YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Hakkı ödenir mi?

Ermeni toplumu da, tarihsel olarak kendinden zorla alınanı, pek sesini çıkarmadan, ama bu sanatçıları sayarak, severek, bağrına basarak telafi etmeye çalışmıştır diyebiliriz.

Af, Andımız, sona ermiş gibi görünen Cumhur İttifakı, Kaşıkçı cinayeti gibi önemli gündem konularına elim gitmiyor bu hafta. Ara Abi’yi, Ara Güler’i kaybettik. Tarihî önemde bir kayıptır.
Beyoğlu Üç Horan’daki cenaze töreninde de neredeyse herkesin altını çizdiği gibi, Ermeni toplumu Ekim ayı içinde iki önemli kayıp yaşadı. Önce Charles Aznavour, sonra Ara Güler. Aznavour sadece Ermeniler için değil, aynı zamanda Fransa için de çok büyük bir anlam taşıyordu. Güler de sadece Türkiyeli Ermeniler değil, Türkiye için de bir anlam taşıyordu. Ancak kuşkusuz, iki manayı bitiştiremeyiz. Türkiye siyasi ve devletsel eliti böyle sanatçıları, genel olarak, onlar için “Aynı bizim gibiydi”, “Bizden fazla Türk’tü” diyebiliyorsa kabullenir. Sonra da bunları her fırsatta tekrarlar. Yani o kişi Ermeniliğini (Kürtlüğünü, Rumluğunu, Yahudiliğini) velhasıl aidiyetini, belirli ölçüde bırakıp ‘Türkleşmişse’ kabul görür, sevilir, bayrağa sarılır. 
Ara Güler için de böyle oldu. “Ara Güler de böyle olması için özel bir amaç gütmüştü” demeye getirmiyorum. Kendi doğduğu, yetiştiği toplumsal ve siyasi koşullar içinde, mesleğini en öne koyarak, böyle bir yol seçmişti. Ara Güler’in 1915’te, Varlık Vergisi’nde ailesinin başına gelenleri fısıltıyla anlatması biraz da bununla ilgili değil midir? 
Ama biliyoruz ki hiçbir zaman kendi toplumuna sırtını dönmedi; tam tersine, usulca, kendi usulünce o bağı her zaman canlı tuttu. Cenazesine Ermeni toplumunun büyük katılımı bunun göstergesidir zaten. 
Burada da Türkiye açısından denklemin öbür tarafını görürüz. Türkiyeli Ermeni toplumu, bu topraklardaki tarihsel ve coğrafi kökleri her ne kadar budanmışsa da, her zaman, bağrından, övünebileceği, gurur duyabileceği insanlar çıkarmayı bilmiştir. Balyanlar gibi mimarlar, Bimen Şen gibi besteciler, Agop Dilaçar gibi dilbilimciler hiçbir zaman eksik olmadı. Ara Güler de bu zincirin, sözünü ettiğimiz denklem içindeki son büyük temsilcisiydi. Dolayısıyla Ermeni toplumu da, tarihsel olarak kendinden zorla alınanı, pek sesini çıkarmadan, ama bu sanatçıları sayarak, severek, bağrına basarak telafi etmeye çalışmıştır diyebiliriz. 
Bu konuları burada kesip mesleki açıdan ne anlam taşıdığına gelecek olursak... Agos’un bu sayısında onlarca yakın dostu, ki içlerinde çok iyi fotoğrafçılar da vardır, onun ne yaptığını, fotoğrafçılığa, daha doğrusu foto muhabirliğine, gazeteciliğine nasıl bir yenilik getirdiğini anlattılar. Fotoğraf çekmeyi pek beceremeyen biri olarak bu alanda bir şeyler söylemem anlamlı olmaz. 
Ancak Güler’in fotoğraflarından ne anladığım konusunda belki iki çift laf edebilirim, bu vesileyle. Muhtemelen sadece bana değil birçok insana önümüzde duran ya da akıp giden bir manzaraya, insana, binaya, gökyüzüne nasıl bakılacağını, daha doğrusu başka türlü de bakılabileceğini öğretmiştir. İnsanın içinde bulunduğu mekânla ilişkisine bambaşka, ama çok da sıradışı değil, tam da aslında olması gerektiği gibi bakılabileceğini, insanın ya da bir nesnenin çevresiyle kurduğu ilişkinin çok şeyler anlatabileceğini göstermiştir. Tek başına fotoğrafını çektiği bir sanatçı ya da siyasetçi için hiç durmadan yeni bir kompozisyon arayarak, o insanın kişiliğini de anlatmanın bir yolunun mutlaka bulunabileceğini de göstermiştir. Kimi zaman da, Nezih Tavlaş’ın kitabında, Kemal Tahir örneğinde anlattığı gibi, bunun bir yolunu bulamamış, bunu da kendine dert edinmiştir. 
Bir soruyla bitireyim. En basit aile fotoğrafını bile çekerken “Ara Güler olsa böyle yapmazdı, dur başka bir açı deneyeyim” diye aklından geçirmeyen var mıdır? Milyonlarca insana bunu öğretmiştir Ara Güler. Sadece bunun için bile hakkı ödenmez. 
Saygıyla...