Türk'ün dini olarak Kemalizm

ESRA ELMAS

Fikri kaynakları, motivasyonu ve gelecek tasavvuru Cumhuriyet öncesi dönemin dinamikleriyle şekillenmiş ve fakat gelişimini ve yaygınlığını Cumhuriyetle beraber kazanmış bir ideoloji olarak Kemalizmin, bugün bir yandan miadının dolduğu düşünülürken, bir yandan da bir zihniyet olarak imzası, ona en muhalif şekilde kurulmuş siyasi hareketlerde dahi kendini hissettirmeye devam ediyor.

Tam da bu yüzden, son 20 senede önceki dönemlere nazaran akademik ilginin daha fazla konusu olan Kemalizmin, bugün farklı boyutlarıyla ele alınmasına hâlâ ihtiyaç var. Onur Atalay’ın doktora tezinden yola çıkarak hazırladığı ve İletişim Yayınları’ndan ‘Türk’e Tapmak: Seküler Din ve İki Savaş Arası Kemalizm’ adıyla yayınlanan çalışması bu anlamda büyük bir boşluğu dolduruyor. 1960’lı yıllara kadar TDK Türkçe Sözlük’te ‘Türk’ün dini’ olarak tarif edildiği halde, bugüne kadar seküler din tartışmaları açısından çok az ele alınmış Kemalizmi Atalay, siyasetin kutsallaşması bağlamında tartışıyor ve İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar geçen sürede Kemalizmi dünyada olup biten gelişmeler eşliğinde, yani karşılaştırmalı olarak, seküler, sivil ve siyasal din analizleri eşliğinde yeniden düşünüyor.      

Siyasetin kutsallaşması   

Okuyucusuna tarihsel akış içinde çok zengin bir teorik tartışma sunan kitap, totaliter-otoriter rejimler üzerine çalışmalarıyla tanınan Stanley G. Payne, Emilio Gentile, George Mosse, Ernst Nolte gibi tarihçilerin; Hannah Arendt, Raymond Aron, A. James Gregor, Juan J. Linz gibi siyaset bilimcilerin patikasını takip ediyor. Siyasetin kutsallaşması fenomeni üzerine karşılaştırmalı bir tarif veren çalışma, yazarın ifadesiyle Kemalizmin, özellikle 1930’lar süresince, siyasetin kutsallaşmasının kayda değer bir örneğini oluşturduğunu göstermeyi amaçlıyor. Yanı sıra siyasetin kutsallaşması ile alakalı teorik çerçevenin iki savaş arası Türkiyesi tecrübesini ne oranda açıkladığının ve Türkiye’nin izlediği yolun, dönemin “siyasal dinlerine” (Faşist İtalya, Nazi Almanya veya Bolşevik Rusya) ne ölçüde benzediğinin de izini sürüyor. Öte yandan yazar, Kemalizm siyasetin kutsallaşmasının bir örneği olduğunu ve fakat sadece buna indirgenemeyeceğini de okuyucusuna hatırlatıyor. 

Tam da bu noktada çalışmada tarif edildiği şekliyle, konu hakkındaki literatüre dair genel bir fikir vermekte fayda var. İtalyan siyaset bilimci Emilio Gentile’ye göre siyasetin kutsallaşması ne dinin siyasallaşması ne de siyasetin dini, amaçları doğrultusunda kullanmasıdır. Yani söz konusu olan bir teokrasi ya da geleneksel dinlerce yönetilen herhangi bir rejim değildir. Bir diğer ifadeyle siyasetin kutsallaşması tam da kültürün ve devletin sekülerleşerek geleneksel din(ler)den bağımsızlığını kazanmasıyla gerçekleşir. Dolayısıyla siyasetin kutsallaşması son derece modern bir fenomendir. 

Bu bakış açısına göre, modern dönemde kutsallık geleneksel formundan büyük ölçüde uzaklaşır ve seküler bir içerikle yeniden üretilir. Bu dönem boyunca geleneksel dinin boşalttığı alanı ise modern ideolojiler doldurur ve örneğin ulus devlet, vatan toprağı ya da kült liderler ‘uğruna ölünen yeni kutsallar’ halini alır. Dünyevi olgulara kutsiyet atfedilen bu süreç pek çok seküler dinin ortaya çıkmasına da vesile olur. Atalay’ın da Gentile’ye referansla belirttiği gibi, siyasetin kutsallaşması ise bu “seküler din”in siyasi alandaki tezahürüdür ve o da kendi içinde seküler demokratik devletlerde cari olan “sivil” ve totaliter devletlerde cari olan siyasal din olarak ikiye ayrılır. 

