OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Mahsusluk ve mahsusçuktan seçim

Bütün mesele adil ve hakkaniyetli olmaktır. Doğal adaylardan isteyen herkesin seçime girdiği, hilesiz, hurdasız, şantaj ve tehdit olmadan, herkesin hür iradesiyle oy verdiği bir seçimle seçilecek adayı beğenmesek de o seçimin meşruiyetini sorgulayamaz, sonucunu tanımazlık edemeyiz.

Müteşebbis Heyet, adayları kısıtlayıcı bir hükümle gelen seçim talimatnamesi konusunda izlenecek yola karar verebilmek için vakıflara danışma kararı aldı. Kimileri bunu “sorumluluğu üzerinden atma” olarak yorumlasa da, ben olumlu bir adım olarak görüyorum. Sonuçta heyet net olarak bir karar alamıyorsa daha geniş toplumdan fikir almak, nabız ölçmek doğrudur. Fakat eğer bu toplantı bildik şahsiyetlerin açık ya da kapalı tehditleriyle vakıf temsilcilerini sindirip, “Gördünüz mü, vakıflar da iki adayla seçim yapılmasından yana” demeye zemin hazırlamak için düşünülmüş bir toplantıysa yazık olur. Oraya katılacak herkesin medeni cesareti olan, onurlu yetişkinler olarak, düşündüklerini herkese karşı açıkça söyleyebilmesi gerekir.  

Bu seçimin anlamlı ve adil bir seçim olması neden önemli, bir kez daha açıklamaya çalışalım. Bir kere, etik ve ahlak gereği bu böyle. Biraz basit bir benzetme olacak ama durumun anlaşılması için yapmama izin verin: Bir 100 metre yarışında yarışacak kimi yarışçıların stada girişinin zorla engellendiği bir yarış hakkında ahlaken ne düşünürseniz, bu seçim iki adayla yapılırsa aynı şeyi düşünebilirsiniz. İkincisi, eğer patrik Ermeni toplumunun temsilcisiyse, ki kanunen olmasa da fiilen öyle oluyor, o halde bunun toplumu kapsayan bir seçim olduğundan emin olmamız gerekir. Aday olmak isteyenlerden bazılarının daha önce olmayan engeller konarak baştan elendiği bir seçimin temsil özelliği kaçınılmaz olarak sakatlanacaktır. Aday olmak isteyenler olabilselerdi ne kadar oy alacaklardı, hiçbir zaman bilemeyeceğimiz için, yapılan seçim de ilelebet şaibeli kalmaya, seçilecek patrik de ‘buçuk patrik’ olmaya mahkûm olacaktır. Makamında da rahat oturamayacaktır. Açılacak davanın baskısı bir yandan, patrikliği süresince alacağı her kararın sakat seçimden dolayı sorgulanacak olmasının yaratacağı gerginlik bir yandan, sıkıntılı bir süreçle karşı karşıya kalacaktır.  

Bütün mesele adil ve hakkaniyetli olmaktır. Doğal adaylardan isteyen herkesin seçime girdiği, hilesiz, hurdasız, şantaj ve tehdit olmadan, herkesin hür iradesiyle oy verdiği bir seçimle seçilecek adayı beğenmesek de o seçimin meşruiyetini sorgulayamaz, sonucunu tanımazlık edemeyiz. Fakat adayların keyfî biçimde kısıtlandığı bir seçimin sonucu meşru olmaz, herkes tarafından sorgulanır ve “Ben bu seçimin sonucunu tanımıyorum” diyene de söyleyecek sözünüz olmaz.

Gelelim yapılabileceklere. Daha doğrusu, ne yapılmaması gerektiğinden başlayalım. Yapılmaması gereken şey, hiçbir inisiyatif almadan, gelen talimatnamenin şu anda Türkiye’de görevli ruhanilere izin verdiğini düşünerek iki adaylı bir seçime gitmektir. O durumda yukarıda anlattıklarımız gerçekleşir. Bu sorunun çözümü için yapılabilecekler konusunda ise yaratıcı olmak zorundayız. Yapılabilecekler için ilk günden beri iki şey söylüyorum: Düzeltme talep etmek ve bütün doğal adayları “İstanbul’a mahsus” kabul etmek. Bu ikisini çeşitli şekillerde birleştiren kombinasyonlar düşünülebilir. Her halükârda, idareye bir karşı yazı yazılması gerekiyor. Bu yazının niteliği, dili ve yapısı birkaç farklı şekilde kurgulanabilir. Bunu açıklayacağım ama şunu söyleyeyim ki idareye gönderilecek yazının içeriği ve niteliği ne olursa olsun, onunla aynı anda yapılması gereken, bütün doğal adayları “İstanbul’a mahsus” kabul etmek için adım atılmasıdır. Şimdi kombinasyonlara biraz daha yakından bakalım.

İzlenebilecek yollardan biri kanaatimce şudur: İdareye gerekçeleriyle, atıflarıyla bir itiraz dilekçesi yazarak ilgili maddenin talimatnameden çıkarılmasını istemek, aynı anda bütün doğal adaylara mektup yollamak, böylece onları ‘mahsus’ kabul etmek. Aslında ideal olan da, o maddenin talimatnameden çıkarılmasıdır. Fakat, idareden yasal süre içinde bir cevap gelmemesi veya itirazı reddeden bir cevap gelmesi durumunda ne yapılacak? Buradan sonra da iki yol var. Birincisi, o maddenin talimatnameden çıkarılması için ısrarcı olmak, dolayısıyla idari mahkemede dava açmaktır. İkincisi, dava yoluna gitmeyerek, daha önce gönderilmiş mektuba olumlu yanıt veren bütün doğal adaylarla seçimi yapmaktır.

Dediğim gibi, ideal olan, itiraz ve gerekirse dava yoluyla yeni şartın talimatnameden çıkarılmasıdır. Fakat, bunun uzun süreceği yönündeki kaygıları da anlıyorum. Gerçi, aslında seçim olmayan bir seçim yapmaktan, toplumun geleceğini riske atmaktansa uzun sürmesi evladır. Yine de, seneler sürecek yeni bir sürüncemeden kaçınmak için alternatif bir yol da şu olabilir: İdareye bir itiraz, bir düzeltme talebi, dolayısıyla cevap bekleyen bir yazı yerine, daha evvelki talimatnamelerde ‘mahsusluk’ şartının olmadığını, buradan hareketle bunun kilise kurallarına göre belirleneceğini haber veren/ileten bir yazı göndermek ve aynı anda bütün doğal adayları aday kabul ederek süreci başlatmak. Böyle bir yazı gönderilmeden de süreç bütün doğal adayları kapsayacak şekilde başlatılabilir ancak kayıtlara geçmesi açısından böyle bir yazı gönderilmesi yerinde olur.  

İster itiraz eden, ister haber veren bir yazı yazılsın, her iki durumda da değabahın adaylara göndereceği mektup mahsusluğun emaresi, kanıtı ve yeter şartı kabul edilir. Yoksa, Patrikhane’nin kendisi episkopos takdis edemediğine göre, mahsusluğun şartı başka ne olabilir ki? Halihazırda Türkiye’de bulunuyor olmak mı? Bu son derece keyfî, hem Ermeni Kilisesi’nin yapısına, hem seçme ve seçilme hakkına aykırı bir kriter olur. Bunu kabul edecek olursak daha iki buçuk sene evvel değabah seçilen Karekin Bekçiyan bile bugün aday olamaz, Çünkü Türkiye’de görevli değil. Size daha ilginç bir şey söyleyeyim: Eğer bu mahsusluğu Türkiye sınırları içinde olmak olarak anlayacak olursak, Patrik Mutafyan’ın hastalığı anlaşılınca olması gerektiği gibi hemen 2009-2010’da seçime gidilseydi ve böyle bir talimatnameyle gidilseydi Sahak Maşalyan da o seçimde aday olamazdı, çünkü 2011 yılına kadar Ermenistan’da Kevorkyan Teoloji Akademisi’nde öğretim üyeliği ve dekanlık yaptı, Türkiye’de görevli değildi. Buna o gün evet demeyeceklerin bugün de dememesi gerekir.

Velhasıl, başvurulacak yollar var. Hiç olmaması gereken ise, iki adaylı bir seçime gitmek. Perşembe günkü toplantıdan ne çıkarsa çıksın, iki adaylı bir seçimde daha evvel dikkat çektiğim boykot seçeneği ve kavgası gündeme gelecektir. Sonuçta, süreç biraz daha uzayabilir ama senelerdir bir kandırma için mi mücadele verildi?