‘Bir oyundan bu kadar korkuyorlarsa barış için umut vardır’

Tiyatro sanatçısı Jülide Kural, Selahattin Demirtaş’ın ‘Devran’ adlı kitabında yer alan öyküleri okuma tiyatrosu olarak sahneye koydu. 11 Ocak’ta Kenter Tiyatrosu’nda sergilenen oyunun iki oyuncusundan biri olan Kural’la oyunu ve oyundan sonra iktidar çevrelerinden gelen eleştirileri konuştuk. Kural, “Bu bir ilk oluyor herhalde: Oyundan ya da oyunculardan çok oyunu seyirci olarak izleyenler tepki gördü. Bu tepki aslında barıştan ve demokrasiden ne kadar kortuklarını gösteriyor” dedi.

 ‘Devran’daki öyküleri sahneye koymak fikri nasıl doğdu? 

Biliyorsunuz, Türkiye’de bir süredir hukuk almış başını gidiyor. Ben de en başından beri Selahattin Demrtaş’ın davalarını olabildiğince yakından izlemeye çalışıyorum. Onun içinde bulunduğu durumun siyasi tutsaklık pozisyonu olduğunu biliyorum. Bu da beni bu ülkede yaşayan bir insan ve sanatçı olarak rahatsız ediyor. Demirtaş, tam da beklediğimiz gibi içinde bulunduğu duvarlar arasında kendisine bir atölye oluşturup, o atölyede üretmeye başladı. İlk önce ‘Seher’i yazmıştı. Ben aslında önce ‘Seher’i sahneye koymayı düşünmüştüm. ‘Seher’ bir okuma tiyatrosu için  çok cazipti ve pek çok kadın hikâyesi içeriyordu. Ama o dönemde bazı sağlık sorunları nedeniyle bunu yapamadım. ‘Devran’ yayınlandığında okuma tiyatrosu yapmayı kafama koymuştum. Kadın hareketini, kadının özgürlük mücadelesini önemseyen, bu mücadelenin parçası olan bir insan olarak bunu yapmak istedim. ‘Devran’da bir öykü kadın hikâyesidir. Diğerleri erkeklerin hikâyeleridir. O tek kadın hikâyesini ben okumaya karar verdim. Seçtiğimiz diğer hikâyeleri ise erkek oyuncular okusun, diye düşündüm. Okuma tiyatrosu zordur aslında. Metne bağlısınızdır ve izleyicinin dikkatini metinde tutmak bir oyuncu için kolay değildir. Kafamda, sahnede dört erkek oyuncu, kadın oyuncu olarak ben ve iki müzisyen olacaktı. Oyunu böyle kurguladım. Bir oyuncu için bir okuma tiyatrosunun parçası olmak, bir ay prova yapmayı gerektirmez. Dolayısıyla kolayca erkek oyuncu arkadaşlar bulurum, diye düşündüm. Kitap da yasal olarak satılan eserdi. Ama beklediğim kadar kolay olmadı. Hiç aklıma gelmeyen zorluklar yaşadım. 

Ne zorluklar yaşadınız?
Oyunda birlikte yer aldığımız Ömer Şahin sevinerek teklifimi kabul etti. Kendisi Kürt tiyatrosundan gelen bir oyuncu arkadaşımız. Onun dışında Türk tiyatrosunda bilinen tanınan üç erkek oyuncu arkadaşımıza teklif ettim. İlk aşamada kabul ettiler. Ancak daha sonra özellikle iş bulmak konusunda bunun kendilerine bedeli olacağını düşündüler. Çevrelerinden de bu yönde telkinler almış olabilirler. Bu üç erkek oyuncu beni bir buçuk ay oyaladılar. Ben bu sürede rejiyi kafamda bitirmiştim. Bir buçuk ay sonunda bu oyunda yer almayacaklarını açıkladılar. Ben de “Onlarla olmuyorsa yine de yaparım” diye düşündüm.  Bu arada bir başka oyuncu aradı beni. Başka bir ükenin vatandaşı olan bu oyuncu, ‘Devran’da yer alabileceğini söyledi. Provalara başladıktan bir süre sonra o da vazgeçti. 

