OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Ermeni toplumunda idari reform - II

 

Geçen hafta Ermeni toplumunun kurumlarının idaresinde reform konusunu ele almıştık. Bu hafta devam edelim.

Reform kapsamında oluşturulmasının iyi olacağını düşündüğüm bir organ da, ‘Kolaylaştırıcı Hakem Heyeti’ diye adlandırabileceğimiz bir kurul. Herkesin güvenini kazanmış, ismi üzerinde mutabık kalınan, vakıf yönetimlerinin oylarıyla veya vakıf seçimleri sırasında halkoyuyla seçilecek ve vakıf yönetim kurulları gibi profesyonel olarak çalışacak üç-dört kişiden oluşacak bu heyet, adından da anlaşılacağı üzere, vakıflar arasında iletişimi kolaylaştıran, hakemlik yapan bir heyet olacak. Kafamdakini kabaca anlatmaya çalışayım. Diyelim ki bir vakfın bir projesi veya ihtiyacı var ama bunun için kaynağı yok; elinde yazılı bir projeyle bu heyete gidecek, heyet projeyi inceleyecek, belki başkalarına da danışarak o vakfa ilk geribildirimleri verecek, belki projede revizyon yapılacak. Tabii, heyet projede hiçbir eksiklik de bulmayabilir. Olası revizyondan sonra bu kurul, o projeyi veya fikri, kaynağı olan vakıflara sunacak. Hiçbir vakıf, bu heyetten gelen görüşme isteğini geri çeviremeyecek, oyalayamayacak. Kaynağı olan vakıflar da kendi değerlendirmelerini yapıp, projeyi ya tamamen ya kısmen destekleyecekler, ya reddedecekler, ya da değişiklik talep edecekler. Fakat, reddetme veya değişiklik gerekçelerini bu heyete açıklayacaklar. Heyetin hakemliği de burada devreye girip bir çözüm veya orta yol bulmaya çalışacak. Süreç ister başarıyla, ister başarısızlıkla sonuçlansın, bu heyet süreci en başından anlatan ve başarısızlıkla sonuçlanmışsa bunun nedenini ve sorumlularını açıklayan bir rapor yazıp kamuoyuna sunacak. Bir dahaki seçimlerde oy verirken, bu raporlar herkes için yönetim kurullarının performansını değerlendirmede veri olarak kullanılacak.

Peki, bu heyet, gerekli olduğunu söylediğimiz, havuz sistemiyle nasıl bir ilişki içinde olabilir? Ona alternatif mi, yoksa onun bir parçası mı? Havuz sisteminin mantığı bir yerden bir yere kaynak aktarmaksa, bu heyet havuz sisteminin temel dişlisi olarak çalışabilir. Yukarıda, proje bazlı işleyişe örnek verdim ama bu heyet pekâlâ, genel olarak kurumların ihtiyaçlarını takip eden, değerlendiren, bu konuda diğer vakıfları harekete geçiren bir organ olarak da çalışabilir.

Bütün bunların yapılabilmesi için şeffaflık en önemli ve mutlak şarttır. Hangi vakfın nesi var nesi yok, kuruşu kuruşuna ortada olmalıdır. Sonuçta bu kimsenin şahsi işi, ticareti değil, dolayısıyla gizli olamaz. Bir kabahati olmayan neden çekinsin?

Türkiye Ermeni toplumunun en hayati sorununa değinmeden reform konusunu kapatamayız, ki o da, yönetimde, karar almada süreçlerin şeffaflaşması ve daha geniş bir tabana yayılmasıdır. Bugün ve çok uzun zamandır olan şey, toplumun işlerinin bir avuç kişinin inisiyatifiyle ve onların arzusuna göre kotarılmasıdır. Sonuç olarak ortaya kısıtlı bir hegemonya çıkıyor. Bu, o kişilerin ‘kadir-i mutlak’ oldukları anlamına gelmez. Onlar da her istediklerini her an yapabiliyor değiller belki ama domine ediyorlar, alan daraltıyorlar, diğerlerinin söz hakkını eziyorlar. Patriğin seçilmesinin ne kadar önemli olduğunu yıllardır söylüyoruz ama bu yapı değişmeyecekse, patrik adayları ve sonunda seçilen patrik gene bu yozlaşmış ve kemikleşmiş yapıyı devam ettirecek, hem adaylıkları hem patriklikleri süresince bir Artin, bir de Krikor’la görüşüp işleri halletmeye kalkacaksa, patrik o olmuş bu olmuş, çok da fark etmez (Ateşyan hariç; onun patrik olmaması Ermeni toplumunun rüştünü ispatlayabilmesi için çok önemli). Patrikler ve patrik adayları da toplumun farklı kişi, kesim ve kurumlarıyla temas halinde olmalılar.

İdari reformlar için temel pürüz hukuki altyapı eksikliğidir; bu zaten Ermeni toplumunun da temel sorunudur. Fakat, daha evvel de söylediğimiz gibi, yasa beklersek, daha çok bekleriz. Biz kendi aramızda mutabık kalır ve anlaşılmış ilke ve sisteme uymayanlar üzerinde toplumsal baskı kurmayı başarırsak reform yapabilir, sistemi yürütebiliriz. Bu söylediklerim, hele içinde bulunduğumuz şartlarda, birçoklarına ütopik gelebilir ama öbür alternatif durup, kendi yok oluşunu seyretmek. Doğrunun ne olduğu ve nasıl hayata geçirileceği konusunda düşünmeyi elden bırakamayız. O zaman, nefes alıp versek de ölmüşüz demektir.

Denemekten başka çare var mı?