OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Göç sırası herkese gelebilir

Göç, üstünde yaşadığımız toprakların çok çok uzun zamandır değişmeyen, başlıca gerçeklerinden biridir. ‘Göç’ derken hem gelenleri, hem gidenleri/gönderilenleri kastediyorum. Bu memleket, havuz problemlerindeki gibi, bir yandan dolarken bir yandan boşalır. Tabii, gidenler ve gelenlerin ne niceliği, ne niteliği aynıdır. Göç, sabit bir durum olmasına rağmen, belirli dönemlerde büyüklü küçüklü zirveler yapmıştır. Son senelerde bu dönemlerden birini yaşıyoruz. Bir yandan Suriye’deki kaostan canını kurtaran milyonlar gelirken, bir yandan da ülkesinden umudu kalmayan, kendisi ve çocukları için orada güvenli bir gelecek göremeyen, milyonlarca değil ama ailelerini de hesaba katacak olursak onbinlerce orta ve üst-orta sınıf profesyonel gidiyor. 

Bu denklemde Ermeniler hep giden, hep azalan tarafta oldular. Soykırımın yarattığı tahribat zaten kelimelere sığmaz ama ondan evvel de Ermeniler göç etmeye başlamıştı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren hangi Ermenice süreli yayını okusanız, Ermenilerin önceleri daha ziyade Rusya ve Avrupa’ya, sonra bunlara ek olarak Amerika’ya göçünün daimi konulardan biri olduğunu görürsünüz ve bu, bir sorun olarak konuşulur. Gerek merkezî hükümetin, gerek yerel despotların baskılarına dayanamayan Ermenilerin bir kısmı çareyi göç etmekte bulmuştur. Aynı bugünün orta sınıfları gibi, ama tabii, çok daha zor koşullarda, kendilerini, ailelerini güvende hissetmedikleri, yarınlarından emin olamadıkları için göç etmişlerdir. 1908 Temmuz’unda anayasanın yeniden yürürlüğe konması, parlamentonun açılması gibi gelişmeler diğer kesimlere olduğu gibi Ermenilere de bir umut verdi ama çok geçmeden hem Anadolu’nun çeşitli yerlerinde saldırıların kısa bir aradan sonra tekrar başlaması, hem de Nisan 1909’daki korkunç Adana katliamları göçü tekrar Ermenilerin gündemine soktu. O kadar ki, Ermenilerin göçü Osmanlıca gazetelere dahi konu oluyordu – aynı şimdilerde orta sınıf göçünün medyada konu olduğu gibi. Temmuz 1909’da Tasvir-i Efkâr şöyle yazıyordu (Ben bunu 19 Temmuz 1909 tarihli Jamanak gazetesinde Ermenice okudum, günümüz Türkçesine aktarıyorum): “Ermeniler Güney Amerika’ya göçmek istiyormuş… Günlerdir ağızdan ağza dolaşan bu söylenti, uygulanabilir olduğu için değil ama Ermenilerin ruhsal durumunu açıklamak için analiz edilmeli… Adana olayı hangi şartlarda yapılmış olursa olsun Abdülhamit’in tohumlarını attığı kötülüklerin sonucudur… Dünyanın en güzel köşelerden birinin sahibiyiz. Duygularımızın zıtlığı bu cennet vatanı harabeye çevirdi.” Aynı zamanlarda, İttihat gazetesinde Nesim Ruso imzasıyla, Ermenilere hitaben, ‘Gitmeyin’ başlıklı bir yazı da yayımlanmış. Orada bir anekdot naklediliyor. Yazar, görevli olarak Anadolu’da bulunduğu sıralarda bir geceyi Harput-Arapkir yolu üzerinde bir Ermeni köyünde, muhtarın evinde geçirmiş. Muhtar, misafire hürmeten köylüleri sohbet için evinde toplamış. Bir süre sonra içeri uzun boylu, üstü başı dökülen bir köylü girmiş. Bu köylü bir vesileyle İngilizce konuşunca yazarımız şaşırmış. Sorunca öğrenmiş ki bu genç Amerika’da on sene kalmış, para kazanmış ve rahat bir hayat kurmuş. Fakat o rahat yaşamına ve Abdülhamit rejiminin hapis baskılarına rağmen, bütün riskleri göze alarak köyüne dönmüş. Yazar neden döndüğünü sorduğunda, köylü, memleket toprağının hoş koktuğunu söylemiş. Bu yazıdan beş-altı yıl sonra ya bir dere kenarında, ya bir uçurumun başında boğazını kesip kanını o toprağa akıtmışlardır muhtemelen. O zaman haliyle bunu bilmeyen yazarımız, “Gitmeyin, bu ülke sizin, hepimizin, el ele verelim, güzel günlere taşıyalım” minvalinde sözler söylüyor.

Buna cevabı gene Jamanak veriyor. 20 Temmuz’daki başyazıda mealen şunu söylüyor: Adana Katliamı’nın üzerinden üç ay geçmesine ve 20 bin Ermeni’nin öldürülmüş olmasına rağmen biz hâlâ masum kurbanlar olduğumuzu anlatamaya çalışıyorsak, kitleleri kışkırtarak Ermenilere saldırtan İtidal gazetesi sahibi İhsan Fikri hiçbir şey olmamış gibi gazetesini çıkarmaya devam ediyorsa, gerek organizatörler gerek ihmali olanlar hâlâ yargı karşısına çıkarılmıyorsa, suçlular cezalandırılmadan olayın üstü kapatılmaya çalışılıyorsa, “Gitmeyin” çağrılarının samimiyetine nasıl inanalım, ülkenin geleceğinden nasıl umutlu olalım? Adaletsizlik ve cezasızlık... Tanıdık, değil mi? Bu bir lanet.

Üstünden 109 yıl geçmiş ama şu yazılarda bahsedilen durum, ruh hali ve ifadelerle bugün ülkeden gidip gitmeme tartışmasındaki psikoloji ve ifadeler, hatta hamasetteki benzerliği uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yalnız bir fark var: Artık herkes potansiyel Ermeni! Demek çoğulcu, adil, özgür bir siyasi ve sosyal düzen kuramadığınızda, ama planlı ama plansız, ama lastik bir botun kenarında ama bir uçak koltuğunda, göç sırası er veya geç herkese gelebilir. (Bütün göç tecrübelerinin aynı olmadığını, bütün göçmenlerin aynı tecrübeyi yaşamadığını, çünkü onların da bir sınıfı olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?) Yani Türkiye’de bir gün herkes ‘Ermeni’ olabilir ve nitekim oluyor.