Devletin karanlık dehlizlerinde

BÜRKEM CEVHER

Bu senenin başlarında, Wolfgang Schorlau’nun Almanya’da oldukça ses getiren ‘Münih Komplosu’ isimli romanını tanıtmıştık. Yazar bu romanını büyük terör saldırılarının kişisel eylemler olamayacağı, arkasında daha büyük güçlerin hatta devletlerin olduğu argümanı üzerine kurgulamıştı. Türkçe’ye yine Hulki Demirel tarafından kazandırılan ve İletişim Yayınları tarafından bu yaz başında yayınlanan ‘Koruyan El’de de benzer bir argümanla bu sefer Türkiyeli okurların oldukça aşina oldukları bir vakaya el atıyor yazar. 

Almanya’da 2000-2006 arasında biri Yunanistan sekizi Türkiye kökenli dokuz göçmen öldürülür. Bu cinayetlerin ilk başlarda göçmenlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklandığı ve bir tür mafya ilişkisi içinde birbirlerini öldürdükleri öne sürülür, hatta basında ‘dönerci cinayetleri’ olarak adlandırılır bu cinayetler. Bu cinayetlerin failleri 2007’de Michéle Kiesewetter isimli bir polis memurunu öldürürler ancak başarısız bir banka soygunu sonrasında kuşatıldıkları karavanda intihar ederler. 

Almanya Devleti’nin resmi açıklamasına göre Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt isimli bu iki kişi Beate Zschäpe isimli bir kadınla birlikte NSU (Nasyonel Sosyalist Yeraltı) isimli Neonazi bir terör örgütünün mensupları olup bu on cinayetin yanı sıra iki bombalı saldırı ve on beş silahlı soygununda da failleridir. Karavanda bulunan silahların tümünün bu saldırılarda kullanıldığı anlaşılır. 

Ancak romanın ana konusu bu dokuz iş adamı ile polis memurunun cinayetlerini aydınlatmaktan çok bu cinayetlerin faillerinin devletin kurumları ile olan ilişkilerine ışık tutmak ve bu iki katilin ölümlerinin resmi makamların açıkladıkları şekilde olamayacaklarını göstermektir. 

Dengler’in araştırması

Dedektif Georg Dengler gizemli bir telefon alır. Telefonun ucundaki kişi bu iki Neonazinin ölümünü araştırmasını ister Dengler’den . Dengler de Almanya kamuoyu gibi bu iki teröristin karavanda sıkıştıktan sonra polislere ateş ettiklerini, silahları tutukluk yaptıktan sonra da kaçamayacaklarını anlayıp karavanı ateşe verip intihar ettiklerini düşünmektedir. Yapılan resmi açıklama da bu yöndedir. Ancak eldeki kanıtları ve belgeleri inceledikçe bunların resmi açıklamayı desteklemediklerini fark eder Dengler. Böylece araştırmalarını derinleştirmeye karar verir. 

Bu on cinayet Almanya’da da yakından izlenmiş ve özellikle de Kiesewetter cinayetinin arkasında başka devletlerin olabileceği şüphesi uyanmıştır. Aşırı sağcıların işledikleri suçlar yavaş yavaş yavaş Almanya’da Anayasayı Koruma Teşkilatının başını ağrıtmaya başlar. On dört yıl boyunca tam bir suç makinesi olarak çalışan ve yakalanmamayı başaran NSU’nun iki elemanın bir anda umutsuzluğa kapılıp ani intiharları ile tüm suçların bir anda çözüme ulaşması polis açısından elverişli bir çözüm olmuş, Anayasayı Koruma Teşkilatı da kendilerine dönen bakışlardan kurtulmuştur. Ancak kanıtlar bu intiharların şüphe ile karşılanmasına neden olmaktadır. 

Schorlau da kurgu bir karakter olan Dengler üzerinden bu intiharları açıklayacak daha güçlü bir argümanla karşımıza çıkar. Kitaba yazdığı son sözde “Bugün bildiklerimin ışığında bu hikayenin, resmi açıklamaların tümünden çok daha gerçeğe yakın olduğu kanaatindeyim” der. 

‘Münih Komplosu’nda olduğu gibi bu romanda da Almanya’da devletin kurumları, kendileri için tehlikeli gördükleri kesimleri kontrol altında tutabilmek için aşırı sağcıları kullanmaktadırlar. Her iki romanda da, devletin aşırı sağcıları muhbir olarak devşirdiğini, bir süre sonra devletin muhbirlerinin bu örgütler içinde çoğunluğu elde ettiklerini, devlet kurumları adına devletin kirli işlerini gördüklerini yazmaktadır Schorlau. Devletin gizli ve karanlık dehlizlerinde devletin bekası için işlenen suç, suç sayılmamakta, ancak bedel ödemek gerektiğinde bu suçlular ya ortadan kaldırılarak ya da tehdit ile sesleri kısılmaktadır. Zschäpe’nin mahkemede ifade vermemesinin nedeninin de tehdit edilmesi olabileceğini düşünür Dengler. 

Her ne kadar büyük oranda gerçek belgelere dayansa da neticede ‘Koruyan El’in kurgu metin olduğunu göz ardı etmemek gerek. Zaten Son Söz’de yazar da örgüdeki gedikleri kurguyla kapatmak zorunda kaldığını belirtir. Ancak tüm kitabın en vurucu cümlelerini Almanya gibi güçlü bir ülkenin bile başka bir devletin arka bahçesi olabileceğini ima eden sözlerde buluyoruz: “Benim için asıl mesele hadiselerin arka planında yatanları anlamaktı, bu da beni Amerika’nın Almanya politikasının çok katmanlı tarihine dalmaya zorladı. Bu araştırmanın sonuçlarından biri, ne kadar egemenlikten uzak ve ne kadar başka bir devlete bağımlı bir ülkede yaşadığım gerçeğini, beni de son derece şaşırtacak bir şekilde idrak etmem oldu” diyor Schorlau. Bazen gerçeklerin komplo teorilerinden bile çetrefilli ve inanılması zor olduğunu anlıyoruz ‘Koruyan El’i okuyunca. Sadece politik polisiye okurlarını memnun etmekle kalmıyor ‘Koruyan El’ yakın tarihe de farklı bir bakış açısı getiriyor. 

Koruyan ElWolfgang Schorlau
Çeviri: Hulki Demirel
İletişim Yayınları
392 sayfa.