''Her türlü şiddete karşı ortak bir manifestoya ihtiyacımız var''

Ali Bayramoğlu son dönemde Yeni Şafak’taki köşe yazılarında Kürt sorununda yeni bir döneme girildiğine ve AK Parti iktidarının güvenlikçi politikalarının iflas ettiğine dikkat çekiyor. Bayramoğlu ile şiddet ve siyaset ikileminde Kürt sorununda içine girilen yeni dönemin özelliklerini konuştuk. Bayramoğlu’na göre, Türkiye’de demokratikleşmeyi savunan kesimler çok ciddi bir entelektüel krizle karşı karşıya.

FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr

  • Son günlerde Şemdinli ve Hakkari’de yaşanan çatışmalar, Antep’te yaşanan patlamayla Kürt sorununda yeni bir döneme girildiği söyleniyor. Siz de yazılarınızda bunu belirtiyorsunuz. Yeni dönemin özellikleri neler?

Bir süredir Kürt siyasi hareketinin PKK merkezli pek çok girişimi ve hamlesi var. PKK, Şemdinli ve Hakkâri çevresinde sabit ve yerleşik bir güç haline gelmek ve oradan halkın da katılacağı bir ayaklanmayı hayata geçirme politikasını uygulamaya çalışıyor. Bu politikanın farklı unsurları var. Sınırları çizilmiş bir bölgede, yani Şemdinli-Hakkâri bölgesinde alan kontrolü kavgası; düzenli çatışmalar; Antep bombalaması gibi olaylarla gerginliği artırıp halkı işin içine katmak; Hüseyin Aygün’ün kaçırılması gibi eylemlerle güç gösterisi yapmak; muhtemelen planlı ve danışıklı olan bir BDP-PKK karşılaşması; bütün bunlara baktığımızda askeri ve siyasi anlamda bir alan hâkimiyeti kavgasında PKK’nın bir üst aşamaya geçtiğini görüyoruz. Bu tür bir hamle ilk defa bu kadar büyük çaplı oluyor.

Neden ilk kez ve bu kadar çaplı bir hamle?

Bunu sağlayan Ortadoğu dengelerindeki ciddi değişiklikler. PKK, Irak’ta ve Suriye’de yerleşik bir güç olarak bu bölgenin aktörlerinden birisi ama Ortadoğu’nun ana gerilim eksenlerinde bugüne kadar yer almadı.

Bu ana gerilim eksenleri neler?

Bir tanesi, Sünni-Şii çatışma ekseni. PKK bu hatta hiçbir zaman yer almadı. Hâlbuki Barzani ve Talabani güçleri ABD’yle olan yakınlıklarının da etkisiyle Sünni eksenine yakın bir çizgi izlemeye özen gösterdiler. Bir başka gerilim ekseni; Doğu-Batı. Yani ABD ve İran’ın bölgedeki hegemonya kavgası. Bunlara bir de Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüşünü ve bölgede kendisine alan açmaya çalışmasını da ekleyin. Hatta Çin de bölgede daha aktif olmaya çalışıyor. Tüm bunları bir arada düşündüğümüzde Ortadoğu’da ne kadar büyük bir gerilim olduğunu anlamak zor değil. Bu gerilim, fiili ittifaklar üretti. Rusya, İran, Suriye yakınlaşması bunun en çarpıcı örneği. Ya da ABD, AB, Kürtler, Körfez ülkeleri ve Türkiye yakınlaşması da bir başka örnek… 

  • Bugün PKK, Rusya, İran, Suriye hattına daha yakın görünüyor o halde…

Temel olarak ABD ve Türkiye PKK’yı bastırmaya çalışırken, İran’da PJAK’ın faaliyetleri PKK’yı İran’la da karşı karşıya getirdi. Böyle olunca PKK bu gerilim hattında yer almadı. Son zamanlarda ise PKK eksenli Kürt siyasi hareketi bu hattın içinde yer alan bir aktör olmaya başladı. Gerek Sünni-Şii geriliminde, gerek Doğu-Batı geriliminde.

  • Türkiye’nin Suriye politikası da bunda etkili olmadı mı?

