Eksik yaşamlar

NURGÜL ÇELEBİ ÖZMEN 

Varoluş. Sırrı çözülememiş bir kara kutu misali, hokkanın divitle buluştuğu yerde, sınırları belirsiz bir yazar masasının ucunda buluyor bizi. Evet, biz onu değil; o bizi buluyor. Herkesin bir var olma sebebi var. Ancak hiçbir zaman tam anlamıyla çözülemeyen ve çözülemeyecek olan bir sebep bu. Zira her bir varoluş biraz eksik bırakıyor kendini. Hiçbiri bitmiyor aslında! Sadece tamamlanamıyor. Her yaşam, biraz eksik bırakıyor öyküsünü. Tıpkı Nihan Kaya’nın divitinden dökülenler gibi…

Nihan Kaya, ‘Kırgınlık’ romanının odağına ‘kadın’ı koyuyor. Onun kadınları zaman ve mekândan bağımsız alışılmadık bir yol izliyor roman sanatında. Kimi zaman kayıp çocuğunu arayan bir annenin çığlıkları yankı buluyor sayfa aralarında, kimi zaman da ölümü efsaneleşen kadınların tamamlanmamış hikâyeleri dokunuyor rüyalara. Kaya, bir dağın doruğuna çıkıp arka yüzünü gösteriyor okuruna. Ancak merak öğesinin kendini gösterdiği o anda keskin bir bıçak misali kesiyor dağın arkasında görüneni. Aslında, tam da, yaşamın davrandığı gibi… Ne vakit, nerede bizi bulacağını bilmediğimiz ölümün, eksik bıraktığı hikâyeler gibi Kaya da bizi eksik yaşanılan hislerin eşiğine sürüklüyor. Okuma serüveninin en güzel yerinde, dağın doruğunda okuru hayal gücüyle baş başa bırakıyor. Böylece okur, yazarın hayal etme ve kurgulama serüvenine ortak oluyor. Kendi hayal dünyasının arka bahçelerini yazarın edebi üslubuyla süslüyor. Nihan Kaya akıcı bir dille okuru memnun kılarken yazdığı türe -her ne kadar tür konusunda bir zihin karmaşasına yol açsa da- yeni bir soluk kazandırmış durumda.

Kayıp çocuklar ve anneleri…

Nihan Kaya, kadınları, bilhassa anneleri yaşatıyor kaleminin ucunda. Her bölümde karşımıza öyküsü yarım kalmış kadınlar çıkıyor. Kimi zaman başrolde kimi zamansa başrollerin dilinde… Ama hep tanıdık rollerde. Yanı başımızdaki bir kadının suretinde! Hoyratça sömürülmüş, çocuğunu yitirmiş, toplumun kadına yüklediği sıfatların altında ezilmiş veya dimdik ayakta durmaya çalışmış kadınlar onlar. Ve her biri biraz eksik kalmış, biraz parçalanıp sağa sola savrulmuş vaziyette. Yazar karakterlerini hayatın tüm renklerini kullanarak yaratıyor. Her an karşımıza çıkıp kendisine reva görülenlerin hesabını soracak türden anneler çoğu. 

Annelik duygusunu derinden işleyen yazar, bir bakıma, kadın olmanın kaçınılmaz zorluklarını, kadına yüklenen rolleri de sorguluyor. Kitapta yer alan hikâyelerin tamamında, birbirinden farklı görünen ancak birbirinin hikâyesine bir şekilde dâhil olan veya bir yerde yaşamları kesişen karakterler yol alıyor. Her biri yazarın çizdiği yolda ilerlerken hikâyenin kendi payına düşen kısmını aydınlatıyor. Ardından okurla vedalaşıp yazarın çizdiği yolun dışına çıkıyor. Elindeki meşaleyi başka bir öykünün başka bir kahramanına devrederek kendi kaderinin çizdiği yeni bir yola sapıyor.

Yazar, gerçek ve masal arasına ince bir sınır yerleştiriyor. Aslında yaratmak istediğini, söylemek istediğini karakterlerinin dilinden aktarıyor. Ama hepsi biraz da tamamlanamamış olmanın verdiği bir huzursuzluğun resmini çiziyor. Tıpkı hayatın kendisi gibi; yarım kalmış hayaller, yitirilmiş hevesler, söylenmemiş sözler, güneşsiz bırakılmış karanlıklar… Her biri ayrı bir kırgınlık değil mi aslında? Doğanın sarsılmaz düzenine, yaratılış amacımıza ve apansız yok oluşumuza karşı derin bir isyan barınıyor satır aralarında. Varoluşun, sonsuz bir karanlık eşliğinde çöken hiçlik ile buluştuğu yerde yükselen çığlıklar isyanın ta kendisi değil midir? 

“Neden ben? Neden biz?” dediğimiz noktada başlayan ilk sorgulamanın bir tasviri olarak çıkıyor karşımıza “Kırgınlık”. Eksik kalan, eksik bırakılan her şey gibi biraz da çaresizliğin bir yansıması aslında…

“İnsanın, yaşadığı çağdaki Muaviye’ye tavır almasından daha zoru, insanın yaşadığı çağda kimin Muaviye olup kimin Muaviye olmadığını bilemeyişi. 12 Eylül hakkında şimdi söz söylemek kolay. Muaviye’yi şimdi eleştirmek çok kolay. James Joyce’u, Oğuz Atay’ı, şimdi iyi bulmak çok kolay. Bu ülkede koskocaman yaya kaldırımları bile gerçek değil.”

İnsanın doğasında var olan ikiyüzlülüğe inceden bir eleştiri mevcut bu satırlarda. Keza yazın camiasının ikiyüzlülüğüne ve korkaklığına da! Kimse, yaşadığı çağın katliamlarını, adaletsizliğini, anti demokratik yöntemlerini görmüyor, görse de dillendirmeye, cesaret edemiyor. Ancak vakti geldiğinde riyakârca bundan nemalanmayı iyi bilen bir topluluk var. Tıpkı günümüzde olduğu gibi… Herkes kör, sağır ve dilsiz! Bu bağlamda yazarın sergilediği duruş ve eleştirel bakış açısı oldukça kıymetli. Dayatmalarla dolu yaşamlara, adaletsiz kadere ve diğer tüm haksızlıklara karşı yazarın satırları biraz kırgın…

KırgınlıkNihan Kaya
İthaki Yayınları
152 sayfa.