OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Vekil diye biri yoktur artık

Can sıkan, insanı bezdiren bunca alavere dalavereye rağmen, herkes doğru bildiğini söylemeye devam etmek zorunda. Hakka, adalete, Ermeni toplumuna olan sorumluluğumuzun gereği bu. Öyleyse, enerjimiz tükenene kadar anlatmaya devam edeceğiz.

Patrik Mutafyan’ın sonsuza uğurlanmasından sonra artık malum çevrelerin bir bahanesi kalmadı, patrik seçimi yapılacak. Fakat kimileri işi yokuşa sürecek, seçimi kendi istedikleri şekilde yaptırmaya, bunu beceremezlerse belki de hiç yaptırmamaya, oyalamaya çalışacaklar. Belli ki iş kolay olmayacak. Gene bir sürü tartışma bizi bekliyor. Kendi adıma, dürüst olmak gerekirse, yalanlardan, entrikalardan çok sıkıldım. Türkiye Ermeni toplumunun bu derece yozlaşmış olması insanın içini acıtıyor. 80-90 senedir baskı altında olmasının bu yozlaşmada payı var, şüphesiz. 82 milyonluk bir ülkede devlet, çoluğuyla çocuğuyla toplasan bir stadyumu doldurmayacak bir topluluktan hâlâ neden bu kadar korkar, neden bu kadar işlerine karışır? Bunun rasyonel bir gerekçesi var mı? Kendine devlet diyen adamlar, “Gidin kardeşim, bildiğiniz gibi patrik seçiminizi yapın, kimi istiyorsanız seçin, bize bildirin” deseler ne olacak? Devletin meşhur bekası bir avuç Ermeni’nin ruhani liderini seçmesiyle mi sarsılacak? Yoksa bu cendere ideolojik alışkanlıkların yarattığı bir cendere mi? Bir nevi ‘devlet aklı’ mı bu baskıyı sürdürüyor? Bu bir ‘yönetim alışkanlığı’ mı? Bunlar, naif olsa da sorulması gereken sorular. 
Can sıkan, insanı bezdiren bunca alavere dalavereye rağmen, herkes doğru bildiğini söylemeye devam etmek zorunda. Hakka, adalete, Ermeni toplumuna olan sorumluluğumuzun gereği bu. Öyleyse, enerjimiz tükenene kadar anlatmaya devam edeceğiz. 
Bu minvalde, geçen hafta Sahak Maşalyan’ın Agos’a verdiği mülakatı okudum. Doğrusu kafam karıştı. Demek istediklerini açıkça söyleyememiş de ima etmiş gibime geldi. Fakat haklı olduğu bir yerden başlayalım. Diyor ki, seçim meselesi sadece din adamlarının üzerine bırakılmamalı. Doğru. Şu anda top Ruhani Kurul’da olsa da biz siviller arkamıza yaslanıp ne yapacaklarını bekleyemeyiz. Onların sırtındaki yükü paylaşmak, taleplerimizi dillendirmek, böylece onların atacağı adımı cesaretlendirmek zorundayız. Ruhaniler, atacakları adımda toplum desteğini hissettikleri zaman yapmaları gerekeni yapacaklarını, iki sene evvelki değabah seçiminde gösterdiler – her ne kadar sonra yeterli dirayeti gösteremeseler de... Şu anda atılacak ilk adım da değabah seçimi ve Müteşebbis Heyet’in oluşturulmasıdır. 
Seçim sürecinin ne zaman başlayacağı sorusuna gelirsek, bir yas süreci olması, hem dinî hem insani açıdan anlaşılır. Fakat seçim sürecinin yasla çelişen nesi var? Haşa, bu bir eğlence midir ki yasla birlikte yürümesin? Seçim kırk gün içinde yapılabilecek olsa gene anlarım. O zaman denebilir ki, adayların seçim çalışmaları vs. yasla bağdaşmaz. Fakat her halükârda işin o aşamaya gelmesi kırk günü haydi haydi geçer. Onun için, bir an evvel değabah seçimine gidip süreci başlatmakta fayda var. Zaten yıllar kaybedildi. Daha fazla beklemek için bir neden göremiyorum. 
