OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Bu Kürtler ne yapsın?

Kürtler, onurlarını koruyarak ve kendileri olarak ülkenin bir parçası olmaya çalışıyorlar. Onları iteleyen, öteleyen merkezdeki tekçi devlet aklı ve onun toplumsal tabanı. Ülke meclisine girmeye çalışıyorlar, bütün engelleri çıkarmanıza rağmen giriyorlar, bu sefer de orada yok muamelesi yapıyorsunuz. Belediye başkanlarını oy verip seçiyorlar, kayyım atıyorsunuz, bir daha seçiyorlar, soyut gerekçelerle bir daha kayyım atıyorsunuz.

HDP’nin kazandığı Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerinin hükümet tarafından gasbedilerek, o şehirlerin valilerinin kayyum olarak atanması Türkiye için şaşırtıcı değil belki ama bu şaşırmama hali haksızlığa itiraz etme direncimizi köreltmemeli. Yapılan su götürmez bir haksızlıktır. Sandıkta yenemediğini zorbalıkla ezmektir. Fakat, hükümet cephesinden ve onun destekçilerinden “koca koca adamlar”, bizi aptal yerine koyarak yapılanın ne kadar hukuki ve demokratik olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Hani, bütün zalimler yere batsın ama illa seçmek zorunda olsam herhalde zalimin de “harbisini” seçerdim. “Ben hak hukuk tanımadan seni ezeceğim”, diyenin seni ve üçüncü tarafları yaptığının doğruluğuna ikna etmek gibi bir derdi zaten yok. Yaptıkları zulme akla ziyan gerekçeler uyduranlara katlanmak sanki daha zor. İnsanın aklına ve onuruna katmerli yük bindiriyorlar: hem dövüyor hem de dalga geçercesine seni dövmesinin ne kadar haklı, ne kadar aslında senin de iyiliğine olduğuna seni ve çevreyi iknaya çalışıyor. Neredeyse dayak attığı için kendisine teşekkür ettirecek! 
Belediye başkanlarının görevden alınması için hükümet yetkililerinin ve destekçilerinin ağızlarına pelesenk ettiği “gerekçe” bu belediye başkanlarının “terörle iltisaklı” olduğu, “teröre yardım ettiği”. Sırayla gidelim. Bu sayılanlar ceza yasasına göre suçtur. Bir kimsenin bir suçu işleyip işlemediği mahkemelerde -Türkiye mahkemelerinin tarafsızlığı ve bağımsızlığı hakkındaki bütün şüphelere rağmen- karara bağlanır, suçun olup olmadığına yürütme/hükümet karar veremez, verirse yargının yetkisini gasp etmiş olur. Suç mahkemede sabit olur, bir kimsenin hakkında açılmış soruşturma olması suçlu olduğu manasına gelmez. Söz konusu belediye başkanları hakkında seçilme haklarını engelleyen bir mahkeme kararı var mı? Varsa daha dört ay evvelki seçimlerde nasıl aday oldular? Dört ay önce var olmayan bir hal dört ay zarfında nasıl var oldu? Bu üç kişi bu dört ay zarfında hangi eylemleriyle teröre yardım ettiler, bu nasıl tespit edildi, hangi mahkeme karar verdi? Bu soruları somut delillerle yanıtlamadan yapacağınız işlem kanuni olsa da hukuki olmaz, zaten yandaşlarınız olanlar dışında kimseyi ikna edemez, vicdanları rahatlatamazsınız.  Bakanlığın açıklamasında birtakım “suçlamalar” arka arkaya sıralanmış ama bunların şu noktada idarenin iddiası olmaktan başka bir değeri yok. Bunların ispatlanacağı yer mahkeme olmalı. Yoksa ne ala, beğenmediğin belediye başkanı hakkında kağıdın üstüne “şöyle yaptı, böyle yaptı” diye yaz, bir savcıya da soruşturma açtırt, savunma hakkını kullanacağı mahkemenin sonucunu beklemeden seçilerek oraya gelmiş kişinin yönetme hakkını elinden al! 
