AREVATEM/ Gezegenin gidişatı ve 'Antroposen': Yeni bir jeolojik çağ

Agos'ta bu haftadan itibaren yeni bir köşe var. İren Bıçakçı ve Rudi Sayat Pulatyan Arevatem (Güneşe Karşı) başlıklı köşede her hafta iklim sorunları ve iklim kriziyle mücadeleye dair haberleri paylaşacaklar. İlk hafta konuya genel bir giriş ve Antrposen yani insan eliyle yaratılan yeni bir çağın irkiltici tarifi var.

İREN BIÇAKÇI/ RUDİ SAYAT PULATYAN 

4.6 milyar yaşında olan Dünya’daki insan varlığı sadece küçük bir nokta. Hatta o kadar küçük bir nokta ki dünyanın 4.6 milyar yıllık varlığını 24 saate indirgersek, modern insanın dünyadaki varlığı sadece yirmi saniyelik bir zaman dilimine tekabül ediyor. Geçirdiğimiz bu kadar kısa süreye kıyasla gezegene verdiğimiz zarar ise akıl almaz boyutta.
14. yüzyıldan bu yana sürekli artmakta olan insan popülasyonu bugün 7.7 milyara ulaşmış durumda. Sorun ise salt insan nüfusunun artmasından ziyade bu artışın mevcut tüketim alışkanlıklarımız nedeniyle kendi türümüz de dahil tüm canlı türlerinin aleyhine işlemesi. Öyle ki, bugün dünyada var olan ağaçlar, insanların ilk medeniyeti kurdukları kabul edilen beş bin yıl öncesine kıyasla yarı yarıya azalmış durumda. Biz, doğal yaşam alanlarını tahrip ederek, hayvan ve bitki türlerinin büyük bir kısmının yok olmasına neden olduk. İnsanların ortaya çıkışından itibaren, yabani memelilerin %83’ü, deniz memelilerin ise %80’i yok oldu. Bu yokoluşun büyük bir kısmı ise endüstri devriminden sonra, yani son 150 yılda meydana geldi. Özellikle arı popülasyonundaki keskin düşüş gezegendeki tüm biyoçeşitliliği tehdit ediyor. Amerika’da yapılan bir araştırma 1998 yılında beş milyon olarak ölçülen arı kovanlarının 2015 yılına gelindiğinde yarı yarıya azaldığını ortaya koydu. Bugün tükettiğimiz besinlerin %90’ından fazlasını oluşturan yüz bitki türünün büyük bir kısmını arılar sayesinde tüketebildiğimizi düşünürsek, bir an önce harekete geçmemiz gerekiyor.

Geri döndürülümez seviye çok yakın
Beş bin yıl içerisinde insanlar; tarım arazileri oluşturmak, şehirler kurmak, maden ocakları açmak gibi çeşitli bahaneler ile gezegendeki coğrafi alanların yarısından fazlasına müdahale etti.  Tüm bu müdahaleler; endüstri devrimi ile birlikte kömür, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere fosil yakıtların toprak altından çıkarılıp çeşitli amaçlarla kullanılmasına olanak sağladı. Fakat bu durum atmosferdeki karbondioksit ve metan miktarının biyoçeşitliliği yok eden seviyelere ulaşmasına neden oldu. Gezegenimiz için  atmosferdeki en ideal karbondioksit miktarı, sanayi devrimi öncesinde olduğu gibi 275 ppm seviyesidir. Ancak geçtiğimiz hafta atmosferdeki karbondioksit miktarı 409.79 ppm olarak ölçüldü. İklim uzmanları ise güvenli karbondioksit üst sınırını 350 ppm olarak belirledi ve karbondioksit miktarını bir an önce bu seviyeye çekmemiz konusunda bizleri uyarıyor. Bir kez atmosfere salınan karbondioksitin atmosferde yüz yıl boyunca kalabildiğini düşünürsek, bugün tüm karbon salınımını sıfırlasak dahi şu ana kadar salınımını yaptığımız karbon uzun bir süre atmosferde bize eşlik edecek. Karbon seviyesini bir an önce 350 ppm seviyesine çekmeyi başaramazsak şimdiye kadar bir derece ısıttığımız dünyanın ortalama sıcaklığını 1.5 derece arttırmış olacağız. Ortalama sıcaklıktaki iki derecelik artış ise bugün dahi etkilerini hissettiğimiz iklim krizinin geri döndürülemez bir noktaya taşınması demek. 2030’a kadar insan kaynaklı karbon salınımının sıfırlanamaması; buzulların tamamen erimesine, su seviyesinin yükselmesine, aşırı hava olaylarına, kuraklığa, iklim göçlerine neden olacak. Bu da bugünkü anlamıyla insan medeniyeti ile birlikte canlı türlerinin büyük bir kısmının yok olması demek.

Antroposen: Yeni bir jeolojik çağ
Bugün insan kaynaklı etmenler gezegenin gidişatını o denli etkiler noktaya ulaştı ki bilim insanları artık insanların etkili olduğu yeni bir jeolojik çağın başladığını düşünüyor. Antroposen olarak isimlendirilen ve 14 Eylül-10 Kasım arasında düzenlenecek olan 16. İstanbul Bienali’nin de teması da olan bu yeni jeolojik çağ; insan faaliyetlerinin biyolojik çeşitliliğe olan etkisinin bin yıllar boyunca arttığı, fakat sanayi devrimi ile birlikte sürdürülebilir olmayan seviyelere ulaştığı ve gezegeni yokoluşa götüren süreci tanımlamak için kullanılıyor. Aslında dünyanın belirli dönemlerde değişime uğraması; dinozorlar gibi bazı türlerin yok olup yeni türlerin ortaya çıkması, okyanus akıntılarının değişip kıtaların hareket etmesi alışılmadık bir durum değil. Fakat içinde bulunduğumuz dönemi diğerlerinden ayıran, tüm bu değişime bir türün faaliyetlerinin neden oluyor olması. Bundan daha da sorunlu olan ise tüm bu yıkımın baş aktörü olduğumuzu yüz yıldan uzun bir süredir biliyor olup bunu engellemek için hiçbir şey yapmıyor oluşumuz. Bu haftadan itibaren Agos’ta yazmaya başlayacağımız Arevatem köşemizde haftalık iklim haberlerini ve iklim krizine karşı harekete geçenlerin mücadelelerini paylaşacağız.


Kategoriler

Güncel