Goethe’den Orhan Pamuk’a

ARİF TAPAN

Sorması çok basit ama cevaplaması bir o kadar karmaşık şu soru hemen hemen her bilinçli okurun aklında kimi zaman belirir: Bir romanı neye göre seçer, okur ve beğeniriz? Teorik bilgilere hiç bulaşmadan, gayet saf bir şekilde romanda anlatılanların bir şekilde hoşumuza gittiğini söyleyebiliriz. Lakin mesele tam da bu ‘bir şekilde hoşa gitme’nin altında yatıyor olabilir. Peki soruyu –vites küçültme adına- bir de şu şekilde sorsak: ‘Klasik’ dünya romanlarını mı yoksa ulusal –daha popüler deyişle ‘yerli ve milli’ – romanları okumak mı daha hoşumuza gider? Ardından hemen bir hinlik yapıp şunları da sorabiliriz: Herhangi bir dilde yazılmış ve bugün bizim ‘klasik’ dediğimiz, bir kitapçıya girdiğimizde ‘dünya edebiyatı’ başlıklı raflar altında bulacağımız romanlar ile ‘Türk edebiyatı’ başlıklı raflarda yerini alan Türkçede, Türkiyeli yazarlar tarafından yazılmış romanları bu sınıflandırmaya tabi olmaya ‘mahkum bırakan’ şeyler nelerdir? Kolay yoldan türlü cevaplar verilebilir elbet: Romanın dili, yazarının etnik-dinsel kimliği, romanın ilk yayımlandığı yer vs... Ya da soruyu şu şekilde de sorabiliriz: Orhan Pamuk romanlarını ‘Türk edebiyatı’ rafından alıp ‘dünya edebiyatı’ rafına koyabilmeyi ‘mümkün kılan’ şeyler nelerdir? ‘Kar’ romanını Türkçe olarak hem Türk edebiyatı rafında, hem de ‘Snow’ olarak dünya edebiyatı rafında görebilmek bize neyi ifade etmelidir? Hem Türkçe hem İngilizce bilenler romanı iki dilde de okuduğunda romanla ilgili beğeni ve yargıları arasında bir fark oluşur mu?

Eckermann’ın konuşması

Görüldüğü gibi soruları artırdıkça ulusal olan edebiyat ile küresel edebiyat, dünya edebiyatı arasındaki makas bir yandan genişleyip açılmakta ama öte yandan ansızın daralıp, kapanmakta, hatta bu ikisi arasında hiçbir mesafe kalmamaktadır. Bugün bizim dünya edebiyatı dediğimiz olguyu öğrencisi Eckermann’ın Goethe’nin 1827’deki bir konuşmasından aktardığı ‘Weltliteratur’ kavramından hareketle ve hala üzerinde herhangi bir uzlaşma olmaksızın tartışıyor olmamızın sebebi de meselenin hayli çetrefilli olduğunu gösterebilir.

Goethe’nin kavramı ortaya atmasından beri süregelen ve özellikle günümüzde yoğunlaşan şiddetli dünya edebiyatı/romanı tartışmalarına dair tabiri yerindeyse tadımlık bir çalışma da Abdullah Yılmaz tarafından Türkçeye çevrilerek geçtiğimiz aylarda yayımlanan Amerikalı eleştirmen Adam Kirsch’in ‘Küresel Roman: 21. Yüzyılda Dünyayı Yazmak’ (The Global Novel: Writing the World in the 21st Century) başlıklı kitabı. Dünya edebiyatına dair güncel tartışmaların ele alındığı ve bilhassa dünya edebiyatına karşı umutsuz, karamsar yaklaşımların tanıtıldığı bir girişin ardından Kirsch, kitapta sırası ile Türkiye’den Orhan Pamuk’un ‘Kar’ı, Japonya’dan Haruki Murakami’nin ‘1Q84’ü, Şili’den Roberto Bolaño’nun ‘2666’sı, Nijerya’dan Chimamanda Ngozi Adichie’nin ‘Amerikana’sı, Pakistan’dan Mohsin Hamid’in ‘Gönülsüz Köktendinci’si, Kanada’dan Margaret Atwood’un ‘Antilop ve Flurya’sı, Fransa’dan Michel Houllebecq’in ‘Bir Adanın Olabilirliği’ ve son olarak İtalya’dan Elena Ferrante’nin ‘Napoliten Romanları’ serisindeki dört romanı üzerine yoğunlaşıyor. Altı dili ve beş kıtayı kapsayan bu seçimlerin nedenini Kirsch, söz konusu yazarların “çağdaşlıkları ve ‘küresel’ romancı olmak gibi bir statüye sahip olmaları” ile açıklıyor ve bu yazarların “sınırları ötesi yazmanın ne anlama geldiği sorusuna yanıt vermeyi dene[diğini]” belirtiyor. Bu açıklama ne kadar tatmin edicidir tartışılabilir elbet ama meseleye Türkçe edebiyattan baktığımızda çalışmada neden örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay ya da Elif Şafak’ın değil de Pamuk’un yer aldığı sorusu haklı olarak sorulabilir.

Kirsch’in çalışmanın girişinde yer verdiği ve Emily Apter, Michael Lind, Tim Parks, Pascale Casanova gibi isimler üzerinden yürüttüğü, dünya edebiyatı/romanı denilen şeyin nasıl bir şey olduğunu ve bu kavramın hangi kıstaslar gözetilerek tartışıldığını göstermesinden anladığımız üzere Kirsch’e göre dünya edebiyatı ‘umut vaat eden’ bir tarafa haiz olabilmekte, çalışmasında ele aldığı yazarları yan yana okuyabilmenin mümkünlüğü ile de bunu bize gösterebilmektedir. Zaten “dünya edebiyatının mümkün olabilirliği –özel olarak, yaygın modern irdeleme ve açıklama tarzı olarak romanın ‘küresel’ olup olamayacağı sorusu, anlamlı biçimde küresel bir bilinçliliğin var olup olamayacağı sorusundan başka bir şey değildir.” Dünya edebiyatı/romanına dair güncel tartışmalarla tanışabilmek adına Kirsch’in bu ‘hap’ çalışmasına göz atmak faydalı olabilir.

Küresel Roman:
21. Yüzyılda
Dünyayı Yazmak

Adam Kirsch

Çeviri: Abdullah Yılmaz

Vakıfbank Kültür Yayınları

103 sayfa. 

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