OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Talimatname ve izlenecek yol

Türkiye Ermeni toplumuyla ilgili kararlar alınırken çağdaş insan hak ve özgürlükleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi, bu ilkeler doğrultusunda üretilmiş metinler, kültürlerin, kimliklerin korunması gibi kriterler dikkate alınmalıdır. Nitekim son Anayasa Mahkemesi kararı da bunların altını çizmiş, devletin dinî alanı düzenlemekten kaçınması gerektiğini belirtmiştir. Müteşebbis Heyet bu kararın mantığını takip edebilir.

Nihayet patrik seçimi için beklenen talimatname geldi ve beklendiği gibi, sorunlu geldi. Sorun, adayların “İstanbul Patrikhanesine mahsus” olan episkoposlarla sınırlandırılmış olması. Oraya geleceğiz ama ondan evvel eskiye göre iyileşen bir-iki noktayı, bir de başarısız bir iyileştirme denemesini belirtelim.
Eskiye göre olumlu noktalardan biri, delege ve seçmen olabilme yaşının 18’e düşürülmüş olması ki aslında yapılan, bunu ülkedeki genel duruma uydurmaktan ibaret. Fakat, gene ülkedeki genel duruma uyum açısından yapılması gereken bir iyileştirme daha vardı: Patrik adayı olma şartının sadece babadan değil “babadan veya anadan Türk olmak” şeklinde düzeltilmesi. (Tabii, buradaki başka bir yanlış, ki o da ülkedeki genel yanlış zaten, “Türk olmak” ibaresi; “kendi, annesi veya babası Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan” şeklinde değiştirilmeli.) 
Başka bir olumlu nokta, propaganda yasağının kalkmış olması. Daha evvelki talimatname seçimden önceki günlerde adayların propaganda yapmasını yasaklamıştı. Yeni talimatname bu yasağı seçim günüyle sınırlı tutuyor ki o da normal bir uygulama. 
Başarısız iyileştirme denemesine gelince... Eski talimatnamede, aday olabilme kriterleri içinde “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin itimadına mazhar olmak” diye bir şart vardı. Bunun muğlak, gayri hukuki hatta keyfî bir kriter olduğunu söylemiştim. Yeni talimatnameyi hazırlayanlar bunun farkına varmış olmalı ki o ibarenin yanına, parantez içinde “Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine siyasi söylem ve eylemlerde bulunmak gibi devletin güven ve itibarını sarsacak faaliyetlerde yer almamak” ifadesini eklemişler. Eklemişler eklemesine ama özünde değişen bir şey olmamış, çünkü “güven ve itibarın sarsılması” da muğlak, izafi ve keyfidir. Konusu, seçme ve seçilme hakkını kısıtlayan, mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir suçun varlığı dışında, buraya ne yazarsanız yazın keyfî olmaktan kurtulamaz. Dolayısıyla, doğrusu bu şartın talimatnameden tamamen çıkarılmasıdır.
Asıl soruna gelmeden, daha evvel söylediğim bir şeyi tekrar edeceğim. Delege sistemi artık bugün tamamen gereksiz hale gelmiş, gerçek bir baş ağrısından ibaret. Bir an evvel bu sistemden kurtulmak lazım. 
Gelelim asıl mevzuya, yani adayların “İstanbul Patrikhanesine mahsus” olan episkoposlarla sınırlandırılmış olmasına. Günümüz Türkçesinde burada ‘mahsus’ kelimesinin kullanılması kulağı tırmalıyor. “İstanbul Patrikhanesine mensup” denilmesi daha doğru bir ifade olurdu. Peki, niye ‘mahsus’ demişler? Çünkü bu ifadeyi 1863’te yayımlanan Nizamname’nin Osmanlıca metninden olduğu gibi almışlar. Artık idarede bu talimatnameyi hazırlayanlar Nizamname’yi çok iyi biliyor da ondan mı, yoksa birileri sufle mi verdi bilinmez ama herhalde maksat bu kriteri Nizamname’ye dayandırarak meşrulaştırmak. Daha evvel de söylediğim gibi, Nizamname günümüzde birebir dikkate alınacak bir metin değildir, haliyle eskimiştir. O nizamname yazıldığında, misal daha Bulgaristan resmen Osmanlı toprağıydı, oradaki Ermeni Apostolik Kilisesi de İstanbul’a bağlıydı. Bugün Bulgaristan’da İstanbul Ermeni Patrikliği için bir aday olsaydı ne olacaktı? Ne o ülke kaldı, ne o patrikhane. 
Türkiye Ermeni toplumuyla ilgili kararlar alınırken çağdaş insan hak ve özgürlükleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi, bu ilkeler doğrultusunda üretilmiş metinler, kültürlerin, kimliklerin korunması gibi kriterler dikkate alınmalıdır. Nitekim son Anayasa Mahkemesi kararı da bunların altını çizmiş, devletin dinî alanı düzenlemekten kaçınması gerektiğini belirtmiştir. Müteşebbis Heyet bu kararın mantığını takip edebilir. Kararı bu açıdan incelediğim üç yazılık dizi de faydalı olabilir. 
Talimatnamedeki bu hüküm seçme ve seçilme hakkının kısıtlanması manasına gelir. Üstelik, talimatname 23. maddede “Patrik seçimine ilişkin geçmiş uygulamalarda ve geleneklerde olduğu gibi Patrik Kaymakamı, İstanbul Ermeni Patrikhanesine mahsus ve durumları Patrik seçilmeye müsait episkoposların isimlerini gösterir bir liste düzenleyerek…” derken açıkça bir maddi hataya düşüyor, zira ayan beyan ortada ki 20. yüzyılda iki kere yurtdışında görevli olan episkoposlar patrik seçilmiştir. 
