OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Zillet

Türkiye Ermeni toplumu olarak utanç verici zamanlardan geçiyoruz. Düpedüz bir zillet. Gözümüzün içine baka baka nehirleri tersine akıtmaya çalışıyorlar. Senelerdir göz kapağını dahi kımıldatamayan bir insanın patriklik makamını doldurduğunu iddia edip, bunu kabul etmemizi bekliyorlar. İnanmadığı putlar önünde diz çöktürülüp, ensesine bastırarak eğilmeye zorlanan insanlar gibiyiz. Ateşyan ve uyduruk vekilliği, her birimizin alnına vurulmuş bir utanç mührüdür ve o damga orada durdukça başımızı kaldırıp birbirimizin yüzüne bakacak halimiz yok. Ateşyan, Ermeni toplumunun gözünde çok büyüyebilirdi. Eğer dokuz sene önce “Ben kendime, halkıma, halkın bana olan teveccühüne güveniyorum. Koyalım sandığı milletin önüne, ben de adayım. Vekilliği kabul edemem, halk beni asil olarak seçecektir” deseydi, o zaman bunu yapmış biri olarak muhtemelen seçilir, anasının ak sütü gibi helal, geçer makamına otururdu, gerekli saygıyı da görürdü. Hadi, onu yapmadı, hiç olmazsa bunca tepkiden sonra, dişleriyle, tırnaklarıyla tutunduğu vekillik balonunu bırakır, çekilirdi. Bir insan seçime gitmekten niye bu kadar korkar? Hiçbirini yapmadı. Peki, şimdi ne oldu? Kendi haysiyetini pis kokulu bir bataklığın en derinlerine gömdüğü gibi, Ermeni toplumunu da rezil rüsva etti, zamanını, kaynaklarını, enerjisini tüketti, gerilimi tavan yaptırdı. Kim bilir daha ne zararlar verecek... 

Ruhani Kurul’un Ateşyan’ın vekilliğine geri dönüldüğü kararına ne demeli? Gerçi karar diyorum ama, ortada sadece internet sitesinde yayımlanan bir açıklama var. Ciddiyetle işleyen bir kurumda bir kurul bir karar alıyorsa, oturur yazar, kurul üyeleri imzalar ve kayda geçirilir. Böylece, hem bugün bizler, hem gelecekte tarihçiler bilir(iz) ki bu isimler bu kararın sorumluluğunu almış. Varsa bu şekilde alınmış bir karar, onu da kamuoyuyla paylaşmaları gerekir. Hadi işin usul kısmını geçtim, bir grup insan kendini nasıl bu kadar kolay değersizleştirir, hiçe sayar? Kendi aldığı kararları bu kadar kolay yalar yutar? Siz değil miydiniz, Patrik Mutafyan’ı emekli eden, makamı boş ilan eden? Kendi kararlarının arkasında duramayanlar topluma nasıl rehberlik yapacak? Madem İçişleri bürokratları, ne zaman patrik seçilir, patrik seçmeninin şartları ne zaman oluşur, sizden daha iyi biliyor, siz orada ne iş yapıyorsunuz? Yarın bir gün, kilisedeki vaazınızda ne söyleyip söyleyemeyeceğiniz de elinize tutuşturulursa ne yapacaksınız? Hem, İçişleri Bakanı’yla yapılan toplantıdan tekrar toplanma ve tartışma kararı çıkmışken, neden aceleyle böyle bir karar alındı? Üstüne üstlük, Karekin Bekçiyan görevine devam etme iradesi ortaya koymuşken... Burada iyi niyet var mı? En iyisi daha acı sözler söylemeden durayım.

Bu arada, dolaşıma sokulmaya çalışılan, patriklik için en az beş sene İstanbul’da görev yapma şartı lafları, oyunun daha geniş kurgulandığını gösteriyor. Hesapta, toplumu, Ateşyan’ın tek aday olduğu bir seçime mahkûm edecekler. Hadi, arkanız sağlam, bin bir ayak oyunuyla bunu yaptınız diyelim, bu topluma iyilik mi yapmış olacaksınız? Hayır, kötülük yapmış olacaksınız. Kötülüğü bilerek mi yapıyorsunuz, bilmeyerek mi? Bilerek yapılan kötülüğe ne denir?

Türkiye Ermeni toplumunun bütün kişi, kurum ve yapıları, her türlü zemin ve zamanda bu dayatmaya itiraz etmeli, medeni protesto hakkını her şekilde kullanmalıdır. Evet, belki çok azaldık ama daha ölmedik. Aram Ateşyan yalnızlaştırılmalıdır; onun sözde vekillik sıfatını tanıyanlar, kullananlar vebal altındadır. Patrikhane’nin tabutuna bir çivi de onlar çakıyor. İnsanları huzursuzlukla, kaosla, bölünmeyle korkutmaya çalışıyorlar ama huzursuzluk da, bölünme de sebep değil sonuçtur. Haksızlığın, gaspın, zorbalığın olduğu yerde huzursuzluk da olur, bölünme de. Huzursuzluğun olmasını istemeyenler, huzursuzluğun kaynağı olan tutum ve davranışlarından vazgeçerlerse huzursuzluk da olmaz.

Bu patrik seçimi tartışması, zaten çok sağlam olmayan toplumsal yapımızı çürütüyor, bütün vaktimizi, enerjimizi, konsantrasyonumuzu tüketiyor. Oysa biz bugün, Getronagan gibi gurur kaynağı bir kurumumuzun içinde bulunduğu finansal darboğazı ve oradan nihai çıkış yolunu konuşuyor olmalıydık. Yalnız Getronagan değil tabii ama Getronagan gibi, Nerses Varjabedyan’dan sonra ikinci kurucu olarak adlandırabileceğimiz Silva Kuyumcuyan’ın neredeyse 35 yıllık yönetimi ve öğretim kadrosunun emekleriyle, içinde bulunduğu kısıtlı koşullarda birçok değerli çalışmalar yapan bir okul dahi, para toplamak için ilana çıkıyorsa, bu hepimizin ayıbıdır. Evet, hepimizin ayıbıdır ama en çok da gelir kaynakları geniş vakıfları yönetenlerin ayıbıdır. Her biri tek tek sorumludur. Getronagan’ın ve diğer kurumların maddi ihtiyaçlarını nihai biçimde çözecek olan ortak havuz için ne girişimde bulundular? O kadar içler acısı bir durumdayız ki, elimizde çok daha iyi ve faydalı bir sosyal düzen kurabilecek kaynak varken, biz neredeyse yok olmanın eşiğine geliyoruz. Çıldırmamak elde değil.

not: Anladığım kadarıyla, Getronagan’ın Pangaltı’nda bir arazisi var ve burayı, herhangi bir inşaat şirketine vermeden, dolayısıyla onu ortak etmeden, Ermeni toplumunun özkaynaklarıyla değerlendirme projesine bile, gelirleri yüksek vakıflardan destek bulamamışlar. Hadi ortak havuz çetrefilli, zaman alıcı bir iş (gerçi başlamazsan bitmez tabii). Peki, eldeki kaynaklar göz önünde bulundurulunca çok da zor olmayan bu proje bile nasıl hayata geçirilemez? Yazık, çok yazık.