OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Şırnak-İstanbul hattı

Her şey bir yana, bu seçimlerin en önemli kazanımı –ki bunu kendime de söylüyorum– seçimlerle bir şeylerin değişebileceği inancının yeniden tesis edilmesidir.

Yerel seçimleri geçirdik. İktidarın Ankara’yı ve –eğer son dakikada bir kaptıkaçtı operasyonu yapmazlarsa– İstanbul’u aynı anda kaybetmiş olması şüphesiz çok önemli bir olay. Gerçi haddinden fazla umuda kapılmamak lazım. Bazı şeyleri söylemek için henüz çok erken. Fakat, bunun otokrasi ve onun yarattığı talan sistemi üzerinde en azından bir çizik yaratması umulur. O çizik de zamanla çatlağa ve yarılmaya dönüşebilir. 
Cumhurbaşkanlığı sistemi denen sistem altında İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarının ve bu kazanımların pratikte ne mana ifade edeceğini göreceğiz. Öyle görülüyor ki bu sistemde belediye başkanlarının eli güçlü değil. Finansal açıdan merkezin yani cumhurbaşkanının iki dudağı arasına bağlanmışlar. Üstelik, Bahadır Özgür’ün yazısında anlattığı gibi Ankara, özellikle de İstanbul belediyeleri kendilerine AKP yönetiminden kalan devasa bir borç yükü altında ve Erdoğan da bu yükü onları sıkıştırmak için kullanacak. (Hem devasa borç yaratıp hem de onu rakibinin aleyhine kullandığın bir dünya da ne güzel bir dünyadır!) Ayrıca, İmamoğlu ve Yavaş’ın saraya karşı nasıl bir tutum takınacağını da henüz bilmiyoruz. Evet, bu makamlar ana muhalefet makamı değil, büyük bir iş yükü altına girecekler. Dolayısıyla, Erdoğan’la doğrudan bir çatışmaya girmeleri beklenemez belki ama, belediyelerin AKP’nin elinde olması halinde AKP’li başkanların yapacağının aksine, onun talimatlarını emir telakki de etmezler herhalde. Dolayısıyla, bu durum sistemin stresini yükseltecektir ki bu da iyi bir şeydir; mutlak iktidarın pürüzsüz iş görmesinden iyidir en azından. Yukarıdan söylediğinin aşağıda itirazsız, harfiyen uygulandığı yerde tek adamcılık yapmak daha kolaydır. Aşağıdan en azından bir pasif direniş gelirse, ‘tek adam’ın ayrıca bir hamle yapması gerekir. Fazladan her hamle de olası kombinasyonları çoğaltır, işleri karmaşıklaştırır. Konumuz o değil ama 24 Haziran’da Meclis seçimlerini önemsemiş olmamın sebebi de oydu. Cumhur ittifakının çoğunluğa sahip olmadığı bir Meclis benzer bir etki yapabilirdi.
Şüphesiz, bir başlık da HDP ve Demirtaş’a açmak gerekiyor. HDP, başka parti olsa belini doğrultamayacağı her türlü baskıya rağmen, kayyım atanan yerlerin hemen hemen hepsini geri aldı. Vicdanlar da az biraz nefes aldı. Onun yanı sıra, İstanbul başta olmak üzere birçok yerde AKP’ye kaybettirdi. “Doğu’nun hesabını Batı’da kesti” desek yeridir. Demek ki, yıkıp asker doldurduğun Şırnak’ı alsan da, o Şırnak İstanbul’da karşına dikilebiliyormuş. Bu da HDP’nin, bazı yorumların aksine, ülke çapında örgütlü, bilinçli bir ‘Türkiye partisi’ olduğunu gösterdi. 
HDP’yi başka bir tek adam partisi konumuna sokmak haksızlık olur. Öte yandan, bir ‘Demirtaş etkisi’ olduğu da açık. Tabii, bu etkiyi izole edip ölçmek pek mümkün değil. Yani, oy vermeyi düşünmeyen kaç HDP’li, Demirtaş’ın ‘hatır’ çağrısı üzerine sandığa gidip CHP’ye oy verdi? Bunu tam olarak bilmemiz mümkün değil ama açık olan şey, CHP’nin İstanbul ve birçok yerde seçimleri HDP tabanından gelen oylarla kazandığıdır. Demirtaş’ın çağrısı, mantığını anlasam ve itiraz etmesem de, çok da içime sinen bir durum değildi. Memlekette olup oy verecek olsam bu çağrıya uyar mıydım, doğrusu bilemiyorum. Fakat, bunun siyaseten çok yerinde bir çağrı ve hamle olduğu açıkça ortaya çıktı. HDP’nin gücünü gösterdi. Umalım ki CHP yönetimi bu seçimden bir ders çıkarır, bu gücü inkâr edip HDP yokmuş gibi davranmayı bırakır. Bu çizgiyi terk etmelerinin hem kendileri, hem Türkiye demokrasisi için faydasını görmüş olmalarını umuyoruz. Gerçi, Kılıçdaroğlu hâlâ ‘Kürtler’ demekten kaçıyor, Yavaş’ın da siyasi karakteri buna müsait değil ama gene umalım ki İmamoğlu ‘Kürtler’ konusunda partisinin alerjisine ayak uydurmasın. Kendi siyasi kariyerinin nereye evrileceği buna da bağlı olacaktır. 
Çok söylendi ama haklarını bir kere de buradan teslim etmek için, İmamoğlu ve CHP ekibinin seçim gününde ve sonrasında, alışıldık CHP manzarasının tersine bu sefer disiplinli ve özverili bir gayret gösterdiğini belirtelim. Bu yazı yazıldığı sırada hâlâ, AKP içinden, İstanbul’u bırakmamak adına birtakım dolambaçlı yollara başvuruluyordu. Eğer bunlar savuşturulabilir de İmamoğlu koltuğa oturursa, şüphesiz, o ekibin çalışması sayesinde olacak. Yoksa AKP seçimi çoktan kapıp kaçmıştı. 
Her şey bir yana, bu seçimlerin en önemli kazanımı –ki bunu kendime de söylüyorum– seçimlerle bir şeylerin değişebileceği inancının yeniden tesis edilmesidir. Bu güven, asgari şartları haiz bir demokrasinin yaşayabilmesi için hayati önem taşır. Birçoğumuz, o veya bu sebeple, Türkiye’de artık seçimle hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorduk. Bu seçimlerde yaşanan köklü bir değişiklik değildir, Türkiye bir anda demokratik bir düzene sahip olmayacak ama yıllardır demokrasi endeksinde yokuş aşağı gittiğimiz düşünülecek olursa, yöneticilerin seçimle değişebildiğini görmeki en azından bir moral ve enerji tazelenmesi olacaktır.