Talimatnamedeki bu yeni şart, Ermeni toplumu açısından yakın gelecekte ciddi bir soruna yol açabilir. Şöyle ki, azalan nüfusa paralel olarak din adamı olmak isteyenlerin sayısında da bir azalma olacaktır. Bir kuşak sonra İstanbul Patrikhanesi’ne “mahsus” episkopos rütbesinde patrik olacak ruhani bulunamayabilir. O zaman ne olacak, patrikhane kapanacak mı? Eğer deniyorsa ki o zaman bu şart ortadan kaldırılır, o zaman şimdi niye var? İstanbul Patrikhanesi’ne “mahsus” olma şartının zararlarını anlatmak için şöyle farazi bir örnek de verebiliriz; Bugün bu şartı sağlayan üç potansiyel aday var. Öyle anlaşılıyor ki Bekçiyan Srpazan istekli değil. Geriye kalıyor iki aday. Peki, faraza onlar da istemeseydi veya sağlık durumları müsait olmasaydı, o zaman ne olacaktı? Bunlar öyle çok uzak ihtimaller gibi gelmesin size. Rumların Sen Sinod Meclisi örneği ortada. Sekiz sene kadar evvel bu meclisi oluşturacak yeterli sayıda Türkiye vatandaşı Rum ruhani bulamadılar. Sorun, AKP hükümetinin doğru bir adımıyla, uygun rütbedeki bazı Rum Ortodoks ruhanilere vatandaşlık verilerek çözüldü. Çok övündüğümüz çokkültürlülüğü korumaksa maksat, kısıtlayıcı değil, bu örnekteki gibi kolaylaştırıcı yaklaşımlar sergilenmelidir. 
Velhasıl, Ermeni Apostolik Kilisesi, farklı makamları ve merkezleri olmasına rağmen, bir bütündür. Uygun rütbedeki herhangi bir ruhani patrik adayı olabilmelidir, hak ve adalet bunu gerektirir. (Aslında ‘babadan Türk olma’ kriteri bile olmamalı ama şimdi bir de onu tartışmak fazla olacak. Ömrümüz vefa ederse bu kriterin de kalktığını göreceğiz.)
Peki, içinde bulunduğumuz bu durumda ne yapılmalı? Bir kere, Değabah ve Müteşebbis Heyet (MH) bu şarta olan itirazını, gerekçeleriyle, geçmiş örneklere ve son AYM kararına atıfla idareye ivedilikle bildirmelidir. Talimatnamede Değabah’ın aday listesini 1 Ekim’e kadar Ruhani Genel Meclisi’ne göndermesi gerektiği belirtilmiş olsa da, hukukçular daha iyi bilir ama böyle bir tarihin idare hukuku açısından bir anlamı veya yaptırımı yoktur. Değabah ile Ruhani Genel Meclisi arasındaki bir işleme idarenin bir son tarih koyması manasızdır. Dolayısıyla, Değabah’ın buna uymak için acele etmesine gerek yok. Kaldı ki, 1 Ekim’den evvel verilecek bir itiraz dilekçesi o takvimi de durdurur. İdareden gelecek cevap beklenir. İdareden gelen cevabın olumsuz olması, yani “mahsusluk” şartında ısrar edilmesi veya yasal süre içinde idareden bir cevap gelmemesi durumunda gidilecek iki yol olabilir. Biri, tahmin edilebileceği üzere, idare davası açmak. Bunu Değabah ve MH’nin açması daha münasip olur. Nitekim Değabah Maşalyan da yerinde bir ifadeyle (“İlgili mercilerimizle her düzeyde, özellikle Seçim Müteşebbis Heyetinde bu sorunun müzakere edilerek bir karara bağlanması gerekmektedir. Seçim sürecini yöneten Değabah olarak çıkacak sonucu saygıyla karşılayarak gerekli adımları atmayı taahhüt ediyorum”), üstüne düşeni yapacağını söylemiştir. Toplum olarak bizlerin de Değabah ve MH tarafından dillendirilecek itirazların arkasında durmamız, onları yalnız bırakmamamız gerekiyor. 
Öte yandan, eğer onlar dava açmaktan imtina ederse, daha evvelki örnekte olduğu gibi Türkiye Ermeni toplumu mensubu herhangi biri de bu davayı açabilir. Nitekim, bana böyle bir davayı açacağını söyleyenler oldu. Seçim iki adayla yapılırsa, seneler sonra da olsa bu kişilerin açacağı dava sonuçlanınca, seçilen kişinin patrikliği düşecektir. 
Bu, uzun yol. Bir de bu işin kısa yolu var gibime geliyor. Bir ruhaninin İstanbul Patrikhanesi’ne ‘mahsus’ olduğuna nasıl karar veriliyor ve bu nasıl değişiyor? Değişmez bir durum olmaması gerek. Öyleyse, patrik adayı olmak isteyenlerin hemen yarın İstanbul Patrikhanesi’ne ‘mahsus’ olmalarının önündeki engel nedir? Daha evvel örneği yoksa daha iyi, çünkü sizi kısıtlayan bir şey yok demektir. Dinî kurum bir ruhani için “Benim mensubumdur” dediği takdirde, AYM’nin de dediği gibi, laik ve demokratik bir devlet ve toplum düzeninde sivil otoritenin bunu kabul etmeme veya sorgulama gibi bir yetkisi yoktur. Türkiye anayasası da ülkeyi laik ve demokratik olarak tanımladığına göre, sorun yok. Kaldı ki, Sen Sinod Meclisi’ni tamamlamak için din adamları ‘bir gecede’ vatandaş olabiliyorsa, patrikhane mensubu da olabilir.