Anarşizmin Ermeni kökleri

‘Anarşizm: Unutulmuş Olanı Hatırlamak’ kitabının yazarı Dilaver Demirağ, Anarşizmin Anadolu topraklarındaki ilk öncüllerinin bir Ermeni Hıristiyan akımı olan Pavlusçular (Bavğikyanlar) olduğunu söylüyor. Demirağ’a göre, II. Meşrutiyet döneminin önde gelen anarşistlerinden Aleksander Atabekyan, Pavlusçular geleneğiyle birleşme arayışına girseydi, İttihatçıların içindeki anarşistler de Şeyh Bedrettin geleneğiyle buluşsaydı, bu topraklarda tarih farklı yaşanabilirdi.

Fotoğraf: Berge Arabian

FERDA BALANCAR
fbalancar@agos.com.tr

Dilaver Demirağ, Türkiye’de çevreci hareketin ve anarşist platformların yakından tanıdığı bir isim. Demirağ’ın geçen hafta yayımlanan ‘Anarşizm: Unutulmuş Olanı Hatırlamak’ başlıklı kitabı, anarşist felsefeye alışık olmadığımız bir pencereden bakıyor. Din ve anarşizm arasındaki ilişkiye farklı bir bakış açısı getiren Demirağ ile, kitabından yola çıkarak, bu toprakların tarihinden çıkan anarşist hareketleri konuştuk.

•          Anarşizm, Türkiye’de bu konuda yayımlanmış telif ve tercüme eserlerden farklı bir kitap. Din ve anarşizmin birbirine bu kadar yakın olduğuna dair bir kitap yazma fikri nereden doğdu?

Bu, beş yıllık bir çalışmanın ürünü. İnternetteki anarşist forumlardaki tartışmalarda Türkiye’deki anarşistlerin de diğer solcular kadar pozitivist olduklarını fark ettim. Mesela Türkiye’de anarşizm deyince Bakunin ve Kropotkin okunuyor ama Proudhon ön plana çıkmıyor. Son yıllarda bu az da olsa kırıldı. Ama hâlâ Türkiye’de ana akım anarşizm, anti teist, yani din ve Tanrı karşıtı bir duruşa sahip. Oysa laiklik, modern devletin tanrı rolü oynamasına ve bütün sosyal mühendislik projelerine olanak açıyor.

•          Neden?

Çünkü modern devletin meşruiyet diye bir sorunu var. Modern öncesi devletlerin böyle bir sorunu yok, çünkü onlar kendilerini aşkın bir yere koyuyorlar. Modern öncesi devletin toplumu yönlendirme, şekillendirme gibi bir derdi yok, ancak kendisine yönelik siyasal bir tehdit oluşursa o zaman isyanı bastırmak üzere devreye giriyor. Ama modern devlet kendi meşruiyetini toplumdan alıyor, daha doğrusu meşruiyeti Tanrı katından insan katına indiriyor. Böyle olunca toplumu şekillendirmek, dönüştürmek gibi bir sorunla karşı karşıya kalıyor. Oysa dinin kendisi bir aşkınlık odağı tanımladığı zaman, modern devletin meşruiyeti kalmıyor.

•          Kitapta tüm dinlerin anarşizmle olan ilişkilerini ele alıyorsun ama anladığım kadarıyla Hıristiyanlık anarşizme en yakın ve ona en çok ilham veren din gibi görünüyor. Bunu açar mısın?

İsa, İncil’deki Dağdaki Vaaz bölümünde çok açık olarak “devletle ve mülkiyetle ilişki kurmayın” diyor. Vaftizci Yahya da aynı mesajı taşıyor. İsa, dünyayla, dünyevi iktidarla arasına çok net bir mesafe koyar.

•          Senin dediğini doğrulayan İncil’de bir başka ayet de “Dünyada olun, ama dünyadan olmayın”. Bu da kişiye dünyevi iktidarla, yani devlet ve mülkiyetle arasına bir çizgi çekmeyi öneriyor. Öyle değil mi?

Evet, tam da öyle… Bu aslında Tasavvufla da örtüşür. Zaten Tasavvuf Hıristiyan mistisizminden ilham alır. Hıristiyanlığın kuruluş döneminin en önemli figürlerinden Havari Pavlus da Tanrı’nın iradesiyle çelişen, çatışan hiçbir otoriteyi kabul edemeyeceklerini belirtir. Tarihsel süreç içinde de Hıristiyan akımlar devlete her zaman mesafeli olmuştur.

•          Peki içinde yaşadığımız topraklarda anarşizmin kökleri nerelere uzanıyor?

