YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

İpi sonuna kadar germek

OHAL rejiminin eşlik ettiği Türkçü-İslamcı koalisyonun Afrin operasyonunu başlatmasının, asli olarak Kürt meselesini şiddetle çözme politikasının bir devamı olduğunu, tali olarak da iç siyaseti –seçime kadar- dizayn etmeye yönelik bir hamle vasfı taşıdığını yazmıştım. Ve demiştim ki ırk ya da din temeline göre örgütlenmiş ya da örgütlenmeye karar vermiş rejimler, bir aşamada savaş yoluna başvururlar. Çünkü bu, rejimlerini kendi mantıklarınca koruma altına almanın ve yaslandıkları tabanı diri tutmanın bir yoludur.

Süreç bu öngörüldüğü şekilde devam ediyor. Ancak tarih boyunca böyle hamlelerde olageldiği gibi tek dozluk savaş, bir aşamadan sonra  yeterli olmuyor. Bu, ne yazık ki sürekli ağrı kesici kullanmak gibi bir şey. Bir aşamadan sonra bünye doza alışıyor ve yenisini istiyor.

Afrin operasyonunda bir ay geride kalmak üzere ancak rejim, Türkiye içini ve medyayı belli bir oranda zapturapt altına almış olmakla ve “Barış” diyen her sesi kısmakla birlikte, attığı adımın sonucunu elde edebilmiş değil. Afrin’de ne olduğunu kimse bilmiyor. Ne olacağını da kimse bilmiyor. Yani nereye kadar gidilecek, Afrin merkezine girilirse ne yapılacak? TSK yaptığı son açıklamada “1.485 teröristin etkisiz hale getirildiğini” açıkladı. Bu açıkçası çok büyük bir rakam. Bir ayda bu çapta bir kayba normalde kimse dayanamaz. Ancak bakıldığında yapılan bu açıklama ile orantılı bir sonuç yok.

Muhtemelen olmayacağı da hesaba katılmıştı.  Kamuoyunu bir süre bu operasyonla ilgili alarma geçirmek ve milliyetçi dalgayı en üst seviyede tutmak gibi maksatları da olan bir operasyondu bu nihayetinde. Seçime böyle gidilmesi ve muhalefetin böyle susturulması planlar arasındaydı. Dolayısıyla bu aşamada kamuoyuna tarif edilen gayenin hasıl olmayacağı zaten bilinmekteydi. Öyleydi ama bu operasyon vesilesiyle bu dalga daha ne kadar zirvede tutulabilirdi? Zira süre geçtikçe dikkat dağılabilirdi. Üstelik TSK’dan peşpeşe gelen kayıp haberleri de operasyona yönelik şüpheleri artırabilirdi.

Şüpheler konusunda henüz kamuoyuna yansıyan bir gelişme olmasa da milliyetçi seferberliğin uzun süre istenen seviyede tutulamayacağı da herhalde belli oldu. Ve her ne hikmetse Yunanistan ile rafa kaldırılan dosyalar tekrar raftan indirildi. Kardak çevresindeki kayalıklarla ilgili başlatılan ağız dalaşı bir üst seviyeye çıkarıldı. Önce Genelkurmay Bakanı “Hem Afrin’de operasyon yapabilecek hem de  hem Ege’yi kontrol edebilecek güce sahibiz” dedi. Bu esasen Afrin’den sonra sıra Ege’ye gelebilir iması taşımaktaydı. Siyasiler tansiyonu bir kademe geri çekseler de gerilim halen masadadır. Konu açılmışken meselenin buralara gelmesine CHP’nin devasa  bir katkısı olduğunu söyleyelim.

Baştan beri anlatmaya çalıştığım gibi, belli ki kamuoyuna ve milliyetçi tabana Afrin ile verilen doz yeterli görülmemiş, Afrin’e benzer yarım bir doz daha verilmesi öngörülmüştü. Yunan meselesi bu  topraklarda (ne yazık ki) iyi iş yapardı. İş  çatışmaya varmasa ve varmayacak olsa bile Yunan alarmı verildiğinde milliyetçi bir teyakkuz sağlamak kolaydı. Üstelik bu son versiyonda aynı Osmanlı gibi ‘hem Doğu’da hem Batı’da mücadele veriyoruz’ algısı yaratma imkanı vardı. Böylesi bir durumda kim basın özgürlüğünden, hukukun üstünlüğünden, demokrasiden, Kürt meselesinde barışçı çözümden bahsedebilirdi?

Böyle bir yola girilmiş bulunuluyor. Ancak bu da yetmemiş olmalı ki ABD’ye de şu mahut YPG meselesi yüzünden “Osmanlı tokadı yememişler galiba” çıkışı yapıldı. Böylece cephe biraz daha genişletildi. Tekrarlamakta fayda var. Rejimin ne Yunanistan ne de ABD ile bir çatışmaya girmesi çok düşük bir olasılık. Ancak direksiyon öyle bir yere kırıldı ki bir anda “ya hep ya hiç” hesapları yapılması da imkansız değil.

İpi sonuna kadar germe politikasıdır bu. Uygulayanlar için sorunsuz ve zevklidir. Bu politikanın ardına takılan bilumum kamuoyu yönlendiricisi için de öyledir. Esen rüzgara göre pozisyon almak, rüzgar kuvvetliyse yelkenleri şişirmek herhalde pek zevkli olmalıdır.

Ancak milliyetçi dalgayı sonuna kadar körüklemenin pek hayırlı sonuçları olmamıştır. Dünyada olmadığı gibi, Türkiye’de hiç olmamıştır. Yakın tarihimiz, böylesi dönemler için iplerin gerilmesinin ardından Türkiye içinde çok  can sıkıcı hadiselerin meydana gelmesiyle ve kabağın genellikle “arkasında devlet ve çoğunluk gücü” olmayan kesimlerin başına patlamasıyla doludur. 

Dolayısıyla şu teyakkuz halinden artık çıkılmasında fayda vardır.