OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

"Varız" diyebilmek için

Bu noktaya gelmemizin önemli sebeplerinden biri de “Ne olursa olsun, bir an evvel seçim yapalım. En kötü seçim seçimsizlikten iyidir”, yaklaşımı oldu. Bunu destekleyen ikinci bir argüman da toplumsal varlığımızı korumak için devlet otoritesiyle uzlaşmanın kaçınılmaz olduğu savı. Bunlar ilk anda kulağa hoş gelen sözler ama bazı sorular sorduğumuzda dayandığı mantıkta bazı sorunlar olduğunu görüyoruz. Birinci soru “uzlaşma” kavramına dair.

Adı seçim aslı müsamere olan işe birkaç gün kaldı. Gelen hatalı talimatname yüzünden defolu olan bu seçimi düzletmek için yapacak bir şey şu anda yok. Velev ki son dakikada mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkmasın. Bu sorunlarımızı çözmez ama işin daha karmaşık hale gelmesini önler zira daha sonra çıkacak talimatnamenin iptali kararında makama oturmuş ama makamı terk etmesi gereken biri olacak. Aram Ateşyan’ın makamı gerektiğinde terk etme sicili berbat. Sahak Maşalyan da böyle bir durumda kalırsa ne yapar bir soru işareti. Aslında, her iki adaydan da kendisinin seçilmesi ve daha sonra Danıştay’ın talimatnameyi dolayısıyla seçimi iptal etmesi durumunda ne yapacağına dair bir açıklama duysak iyi olur. Böyle bir durumda makamı terk etmek için ayak direyecek birinin baştan seçilmemesi daha hayırlı olur. 

Bu noktaya gelmemizin önemli sebeplerinden biri de “Ne olursa olsun, bir an evvel seçim yapalım. En kötü seçim seçimsizlikten iyidir”, yaklaşımı oldu. Bunu destekleyen ikinci bir argüman da toplumsal varlığımızı korumak için devlet otoritesiyle uzlaşmanın kaçınılmaz olduğu savı. Bunlar ilk anda kulağa hoş gelen sözler ama bazı sorular sorduğumuzda dayandığı mantıkta bazı sorunlar olduğunu görüyoruz. Birinci soru “uzlaşma” kavramına dair. Kimler uzlaşır, kimlerin uzlaşmasına gerek vardır? Aralarında bir anlaşmazlık veya çelişki olanların uzlaşması beklenir. Peki, Türkiye Ermeni toplumuyla Türkiye devleti arasında nasıl bir anlaşmazlık veya varoluşsal  çelişki var ki bu ikisinin “uzlaşması” gerekiyor? Türkiye Ermeni toplumunun patriğini bildiği gibi, istediği kimseler arasından seçmesinin devlete ne gibi bir zararı var ki, bu konuda uzlaşma gerekiyor? İkincisi, uzlaşma dediğimiz durumda bütün taraflar en baştaki pozisyonlarından bazı tavizler vererek arada bir yerde buluşurlar. Eğer, Türkiye Ermeni toplumuyla Türkiye devleti arasında bir uzlaşma söz konusuysa, burada devletin verdiği taviz nedir? Dini liderin seçimle iş başına gelmesi bir taviz, bir lütuf değil, meşruiyetini tarih, demokrasi ve insan haklarından alan kazanılmış bir haktır.   

