kişilik OHAL İnceleme Komisyonuna başvurmayı iç hukuk yollarının tüketilmesi için şart koştu.

Gerçi bu durum AKP iktidarının direkt başarısı sayılmaz ama niye hak yemeli, endirekt başarısı sayılmalı. Çünkü Temmuz 2016’dan beri yaklaşık 150.000’i aşkın insanı işlerinden atıp açlığa ve manevi ölüme mahkum etmeseydi, başvurularla boğulmaktan ürken AİHM’yi böylesine korkutamazdı…