Evet. Türkiye’nin Suriye politikası gibi Sünni alanda son derece müdahil bir politikanın olduğu koşullarda, Rusya ve İran, Türkiye’yi bir tehdit olarak algılamaya başladı. Rusya ve İran, Suriye yönetimiyle birlikte PKK’yla yakınlaştılar. Şemdinli’de yaşananlara baktığımız zaman bugüne kadar edinilen bilgiler, böyle bir hamlenin ancak böyle bir lojistik destek ve hatta stratejik bir yönlendirme çerçevesinde hayata geçirilebileceğini gösteriyor. İşin bir başka yönü ise Suriye’deki mevcut rejimin karşısında bir muhalif bloğun oluşması… Bunun sonucu, Kuzey Suriye’de PKK çok rahat hareket etmeye başladı. Bu da yine Türkiye’nin Suriye politikasının önemli bir sonucu… Bu tablo içinde PKK’nın Esad rejiminin lojistik desteğini alıyor olduğunu söylemek için istihbaratçı olmaya gerek yok. Dolayısıyla biraz önce sözünü ettiğim siyasi ve askeri alan kontrolü politikaları, Arap Baharı’ndan ilham alan bir Kürt Baharı’nı gündeme getirdi. Bugün Kürt siyaseti, legal ve illegal unsurlarıyla bu tür bir merkezi seferberliğin parçası durumunda. Bu tablo şuna işaret ediyor: Türkiye’nin son dönemde uyguladığı güvenlik eksenli politikalar iflas etmiştir. 

  • Bunu açar mısınız?

AK Parti iktidara geldiği günden bu yana Meclis’teki diğer partilere göre daha az milliyetçi bir dile sahipti; Kürt sorununda daha dayanışmacı, bütünleşmeci bir tutumu vardı. 2011’e kadar, inişleriyle çıkışlarıyla, hükümetin Kürt politikası bir şekilde işledi. O yüzden de Güneydoğu da dahil olmak üzere oyunu sürekli artırdı. Hatta PKK’yla müzakere sürecine kadar gitti bu. Ancak buraya kadar AK Parti çok ataerkil davrandı. Hizmet politikasına fazla bel bağladı. Demokrasi tartışmaları da Kürt sorunu çerçevesinde cereyan etti. Oslo sürecinde bir kopuş yaşandı. 2011’deki Silvan saldırısıyla süreç tersine döndü. Oslo görüşmelerinin basına sızması, devlet ve Öcalan anlaşmış görünürken bir anda Silvan saldırısının patlaması ve ardından gelen peş peşe saldırılar, AK Parti’nin bir dizi endişeye kapılmasına yol açtı. Bunlardan birincisi siyasete inançsızlıktır. Yani “veriyorsun, tekrar istiyor, isterken de sürekli silahı masaya koyarak istiyor” diye düşünüldü. Bunun kabul edilemeyeceği, bu şekilde yol alınamayacağı fikri AK Parti’de yerleşti. Çok daha önemli ikinci bir endişe de şudur: AK Parti bazı temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanıldığı kanaatine vardı. KCK bunun örneği. KCK’nın bir tür paralel devlet gibi davranmaya başladığını gördüler ve salt demokrasi ve özgürlüklerle karşı taraf iyi niyetli olmadığı sürece çözüme ulaşılamayacağı sonucuna vardılar. Bu, tabii siyasete inançsızlıkla ilgili bir durum… MİT, Emniyet ve TSK da “PKK’yı silkelemek lazım. PKK kendini olduğundan daha güçlü gösteriyor, PKK’yı marjinalize edersek ki bu da teknolojik olarak ve de askerin yeni durumu dolayısıyla mümkün” diye düşündüler. Bunu yaparken sadece PKK’ya karşı askeri mücadele verilmedi. Kürt siyasi alanı da daraltılmaya çalışıldı. Düşünce özgürlüğü sınırlandırıldı. Asayiş mantığının önde olduğu bir önlemler paketi yürürlüğe girdi. 5-6 ay içinde KCK’nın geriletildiği sözleri duyulmaya başlandı. Ancak Ortadoğu’daki dengelerin değişmesiyle bu güvenlikçi politikalar iflas etti. PKK bölge gücü oluyor, bölge güçleriyle el ele verince PKK’nın hareket kabiliyeti artıyor.

  • Peki süreç nasıl devam eder?

Yarın ne olur, bugünden bilemem ama bugün tam bir savaş ortamının içindeyiz. PKK savaş ilan etti, devlet ve hükümet ise buna savaş diliyle cevap veriyor.

  • Yani çift taraflı olarak şiddet yükseliyor…

Savaş psikolojisi bunun karşılığını üretiyor. İki tarafta da öfke yükseliyor. Kürtler açısından şiddet, kurucu ve alan temizleyici bir işlev görüyor. Şiddet, politik bir işlev olarak değer taşıyor. Karşı tarafta da benzer bir durum var. Devlet nezdinde şiddet, Kürt sorunuyla başa çıkmanın bir aracı olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye toplumunun şiddet fikriyle çok ciddi bir sorunu var. Bu toplum hiçbir zaman politikaların üstüne çıkarak şiddete karşı ortak bir tavır alamadı. Farklı grupların şiddete karşı birlikteliğini bu toplum hiç yaşamadı. Toplumun şiddet karşısındaki tavrı, ilkesel değil politik ve tarafgirdir. Dolayısıyla bugün şiddete politik bir değer atfedilen bir ortamda aydınların, demokratikleşme talebinin taşıyıcısı olan kesimlerin, büyük bir krizle karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. Bu, şiddete dayalı politikalar karşısında başarısız olmanın getirdiği bir sonuç.