O niye vazgeçti? 
O da Türkiye’de çalışmak istediği için korkmuş, anladığım kadarıyla… Doğrusu bu beni çok kırdı. Bu süreçte şunu gördüm. Evet, bu ülkede pek çok adaletsizlik var. Pek çok insan hapishanede, bedel ödüyor. Ama içimizde bize hakim olan korku bence çok daha tehlikeli. İçimizde kurduğumuz bu hapishaneyle gerçek anlamda özgürlüğümüzü kaybederiz. Demirtaş’ın hapishanede olduğu halde özgür olabilmesinin nedeni, kendi içinde o hapishanenin olmaması. O yüzden yazıyor, çiziyor, üretiyor. 
O oyuncu gidince ekip de olumsuz etkilendi ama moralimizi toplayıp yola devam ettik. Sonuçta bir erkek, bir de kadın oyuncu olarak okumaya karar verdik. Bu durumda erkek hikâyelerininin de bir kısmını ben okumaya karar verdim. Sonuçta oldu da... Oyunu izleyen pek çok insan bana “Öyle bir şey yapmışsınız ki ne fazla ne de eksik olmuş” dedi. Bence de sanatta bunu başarmak önemli. Bu tür sanatsal faaliyetlerde slogancılığa kaçma riski hep vardır. Slogan atmazsınız ama öyle bir şey söylersiniz ki slogandan daha etkili olur. Ben de bunu yapmaya çalıştım. Ekiple birlikte bu işi başardık. Güzel bir ekip olduk. Bence Demirtaş’ın ve ‘Devran’ın ruhuna uygun; kimi zaman gülümseten, kimi zaman isyan ettiren, kimi zaman da düşündüren bir oyun sahneye koyduk. Seyirciden de o  hissi aldım. Oyundan sonra da seyircilerin bunu ifade etmeleri hepimizi çok sevindirdi. 

O geceye dönelim. O gece Kenter Tiyatrosu’nda neler hissettiğinizi anlatır mısınız? 
Bu süreçte Başak Demirtaş’la konuşmuştuk. Başak Hanım, hem Dilek İmamoğlu’nu hem de Selvi Kılıçdaroğlu’nu davet etmek istediğini onların da gelebileceğini söylediğinde çok sevindim. Benim için önemli olan barış ve demokrasi için kadın dayanışmasının hayata geçmesiydi. İşte bu yüzden onların gelmesine çok sevindim. Oyunun böyle bir dayanışmaya zemin oluşturması beni çok heyecanlandırdı. Salonda kadınlar ve gençler çoğunluktaydı. Oyuna Selahattin Demirtaş’ın sesiyle başladık. Ardından ben kitaba adını veren ‘Devran’ öyküsünü okudum. Sahneyle seyirci arasında bir bağ oluştu; bunu hissettim. Bu bağ oyunun sonuna kadar kopmadı. Ben 1982’den beri tiyatro sahnesindeyim. Seyircinin ne hissetiğini anlarım. O gece dayanışma ruhu o kadar yüksekti ki… Üzüldüğüm tek nokta, Dilek İmamoğlu, Selvi Kılıçdaroğlu ve Başak Demirtaş’ın birer kadın olarak orada olmaları ertesi gün başka türlü yansıtıldı. Sanki kendilerini değil de eşlerini temsil ediyorlarmış gibi gösterildi. Bu onlara büyük bir haksızlık. Onlar birer kadın olarak oradaydılar. 
Oyunu bitirdikten sonra herkes ayağa kalktı. Orada gördüğüm resim şu: Bir sanatsal üretimin sonunda oluşan yüksek etkileşim seyirciyi ayağa kaldırır. Artık sahne seyircinindir. İnsanların gözlerinde umut ve coşku vardı. Oyunun sonunda küçük bir konuşma yaptım. Ben aslında sahnede konuşma yapmayı sevmem. Ama öyle bir gecede bu konuşma gerekiyordu. Toplumdaki barış ihtiyacına dikkat çektim. Barışın harcının da demokrasi olduğunu vurgulamaya çalıştım. Daha sonra Başak Demirtaş’ı sahneye davet ettim. O, “Selahattin çıkıncaya kadar hiç ağlamayacağıma dair kendime söz vermiştim ama bu gece ağladım” dedi. Tabii bu “ağlamak”, anlamakla ilgili. Bazen o kadar iyi anlarsınız ki gözyaşı dökmekten başka seçeneğiniz kalmaz. Daha sonra, Selahattin Demirtaş’ın bir ses kaydı okundu. O da bulunduğu hapishaneden bize selam yollamış. O gece birbirimizi dinlemeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha gördük. Barış, birtakım devletlerin biraraya gelip yaptıkları bir şey değil. İnsan barışı önce kendi içinde ve birlikte yaşadığı insanlarla  kurar. O gece biz farklı kesimlerden gelenler bunu başardık. 