Başka bir soru da varlığa dairdir. Varlığı varlık yapan nedir? İnsanın iki ayağı üzerinde durması veya nefes alıp veriyor olması “Varım”, diyebilmesi için yeterli midir? Başka bir deyişle, varlık sadece fiziksel bir olgu mudur? Öyle olmasa gerek. Kanımca varlığın en önemli ispatı iradedir. Varlık iradede tecelli eder. Descartes’la polemiğe girmek istemem ama varlık için düşünmek yetmez gibime geliyor; eyleyebilmek, irade koyabilmek de gerekiyor. Daha açık söyleyecek olursak, varolmak demek özgür iradenizle tercihler yapıp, hayata geçirebilmek demektir. Bu kişiler için olduğu kadar topluluklar için de geçerlidir. Nasıl bitkisel hayattaki biri için “var” demek kolay değilse, dayatmaları kabul eden veya etmek zorunda kalan bir topluluk için de varlıktan bahsetmek kolay değildir. Elimizdeki talimatname de Ermeni toplumunun iradesine konulmuş bir ipotektir. Dolayısıyla, bunu kabul ettiğiniz zaman, bilerek veya bilmeyerek, korumaya çalıştığınız kolektif varlığı aşındırmış oluyorsunuz. 

Bu Pazar günü, bu talimatnameyle iradesinin çiğnendiğini düşünenler ve varlığımızı korumak için de bir fırsat aynı zamanda. Sandığa gitmemek de bir irade beyanı ama ben, daha evvel de söylediğim gibi, bu iradenin daha somut, daha görünür olmasının daha iyi olacağı kanaatindeyim. Tekrar etmek gerekirse, sandığa gitmek tek başına bu seçimi meşru kabul ettiğinizi göstermez, orada ne yaptığınız da önemli. Dolayısıyla, boş kağıda yazacağınız “voç/ոչ”, iradenizin ne olduğuna dair hiçbir tereddüde yer bırakmaz. 

Yalnız, sonuç üzerinde çok fark etmese de teknik bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim. Böyle bir ayrıma neden ihtiyaç duyulduğunu anlamamakla birlikte, Müteşebbis Heyet’in yönergesine göre boş oylar yani içinde hiçbir pusula bulunmayan veya boş beyaz kağıt bulunan oylarla, geçersiz oylar, yani üzerine isimden başka bir şey yazılı olan oylar ayrı ayrı sayılıp tutanağa geçirilecek. Dediğim gibi sonuçta çok fark etmese de herkesin mümkün olduğunca geçersiz yani üzeri yazılı pusula atmasında fayda var. Yekünün tek bir kalemde gözükmesi daha iyi. Yine de, son kertede bakılacak olan “seçilecek” patriğin toplam seçmenin yüzde kaçının oyuyla seçildiğidir. Her halükarda, seçilecek kişinin patrikliği talimatname yüzünden her daim sorgulanacaktır. Seçmenin nispeten küçük bir kısmı tarafından seçilmesi de bunu destekleyecektir. (Bu arada, Müteşebbis Heyet Başkanı Hosrof Köletavitoğlu toplam seçmen sayısı ve mükerrer seçmen sayısı hakkında bir açıklama yapmış. O konuda kafam biraz karıştı ama ayrıntıları öğrenelim, sonra konuşalım. 

Sonuçta, sandık tutanağında “VOÇ” diye bir kategori, öyle bir sayı olmasa da seçim usulleri gereği her bir zarftan çıkan pusulanın orada bulunanlara açıkça gösterilmesi, yüksek sesle duyurulması gerekiyor. Bu durumda orada bulunanlar bu oyları gayrıresmi olarak sayabilirler. 

Son bir uyarı. Konuştuğum bazı kimseler, o gün oraya protesto oyu vermek için gideceklerin, sandık başında veya kiliselerin bahçelerinde “eş dost” tarafından belli bir adaya oy vermeleri konusunda “ikna” edileceğine, geçmişte böyle şeyler yaşandığına dair endişelerini dile getirdiler. Seçim günü propaganda suçtur. Size o gün, sandık odasında, kilise bahçesinde vs. herhangi bir adaya oy vermeniz veya boş/geçersiz oy atmanız veya oy vermemeniz için “telkinde” bulunacakları sandık kuruluna ve orada bulunacak kolluk kuvvetine şikayet ederek tutanak tutturun ve haklarında şikayetçi olun. Çocuk oyuncağı değil bu. O gün sandık mahalinde adaylardan ve oylardan değil, havadan sudan, çocukların okulundan konuşun.