LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Vay lüfer vay

Lüferi kaybetmek, artık tutamıyor olmak sadece oburca bir dürtümüzü, sahip olduğumuz bir lezzeti yok etmez. Lüfer kaybetmek şehrin ruhundan bir parçayı da kaybetmek demektir. O nedenle, şehrin bu en lezzetli zamanında alışveriş yaparken biraz daha dikkatli olmak, şehre olan borcumuzdur.

“Vay lüfer vay!, diye koca balık pazarını inim inim inleten balıkçılar meğer ateş püskürdüklerinden bağırıyorlarmış. Lüfer sözünü duyup da bir parça olsun dönüp bakmayacak İstanbullu farz edemem. O kurnaz lüfer, etinin ne kadar tatlı olduğunu bildiği için tutulurken ettiği naz, sonra yaptığı kurnazlık avcısını fevkalâde tahriş eylediğinden insanın çiğ çiğ yiyeceği gelir.’’
Ahmet Rasim de benim gibi Heybeliadalıdır. Lüfere bu kadar önem vermesinden, adalı ya da Boğazlı olduğu anlamak gerekir. Mezarı, Heybeliada Mezarlığı’nın dış duvarına yakın bir noktada, Şafak Askerî Tesisleri üzerinden Büyükada’ya bakar. 
Ahmet Rasim “Balıkları tanımayan, özellikle lüferi tanımayan İstanbullu sayılmaz. Zaten eski eski İstanbullular ‘balık’ derken lüferden bahsederler. Diğer balıkları isimleri ile anarlar” diyor ve ekliyor: “Kofananın iki yanağıyla bir ufak rakı içerim.”
Eğer sağ olsaydı ve adaların bu durumunu görseydi adalı olmaya devam eder miydi bilmiyorum ama bu balık mevsiminde çok üzgün olacağından eminim. 
Eskiden balığın olmamasından şikâyet eden yok ama şımarıklığa varan bir seçiciliği var eski İstanbulluların. Bebek’in güneyine inince balığın tadı azaldığı için Karadeniz’e yakın yerler lüfer için makbulmüş. Özellikle Kanlıca Körfezi en iyi lüferin tutulduğu yermiş. Oradaki koruya da adını veren Abraham Paşa burada balığa çıkarmış. Av için kullandığı zokaları gümüşten yaptırdığı rivayet ediliyor. 
Karekin Deveciyan’ın ‘Türkiye’de Balık ve Balıkçılık’ adlı kitabının çevirmeni Erol Üyepazarcı, bir söyleşide şöyle bir anekdot aktarıyor: 
“Bir meraklı da Tanzimat edebiyatının büyük ismi Recaizade Mahmut Ekrem’in babası Recai Bey’dir. Onunla ilgili çok hoş anekdotlar vardır, çünkü balık tutarken rahatsız edilirse çok sinirlenirmiş. Bir gün Sultan Abdülaziz ve nedimi Nevres Paşa bunu fark ediyorlar. Tabii, padişah tebdil-i kıyafetle balık tutuyor. Recai Bey’i kızdırıyorlar, bir türlü oltasına balık vurmadığı için zaten öfkesi burnunda olan Recai Bey, tutup Sultan Abdülaziz’e, ‘Çember sakalından utan, yanındaki bu geveze adamı niçin susturmuyorsun?’ diyor, ‘Burayı hep nabekârlar doldurmuş!’ diye söylenip içini döküyor. 
Tabii gece, karanlık olduğu için tanımıyor, sakallı bir adam işte... Ertesi gün saraydan bir yaver geliyor, bir tepsi lüfer, ‘Dün padişah efendimiz size latife yapmış, balık tutamamışsınız, onun için gönderdi’ deyince tabii...’’
Artun Ünsal, ‘Boğaz’ın Beş Efendisi: Lüfer, Palamut, Levrek, Tekir ve İstavrite Dair’ adlı meşhur kitabında lüferi beş ‘efendi’den biri olarak ansa da, benim tanıdığım pek çok balık sever için lüfer en özel balıktır. Ben de zaman zaman uskumru ile lüfer arasında kalırım ama bir balığa ‘Boğaz’ın’ efendisi diyecek olsam lüferi seçerdim. 
Lüferi sevmek ise maalesef yetmiyor. Adanın namlı balıkçılarından Nuran Dayday’ın her gün balığa çıkıp eli boş dönmesi onu tanıyanlar için hiç de normal bir durum değil. Her balık avından dönüşte dertli dertli söyleniyor, “Deniz kurudu, kurudu...”
Denizin kuruması çok normal. Lüferin de diğer tüm canlılar gibi varlığını sürdürmesi için üremesi gerekiyor. Üremek için de yumurta bırakması lazım. Lüfer 23 santim boyuna eriştiğinde yumurtlayabilse de ırkının devamını sağlayacak kalite ve miktarda yumurtlayabilmesi için 27 santime erişmesi gerekiyor.
Lüferi kaybetmek, artık tutamıyor olmak sadece oburca bir dürtümüzü, sahip olduğumuz bir lezzeti yok etmez. Lüfer kaybetmek şehrin ruhundan bir parçayı da kaybetmek demektir. O nedenle, şehrin bu en lezzetli zamanında alışveriş yaparken biraz daha dikkatli olmak, şehre olan borcumuzdur. ‘Çinekop’ ya da ‘defne yaprağı’ diye adlandırdığımız balıklar aslında yavru lüferlerdir. Ve eğer yavru lüferleri yersek, avlanmalarına göz yumarsak, arkamızdan gelen nesillerden bu balığı esirgemiş olacağız. Şehrinize sahip çıkmak istiyorsanız, yavru lüferi yemeyin. Şehrimiz için en azından bu kadarını yapabiliriz.