Peki, gecenin sonrasına gelelim. Önce, İçişleri Bakanı Soylu, daha sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem oyuna hem de Dilek İmamoğlu ve Selvi Kılıçdaroğlu’na tepki gösterdiler. Ne düşünüyorsunuz?
Oyuna yönelik tepkiler olacağını tahmin ediyordum ama bu kadar büyük korkuya yol açacağını düşünmemiştim. Bu düzeyde bir tepki beklemiyordum. Kendi kanallarında da günlerce tepki  gösterdiler ama bu sadece bir korkunun dışavurumuydu. Ki bence bu iyi bir şey. Bir oyundan bu kadar korkuyorlarsa barış için umut var demektir. Ne derlerse desinler, bunun son derece meşru olduğunu tüm toplum biliyor. Benden çok oyunu izlemeye gelenlere yönelik böyle bir tepki gösterilmesi içlerindeki korkuyu gösteriyor. 

Neden korkuyorlar? 
Türkiye’de barış ve demokrasi isteyen kitlelerin güçlü bir şekilde yanyana durmasından korkuyorlar. Tüm otoriter yönetimler toplumu kutuplaştırarak ayakta kalmaya çalışırlar. Şu anda bizde de durum bu. Benim de elbette öfke duyduğum, çok sinirlendiğim anlar oluyor ama karşımdakiyle aynı masada oturup tartışabilirim. Benim üretme, düşünme hakkımı ortadan kaldırmaya çalışsa bile ben yine de karşımdakinin düşünme ve üretme hakkını savunurum. Bu nedenle bizi hapse de tıksalar özgürüz. Karşımızda ise bu bilince sahip olmayan, güç ve şiddetle başarılı olacağını sanan bir grup var. Aslında bir oyuna bu kadar tepki gösterilmesi bir taraftan da tiyatronun ne kadar güçlü bir şey olduğunu gösteriyor. Bana pek çok kadın ulaştı. Bunlar sadece CHP’li ya da  HDP’li kadınlar değildi. Oyunu seyretmedikleri halde bana destek mesajı gönderen pek çok kadın oldu. Sadece Kürtlerden değil, Türkiye’nin her bölgesinden destek aldım. Yurtiçi ve yurtdışından oyunu sahnelememiz için pek çok teklif de alıyoruz. 

Peki tekrar sahnelemeyi düşünüyor musunuz?
Ben bu oyunla bir tutum aldım. Bir sanatçı olarak bir haksızlığa dikkat çekmek, barış ve demokrasi çağrısı yapmak istedim. Bunu bir proje haline dönüştürüp turne yapmamız için yurtiçi ve yurtdışından pek çok talep var. Ama o zaman bu iş propagandaya dönüşür. Ben propagandist değil, bir sanatçıyım. Öte yandan ekibe şunu söyledim: “Siz bunu yapmak isterseniz benim yerime birini ben yetiştiririm. Onunla turneye çıkabilirsiniz.” Gültan Kışanak’ın kitabını da okuma tiyatrosuna uyarlamıştım. Onu da bir seferlik yaptım. Jülide Kural olarak bir tavır alıp, tarihe not düşmeye çalıştım. Umarım önümüzdeki dönemde Türkiye’de bir okuma tiyatrosu patlaması olur. 

Selahattin Demirtaş’ın oyunun ardından tweetler attı. Sizler için “Onlar onurun temsilcisi, linç güruhu ise alçaklığın sembolü olarak tarihteki yerlerini aldılar bile” diye yazdı. Ne düşünüyorsunuz?
Bence Demirtaş bu ülkenin geleceğinde çok önemli bir siyasetçi olacak. Bu ülkenin böyle ilkeli siyasetçilere ihtiyacı var. 

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.