“Terörle iltisaklı olmak” kendi başına soyut bir laftır ve ancak kişiler böyle bir bağlantı içinde olur. Dolayısıyla kişilerin bu bağını somut olarak ortaya koymak zorundasınız. Yoksa, “terörle iltisaklı” diyerek bir partinin bütün başkanlarına, yöneticilerine, yetkililerine toptan suçlu muamelesi yapamazsınız, ne kadar uğraşırsanız uğraşın bu hukuk kılıfına sığmaz. Ayrıca hiç düşünüyor musunuz, sizin “terörle iltisaklı” dediğiniz partilere milyonlarca kişi neden oy veriyor, hem de otuz senedir bıkıp usanmadan. Bunun sadece silah zoruyla, tehditle alındığını düşünüyorsanız bu ancak kendini kandırmadır; AKP’nin ilk seçiminden bu yana bütün seçimleri makarna, kömür dağıtarak kazandığını söylemek kadar anlamlıdır. Çözümün yolu gerçekleri kabullenmekten geçer. Tabii çözüm gibi bir niyetiniz varsa. 
Bu meseleye Kürtler, en azından HDP ve onun selefi partilerin tabanını oluşturan Kürtlerin kahir ekseriyeti açısından bakabilmek, kendimizi onların yerine koyabilmek de önemli ve gerekli. Aslında durum, Türkiye’de birçok kişinin düşündüğünün tam tersi. Kürtler, onurlarını koruyarak ve kendileri olarak ülkenin bir parçası olmaya çalışıyorlar. Onları iteleyen, öteleyen merkezdeki tekçi devlet aklı ve onun toplumsal tabanı. Ülke meclisine girmeye çalışıyorlar, bütün engelleri çıkarmanıza rağmen giriyorlar, bu sefer de orada yok muamelesi yapıyorsunuz. Belediye başkanlarını oy verip seçiyorlar, kayyım atıyorsunuz, bir daha seçiyorlar, soyut gerekçelerle bir daha kayyım atıyorsunuz. Kürt halkına, “Benim istediklerimi seçmezsen seçtiklerini her seferinde görevden alırım”, mesajı vererek inatlaşmaya gidiyorsunuz.  Onlar, temsili demokrasinin normal kanallarını kullanmaya çalıştıkça bu kanalları tıkıyorsunuz. O su bir yerden akacak. Böyle yaparak, “arasına mesafe koysun” dediğiniz yapıya bizzat siz onları yönlendiriyorsunuz. Burada devletin öteden beri yarattığı bir ikilemden de bahsetmek gerekir. Hakkı, hukuku, meşruiyeti hiçe sayan uygulamaları, muameleleri yapan devlet ve hükümet yetkilileri, buna verilen tepkiler meşruiyetten kıl kadar sapsa, denklemi ve kronolojiyi tersine çevirip, “İşte gördünüz mi bunlar terörist” diyecek ve o tepkileri kendi eylemlerine gerekçe olarak kullanacak. 
Velhasıl, “geri kalan” herkesin şu soruyu düşünmesi lazım: bu cenderede Kürtler ne yapsın? Sadece “iyi Kürt” olup, merkezin izin verdiği partilere mi oy versinler? 
CHP cenahına gelecek olursak. CHP’nin bu gaspa vereceği tepki, tepkinin dozu ve şekli çok önemli (veya belki de önemliydi demeli). Devlet koalisyonundaki ezeli yerlerini, hatta kurum bazında düşünecek olursak, o koalisyonu doğuran kurum olma vasıflarını korumayı seçerlerse Erdoğan rejimini bir süre daha uzatmış olurlar. CHP’den yapılan açıklamaların lafzı yerinde olsa da daha somut dayanışma adımlarının düşünülüp hayata geçirilebilmesi lazım. Gel gör ki, parti yönetimi protestolara dahi katılmama kararı almış. HDP tabanının Öcalan’ın tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesindeki  ‘imasına’ itibar etmemesi bir fark yarattı. Aynı durum CHP tabanı için de söz konusu olur mu? 
Görünen o ki CHP bu önemli momenti göz göre göre bir kere daha harcayacak. Bu sadece bu anın meselesi de değil. Cumhuriyetin kuruluşundan beri oluşan anti-demokratik yapının kırılmasının da yolu buradan, yani haksızlığa uğrayan “öteki”ne el vermekten, Barış Ünlü’nün deyimiyle “Türklük Sözleşmesini” bozmaktan geçiyor. CHP şu anda bunu yapabilir. Derseniz ki, CHP o sözleşmenin bizzat yaratıcısı, tarihsel olarak haklısınız ama işte gel gör ki CHP’nin o kimlikten sıyrılabilmesi, tarihin içinde bulunduğumuz bu noktasında hem parti olarak kendisinin hem de ülke olarak Türkiye’nin demokratik bir dönüşüm geçirmesi için hayati oldu. Olmayacak dua mıdır?