  • Peki, çözüm ne?

PKK’nın kurucu şiddeti olsun, devletin ve hükümetin tepkisel şiddeti olsun, ikisi de şiddeti politik bir araç olarak kullandığı sürece milliyetçiliğe gönderme yapar. Milliyetçi yaklaşımda şiddet, politik ve hatta toplumsal bir değerdir. En güçlü olanın hâkim olduğu, milli menfaatlerin şiddet aracılığıyla sağlandığı bir durum bu. Türkiye’de haklı şiddet-haksız şiddet, mazlumun şiddeti-zalimin şiddeti ikilemi içinde düşünmek çok yaygın. Sürekli olarak mağdur olanın haklılığını, haklı şiddeti öne çıkaran bir eğilim bu. Böyle olunca şiddet ile siyaset, şiddet ile hukuk arasında da sınır kalmıyor. Bu, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri… Yaşanan bir soruna, haklılık-haksızlık açısından değil de o sorun içinde karşımıza çıkan araçların meşruiyeti açısından bakmayı öğrenmeliyiz. Kürtler mi haklı devlet mi? Buna hiç bakmadan şiddet karşıtı olabilmeliyim. Bu ülkenin şiddete karşı entelektüel bir manifestoya ihtiyacı var. Şiddet karşıtlığını haykıracak, o şiddet kimden gelirse gelsin, devlet şiddeti de olabilir, başka tür şiddet de olabilir, her tür şiddet karşısında eleştirel tutum takınmayı öne çıkaracak bir manifestoya ihtiyacımız var. Nasıl nefret söylemine karşı mücadele ederken Ermeni, Kürt ayrımı yapmıyorsak, önemli olan nefret söyleminin kendisiyse, şiddet konusunda da kullandığımız aracın barışçıl ve şiddet karşıtı olması önemlidir. Türkiye’nin buna çok ihtiyacı var. 

AK PARTİ’NİN ATAERKİL SİYASET TARZI İFLAS ETTİ

  • Bu atmosferde yeni anayasa süreci ne olur?

Bugün itibariyle anayasa sürecinden çok umutlu değilim. Bunun temel nedeni Kürt sorununun geldiği nokta. Meclis’te ve Anayasa Komisyonu’nda temsil edilen dört partinin de katkısıyla yeni anayasa süreci imha edildi. Kürt sorununun anayasa ve parlamento üzerinden çözülme ihtimali bugün çok düşük. Siyasi alan inanılmaz derecede daraldı. Bu şartlarda anayasa belki olur ama bu, sorun çözücü bir anayasa olmaz. AK Parti iktidarının ataerkil siyaset tarzı, yani talepleri dinlemekten kaçınan, sadece tek yanlı olarak vermeyi seven anlayış, Kürt sorununda iflas etti. Birtakım yasalar çıkartmakla, tek yanlı olarak yeni bir anayasa yapmakla, ne Kürt sorununu ne de Alevi sorununu çözebilirsin. AK Parti askeri vesayet yapısını yıktı ya da büyük ölçüde geriletti. Yapıları yıkmak, özellikle antidemokratik olanı yıkmak çok zor değildir ama demokratik olanı kurmak o kadar kolay değil. Yıkarken tek yönlü davranabilirsin ama kurarken özgürlük budur diye tek taraflı olarak hareket edemezsin. AK Parti’nin siyaset anlayışından farklı bir siyasi anlayış gerekir. Bu da çok kolay değil, zira Erdoğan etrafında oluşan tek adam sistemi var. Erdoğan da çok ataerkil…

  • Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in mutabakat önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çiçek’in önerisi ana hatlarıyla devletçi bir yaklaşıma sahip. Şiddetle terör arasındaki ilişkiyi çok sıkı kurmak gibi bir handikapı var. Ancak yine de iyi bir metin çünkü şiddetle hiçbir şeyin çözülemeyeceğini, şiddete karşı herkesin seferber olması gerektiğini söylüyor. Çiçek kendisini hükümetin yerine koyarak, herkesi hükümetin yanında olmaya davet ediyor, bu da sorunlu bir yaklaşım. Devletin de bir şiddet dili var. Bu çağrının Meclis Başkanı’ndan geliyor olması etkisini azaltıyor. Sivillerden böyle bir çağrı gelmesi gerekir. Çiçek’in başkanı olduğu parlamentoda bulunan partilerin duruşları belli. Bu çağrı, bu parlamentodan bir sonuç alamaz.

(Fotoğraflar: Sarkis Güreh)