Elimizdeki kaynaklara göre bu topraklarda rastladığımız ilk anarşist hareket Pavlusçulardır (Ermenicede Bavğikyan). Ermeni Hıristiyan hareketi olan Pavlusçular, 10 ve 11. yüzyıllarda Bizans otoritesine karşı güçlü bir direniş meydana getirdiler. Manastırlarda komünal bir yaşam sürdüren Pavlusçular, Bizans Kilisesi’ni de devletle özdeşleştiği için reddediyorlardı. Pavlusçular’ı daha sonra Şeyh Bedrettin hareketi izliyor ki o da benzer taleplerle ortaya çıkmış bir harekettir. Şeyh Bedrettin’in en büyük destekçisi, Anadolu Hıristiyanları olmuştur.

•          Kitapta modern devletin zalimliginden söz ediyorsun. Bu topraklarda bunun en büyük örneği 1915 Ermeni soykırımı. Daha genel olarak Türkiye’de modern devlet süreci Anadolu’nun Hıristiyansızlaştırılması olarak yaşanıyor. Neden?

Ermeni soykırımı, Zygmunt Bauman’ın “bahçe devlet” tanımına uyuyor. Bir bahçe tasavvur edersiniz; bu bahçede ayrık otlarına yer yoktur. Çünkü ayrık otları belirsizdir, farklıdır. Dolayısıyla 1915’te yaşanan soykırım, modern devletin yarattığı bir olgudur. Modern devlet, çoğulculuğu, bir arada yaşamayı üretemiyor. Osmanlı’nın klasik döneminde bir arada yaşamak mümkün oldu, çünkü modern öncesi bir devlet olarak Osmanlı’nın toplumu biçimlendirme gibi bir derdi yok. Avrupa modernleşmesi Osmanlı’ya transfer edilince aydınlar aracılığıyla bir toplum tasarımı ortaya çıkıyor. Bu toplum mühendisliğinin ilk kurbanları da Ermeniler oluyor.

•          Modern devletin dinle sorunu var. Ama bu topraklarda kurulan modern devlet, demografik yapıyı Müslümanlaştırarak kuruluyor. Bu bir çelişki değil mi?

Cumhuriyet modernleşmesi  laik bir karakter taşımıyor. Laiklik ne aydınlanmanın ne de reformasyonun bir sonucu. Laiklik, agnostik, yani bilinemezci zihniyetin ürünüdür. Ateizm laiklik üretmez, zira ateizmin teizmle, yani Tanrı düşüncesi ve dinle sorunu vardır. Agnostisizm ise “Din sorunumuz değil, çünkü akli olarak buna cevap veremeyiz. Nasıl daha iyi bir dünya inşa edebiliriz, buna kafa yoralım” diyor. Bu zihniyet, laikliğe elverişlidir. Osmanlı bürokrasisinde bu yok. Osmanlı bürokratlarının çoğu Müslüman ve bir de devralınan hiyerarşik millet sistemi var. Osmanlı modernleşmesi sürecinde İslam anlayışı da modern devlete uyumlulaştırıldı. Mehmet Akif’te pozitivist, rasyonalist bir din algısı vardır. Bu, çoğulcu bir toplum anlayışı üretemez.

•          Osmanlı’nın klasik dönemindeki çoğulcu yapı sufizme mi dayanıyor?

Evet, çünkü sufizm eklektik olabiliyor. Yani farklı din ve anlayışlarla etkileşime çok açık. Etkileşim olunca çoğulculuk da oluyor. Tasavvufun Hıristiyan mistisizmiyle olan etkileşimi çok açık. Ama Osmanlı sufizmden kopmaya başlayınca, çoğulcu din algısı da kayboluyor.

•          Osmanlı modernleşmesi sürecinde anarşist bir tepkiden söz edebilir miyiz?

Osmanlı’da anarşist düşünce Ermeniler arasında gelişmeye başladı, çünkü Ermeniler o dönemde Batı’yla en çok temas eden Osmanlı unsurlarındandı. II. Meşrutiyet döneminde Taşnak Partisi’nin içinde anarşist bir grup olduğunu biliyoruz. Dönemin önde gelen anarşistlerinden Atabekyan’ın bu grupla ilişkileri var. Atabekyan, Taşnakların modern devlet ve milliyetçilik anlayışına karşı çıkıyor. Öte yandan İttihatçılar içinde de anarşist bir grup var. Ancak bunlar da zamanla tasfiye oluyor. Atabekyan, Pavlusçu geleneğiyle birleşme arayışına girseydi, İttihatçı anarşistler de Şeyh Bedrettin ve Bektaşi geleneğiyle buluşmaya çalışsaydı, bu topraklarda tarih farklı yaşanabilirdi. İlginçtir aynı dönemde Arnavutluk’ta Bektaşi tekkelerinde anarşistler örgütleniyor.

Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro