OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Bir atımlık barut

Fakat çoğumuzun hemfikir olacağı bir şey varsa, o da hayatın çok kısa olduğu, zamanın çok hızlı aktığıdır. Gene çoğumuzun, hayatta bir atımlık barutu var. Bunun sebepleri hem hayatın kısalığı, hem de insanoğlunun yarattığı sınıflı toplum düzeni.

İnsan, bir yılsonunun daha yaklaşmakta olduğu şu günlerde, zaman ve onun içerisinden bize verilen ömür adlı kısım üzerine düşünüyor ister istemez. Hele geride bıraktığınız yıllar, artık muhtemelen önünüzdekilerden fazlaysa, hatırlayacak anılar ve kayıplar artıyorsa, zaman ve ömür üzerine daha fazla düşünmeye başlıyorsunuz. Uzak anılar bir yandan daha dün gibi ama bir yandan da sanki başkasına ait.

Ölmek birçoğumuza anlamsız geliyor haklı olarak. Kimimiz, bu anlamsızlığı aşmak için ölümün bir son değil bir geçiş olacağına, varlığın bir şekilde devam edeceğine inanıyor. İnsanlığın en büyük icadı belki de öteki dünya inancı. Düşünsenize, kaybettiklerinizi aslında kaybetmemiş olmak, bir gün buluşacağınızı düşünmek kadar insanı sakinleştiren, huzur veren bir düşünce var mı? Böylece ölmek, bir mana kazanıyor, o kadar da zor gelmiyor. Birçok kişiyi yoldan çıkmadan, aklını oynatmadan yaşatan da öteki dünya inancı olsa gerek. Ya da onun yerine koyacağın başka bir düşünce, ya da sağlam bir karakter, ya da aklını bu gibi düşüncelerden uzak tutabilme…

Ölmek anlamsız fakat hiç ölmemek de bir o kadar anlamsız olmaz mıydı? Her şeyden evvel, sonsuz ömür diye bir şeyi zihnimiz kavrayamaz, hayal edemez. Hiç ölmemek nasıl olurdu? Mesela, 500 sene yaşamayı hayal edebiliyor musunuz? Yaşlanmak, daha doğrusu ihtiyarlamak diye bir durum olmasaydı bile mesela 174 yaşındayken ne düşünürdük acaba? Zamanın sonsuzluğu içinde (eğer sonsuzsa) bir süre sonra her şey gene anlamsız hale gelmez miydi? Öyle bir durumda, insanlar sadece intihar ettiklerinde ölüyor olsalardı, eminim o yolu seçen bayağı bir kimse de olurdu. Velhasıl, ölümsüzlük de kulağa ilk anda geldiği kadar iyi bir şey olmayabilir.

Fakat çoğumuzun hemfikir olacağı bir şey varsa, o da hayatın çok kısa olduğu, zamanın çok hızlı aktığıdır. Gene çoğumuzun, hayatta bir atımlık barutu var. Bunun sebepleri hem hayatın kısalığı, hem de insanoğlunun yarattığı sınıflı toplum düzeni. Hatta, kişi bir de alt sınıflara mensup olarak doğmuşsa, o tek atımlık barutu bile olmayabiliyor. Ancak önüne geleni yaşıyor. Tam manasıyla ‘yuvarlanıyor’ ve ‘gidiyor’.

Halbuki insan, altmışında dahi yeni bir başlangıç yapabilmeli, o zamana kadar meslek olarak uğraştığı veya uğraşmak zorunda kaldığı işten tamamen farklı bir yola girebilmeli(ydi). En azından bir değil iki ömür yaşayabilmeliydi. Bunun için de ortalama ömrün 100-120 yıl olması gerekiyordu. Zihni de bedeni de buna izin verecek şekilde olmalıydı. Ayrıca, buna elveren bir toplum düzenimiz olmalıydı. Gerçi, ortalama ömür 120 sene olsaydı sınıf eşitsizliği ortadan kalkmazdı belki ama şimdiki gibi bazılarının ikinci tam bir ömür şansı olurdu. Bunu, hep söylenen “40 yaşımın tecrübesiyle 18 yaşında olsaydım” sözünün gerçekleşmesi olarak da düşünebilirsiniz.

Neyse, bunların hepsi bizler için fantezi; sonuçta tek ömrümüzün yıllarını iyi kullanalım, herkes de kendi ‘iyi’sine karar versin.

Mutlu yıllar!