İstanbul Sözleşmesi kimleri rahatsız etti?

Toplumdaki konumu, etnik kökeni, dini inancı, siyasi ideolojisi, mensup olduğu sosyal sınıf gibi pek çok yönden ayrışabilecek kadınlar, uğradıkları şiddete ve maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı ortak paydada buluşabiliyor. İktidar sahiplerini ve onların değirmenine su taşıyanları rahatsız eden de budur.

HÜRREM SÖNMEZ

Memlekette yaşanan “tuhaflıklara” son bir kaç haftadır bir yenisi daha eklendi: bilhassa iktidara yakın bir kısım erkek köşe yazarı tarafından, sosyal medya ve köşe yazıları aracılığı ile başlatılan“İstanbul Sözleşmesi” tartışması. Tuhaflık diyorum zira normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan uluslararası bir insan hakları belgesinin bu şekilde tartışmaya açılması en hafifinden “utanç verici” görülüp kınanır, gündem oluşturması bir yana “Bu sözleşme yüzünden aileler yıkılıyor” türünden lakırdılar edenlerin akıl sağlığı ve okuduklarını anlama yetenekleri sorgulanırdı. Zira ‘çekilelim’ diyene “Neden? Kadınların, çocukların şiddet görmesinin önlenmesini, herkesin karısını, sevgilisini rahat rahat dövebilmesini, öldürebilmesini mi istiyorsun” diye sormak icap eder ki bu, modern bir toplumda aslında artık gündeme gelmemesi gereken bir sorudur. Ama ne yazık ki öyle olmadı ve bazı çevrelerce gerek İstanbul Sözleşmesi gerekse 6284 Sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ üzerinden, son yıllarda benzerine sıkça rast geldiğimiz türden bir “gerici toplum mühendisliği” harekâtı başlatıldı. 

Kadına şiddete karşı temel bir metin
Bu harekâta öncülük eden kalemler tarafından ‘15 Temmuz’dan Daha Büyük Tehlike’, ‘İstanbul Sözleşmesi Denen Ucube’ , ‘Yıkım Projesi’  gibi ifadeler ile anılan Sözleşme isminden de anlaşılacağı üzere İstanbul'da, 11 Mayıs 2011'de imzaya açılmış ve  1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girmişti. Kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların şiddetten korunması, şiddetin faillerin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için temel kuralları düzenleyen, bu konuda taraf devletlere de yükümlülükler yükleyen  bu metni ilk imzalayan ve onaylayan ülkenin Türkiye olması, kadın hareketinin ve uzun yıllar boyu verilen mücadelenin yüzümüzü güldüren bir sonucuydu aslında. Her ne kadar bugün bazı çevreler tarafından “Sekülerizmin şeytan icadı” olarak sunulmaya çalışılsa da, İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girdiği tarih itibariyle toplumdaki farklı politik çevrelerden kadınların üzerinde hemfikir olduğu bir temel metindir. 
İstanbul Sözleşmesi’nin giriş bölümünde; kadına yönelik şiddetin, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğu; bu güç ilişkilerinin erkekler tarafından kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasına ve ayrımcılık yapılmasına yol açtığı, kadınların ilerlemelerinin önünde engel oluşturduğu kabul edilerek, kadına yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin ortadan kalktığı bir Avrupa yaratmak arzusu ve iradesi ortaya koyulur. Sözleşme, uluslararası hukukta kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konusunda yaptırım gücü olan, bağlayıcı ve bağımsız bir denetim mekanizması kurulmasına yer veren  ilk sözleşme niteliği taşıyor olması nedeniyle de son derece önemlidir.   

“Sağlam” aile yapımız ne halde?
İstanbul Sözleşmesi’ne savaş açan “erkek” kalemlerin ifadesiyle ‘Dünyanın imrendiği, sağlam Türkiye aile yapımızı kökünden yıkmayı’ hedefleyen  bir ‘komplo’ olan bu sözleşmeyi, 2019 yılı itibariyle 33 devlet ve Avrupa Birliği’nin onaylamış olması da bu zihniyet için bir anlam ifade etmiyor olsa gerek. Onların cephesinden Batılıların Türkiye’yi kendi ahlaksızlıklarına dahil etmek arzusunda oldukları düşünülebilir. Lâkin bu noktada yıkılmak istenen ‘sağlam’ aile ve toplum yapımıza da bir dönüp bakmak zihin açıcı olabilir. Yalnızca 2018 yılında Türkiye’de 440 kadın öldürüldü, 317 kadın cinsel saldırıya uğradı, 2019 yılının ilk altı ayında 214 kadın öldürüldü,  Avrupa'da erken yaşta evliliklerin en çok görüldüğü ülke olarak Türkiye ilk sırada yer alıyor. Aile içi tecavüz, ensest ve çocukların cinsel istismarı vakalarında patlama yaşanıyor. 
Karşı karşıya olduğumuz tablo bu kadar canımızı acıtırken, başka tartışmalarda da sıkça karşımıza çıkan gerici zihniyetin, birdenbire âdeta bir düğmeye basılmış gibi İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açması ve bunu da son derece ahlaksız bir yerden, toplumun gözünün içine baka baka yalan söyleyerek, Sözleşme’nin mahiyetini ve gayesini çarpıtarak yapması bir tesadüf değil.  Bunun bilgisizlikten kaynaklandığını söylemek de mümkün görünmüyor. Son derece sistemli bir şekilde yürütülen bir toplumsal mühendislik çerçevesinde kutsal aile, genel ahlak gibi, hele de şiddetli bir toplumsal çöküşün yaşandığı böyle bir dönemde son derece tartışmaya muhtaç hale gelmiş kavramlar bahane edilerek, aslında kadın özgürlüğü ve o özgürlük için verilen mücadele hedefe konulmak isteniyor. Siyasi iktidarın, kadının toplumdaki konumunu aile içindeki varlığına ve annelik sıfatına indirgeyen politikaları ile paralellik arz eden toplumsal kodlar devreye sokularak, “kol kırılır yen içinde kalır”, “kocandır döver de sever de” iklimindeki “o tatlı huzura” gölge düşmesin isteniyor. Lakin toplumdaki konumu, etnik kökeni, dini inancı, siyasi ideolojisi, mensup olduğu sosyal sınıf gibi pek çok yönden ayrışabilecek kadınlar, uğradıkları şiddete ve maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı ortak paydada buluşabiliyor. İktidar sahiplerini ve onların değirmenine su taşıyanları rahatsız eden de budur, kadınlardan yükselen ve gitgide güçlenen bu itirazdır.

“Yıkım projesi” değil, kadınların mücadelesinin eseri
İstanbul Sözleşmesi bir yıkım projesi, başımıza gelen bir felaket değil. Bu ülkenin kadınlarının kendilerine reva görülen şiddete karşı yıllar boyunca verdikleri mücadelenin neticesidir. Yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olan bir şey varsa o İslamcı erkeklerin iddia ettiği gibi kutsal aile müessesesi filan değil, “toplumsal hassasiyetlerimiz” adı altında dayattıkları ve ilelebet sürsün istedikleri bu çürümekte olan ikiyüzlü muhafazakar ahlaktır. “Toplum düzenimiz” diye diye kadınlar üzerinde kurdukları erkek tahakkümüdür.  

Kategoriler

Güncel