Seküler din  

İlk iki bölümünde, ‘Batı’da Siyasetin Kutsallaşması’ ve 20. yüzyılda ortaya çıkan siyasal dinlere odaklanan kitap, sonraki bölümlerde seküler bir din olarak Kemalizmi yakın plan ele alıyor. Peki, özellikle 1920’ler ve 1930’lardaki haliyle Kemalizm bir sivil dine mi yoksa bir siyasal dine mi tekabül ediyor? Bu soruya cevap ararken Atalay, Gentile’nin şemasını, sivil dini de ikiye ayırarak zenginleştiriyor. Böylece Atalay, kabaca siyasi dinleri totaliter rejimlerle, Rousseaucu sivil din terimini seküler-otoriter rejimlerle, Durkheimcı sivil dini ise demokratik rejimlerle eşleştiriyor. Bu şema dahilinde, yazara göre Kemalizm, 1920’lerde tarihsel dinle bir arada yaşamanın medenî yollarını bulmaya çalışan ama bunu gittikçe otoriterleşen bir rejim içerisinde deneyen Rousseaucu bir sivil din iken, 1930’larda, özellikle Menemen hadisesi ve Serbest Fırka deneyi sonrasında ve parti-devlet bütünleşmesiyle hız kazanacak şekilde, döneminin Avrupa rejimleri ile de uyum içerisinde, bir siyasal din olmaya gayret ediyor.

Bu bağlamda, yazara göre tarihsel derinliğiyle birlikte Kemalizm, siyasetin kutsallaşmasının Türkiye’ye özgü bir formudur ve iki savaş arası dönemde Türkiye’de siyasetin kutsallaşmasının içerik analizi yapıldığında, Kemalizm temelde dört kutsal üzerinde inşa edilmiştir: Medeniyet, Bilim, Milliyetçilik ve Gazi/Atatürk kültü. Bu kutsallardan ilk üçünün Osmanlı’nın son dönemine uzanan köklere varsa da, Kemalist seküler dine asıl rengini verecek husus, yazarın da müstakil üç bölüm ayırdığı Gazi/Atatürk kültü olacaktır. 

Atalay’a göre, bu dört seküler kutsallık sütunu üzerine 1930’lar boyunca inşa edilen Kemalizm, Osmanlının son yıllarından itibaren kendini hissettirmeye başlayan ve Cumhuriyet ile hız kazanan bir süreçte, İslam’ın büyük şehirlerden taşraya ve oradan da kırsala doğru çekilmesi neticesinde ortaya çıkan “manevi boşluk” hissini gidermek üzere devlet eliyle bir ‘ikame din’ haline getirilmeye çalışılmıştır. Bu kurguyla temelde önerilen ve halka intikal ettirilmeye çalışılan şey, orta çağ bağnazlığından arınmış ve bilimsel meşruiyeti kazanmış bir medeni milliyetçiliğin, vatandaşlar arasında geçmişte dinin sağladığı rızayı sağlamayı başarmasıdır. Bunun için, mitsel/dini bir tarih kurgusu terk edilecek, ama onun yerine eşit derecede mitsel bir başka kurgu (Türk Tarih Tezi) benimsetilmeye çalışılacaktır. Türk’ün kutsallaşmasını netice verecek bu kurgunun, nihayetinde en büyük Türk’ü (Atatürk’ü) kutsallaştırması beklenmedik bir şey değildir. En sert haliyle İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yaşayacak bu seküler din, savaş sonrasında tekrar tarihsel dinle belirli bir senkron tutturmayı başaracak ve büründüğü çeşitli formlar üzerinden günümüze dek ulaşacaktır.

Değişen çehreler  

Yazar çalışmasında Kemalizmin tek bir tanımı ya da çehresi olmadığının özellikle altını çiziyor. Öte yandan çalışma, Murat Belge’nin de daha önce tarif ettiği gibi bir modus vivendi olarak Kemalizmin cumhuriyet tarihi boyunca ortaya çıkmış hemen hemen tüm siyasi hareketlerin düşün dünyasını değişen ölçülerde biçimlendirebilmiş olmasının nedenlerine ilişkin zengin bir içerik de sunuyor.  

Bu bağlamda kitabın bir seküler din olarak Kemalizmin yegâne yüzü Atatürk üzerine de zengin bir içeriği var. Osmanlı’nın son yüzyılında devletin yok olması tehlikesi karşısında, uzun süredir beklenen ‘Müslüman Kahraman/Mehdi/Mesih’ olarak ortaya çıkan Mustafa Kemal’in, Cumhuriyetin ilanıyla beraber bir ‘Ulusal Kahramana/Türk’ün Peygamberine’ ve nihayetinde bir ölümsüz varlığa (hatta belki bir tanrıya) dönüşme sürecini, yazar 1920’ler ve 1930’lardan çok sayıda örnekle detaylandırıyor. Bu bugün hala dimdik ayakta duran ve muhaliflerince de farklı özellikleri öne çıkartılarak sahiplenilen Atatürk kültü üzerine, yeniden ve derinlemesine düşünmeyi de mümkün kılıyor.   

Atalay’ın çalışması özetle, modern dönem içine doğmuş ve kutsal olanın her türlü geleneksel formuna mesafeli durmayı kanıksamış olduğu halde, kutsal olanın seküler biçimlerini daha az sakıncalı bulan hegemonik bir siyasal kültür üzerine düşünmenin imkanlarını sağladığı oranda önemli.  


Türk’e Tapmak

Seküler Din ve İki Savaş Arası Kemalizm

Onur Atalay

İletişim Yayınları

360 sayfa.