Değabah seçimi dolayısıyla geliyoruz Maşalyan’ın mülakatında kafamı en çok karıştıran yere. Maşalyan, “Bizim bu süreci Patrik Genel Vekilliği’yle mi Değabah’la mı sürdüreceğimiz belli değil” demiş. Haçaduryan, Kalustyan, Kazancıyan, Mutafyan seçimlerini de “Patrik Vekili”nin yürüttüğünü söylemiş. Bu ‘Patrik Vekili’ tabiriyle belli ki değabahlığı kastetmiyor. Peki, bununla şu anki ‘Patrik Genel Vekilliği’ni mi kastediyor? O vekillikler şimdiki gibi bir vekillik miydi ki? Ama şimdiki unvan Ateşyan için uydurulmuş bir unvan, geçmişte örneği yok. Dolayısıyla, o seçimleri yürüten vekiller, Ateşyan gibi vekil değil. Kaldı ki, o seçimlerde değabah seçildiği de olmuş. Geçmişteki uygulamalarda tutarsızlık olduğu doğru ama bırak daha uzak geçmişi, madem değabah seçmeden olabiliyordu, daha iki sene evvel, Maşalyan başkanlığındaki ruhaniler neden değabah seçti? Daha iki sene evvel değabah seçilmesi gerektiğine dair bir şüphe yoktuysa, şimdi niye böyle bir şüphe olsun? Değabah seçilmesi gerektiği, Nizamname’nin de açık bir hükmüdür. Kaldı ki, akıl mantık da bunu gerektirir. Şöyle ki, patrik seçilene kadar Patrikhane’nin rutin işlerini yürütecek ve Müteşebbis Heyet’le birlikte seçim sürecine nezaret edecek birinin olması mantıklıdır. Hatta, böyle bir hüküm ve geçmiş uygulama olmamasına rağmen, bana soracak olursanız, değabah olacak kişinin demokratik etik gereği patrik seçiminde aday olamayacak veya adaylığını koymayacak birinin olması daha uygun düşer. Böylece, seçim sürecinde tarafsız olduğu kanaati hasıl olur. Tabii, gerçekten de tarafsız bir tutum takınması gerekir. 
Dolayısıyla, bir değabah seçilmesi gerektiğine dair tereddüt yoktur. Varmış gibi yapmak, suyu bulandırmaktır. Dediğimiz gibi, rutin işlerin ve seçim sürecinin takibi için birinin olması gerekir ve bunun en doğru yolu da her zaman olduğu gibi seçimdir. Kaldı ki değabahlık da sonuçta geçici bir makamdır. Eğer gene taş konmazsa, seçim birkaç ay içinde sonuçlanınca o makam da ortadan kalkacak. Üzerinde fırtınalar koparmaya gerek yok. Öyle ki, bu süreci ‘vekil’ile yürütmek isteyenin niyetinden şüphe eder, süreci oyalamaya çalıştığını düşünürüm ben. Kaldı ki, artık ortada böyle bir vekil de yoktur. Ateşyan’ın vekilliği zaten uydurmaydı, makam hırsızlığıydı ama şimdi vekili olduğunu iddia ettiği kişi de bu dünyadan ayrıldı. Dolayısıyla, uydurma vekillik de kendiliğinden ortadan kalktı. 
Maşalyan mülakatında garipsediğim bir başka nokta da devletten yazı bekleme imasıydı. “Eğer devletten herhangi bir yazı gelmezse resmî süreç 40’ından sonra başlayacaktır” diyor. Devletin zaten haddinden fazla müdahaleci olduğu bir ortamda devlet müdahalesini bu kadar ‘çağırmanın’ ne gereği var? Devletin seçim sürecine müdahalesi haksız, hukuksuzdur, demokratik ilkelerle bağdaşmaz. Devlet sürece müdahale eden bir yazı gönderecekse gönderir, bunu engelleyemezsiniz belki ama önceden dillendirip meşrulaştırmanız, normalleştirmeniz doğru değil.