Ülküm, hesap vermemek, yağ gibi üste çıkmaktır..

Yetvart Danzikyan'ın Radikal için kaleme aldığı ve bugün yayınlanan yazısı; 'Yaşanan acıya ek olarak, adaletin birilerine reva görüldüğü, birilerine görülmediği bir memlekette yaşama hissi.. Kimbilir ne berbat bir histir bu. Bu memleket, böyle insanlarla dolu. Devletin karnına bir tekme savurup, bir köşeye bıraktıklarıyla. Evet, böyle bir prensip iyice oturmaya başladı AKP iktidarında.'

YETVART DANZİKYAN
yetvartd@ttmail.com

10/09/2012 - Radikal

Tamam, biliyoruz, Türkiye’de “devletlu” oldum olası böyledir, ta Osmanlı zamanından beri. Kimse hesap vermez, kimse istifa etmez, hata yapanın, halt yiyenin, iktidarda çok düşmanı varsa pek pek ayağı kaydırılır, yoksa kendisinin istifa etmesi mümkün değildir. Zira siyasi terbiyemiz böyledir. Hata yaptığını kabul etmeyeceksin arkadaş. Zayıflık olarak görülür.

Şuna da kendilerini inandırırlar üstelik: halk da sevmez öyle hata yaptığını kabul edeni. Ne o öyle afedersin, gavur gibi, kılıbık gibi. Hayır efendim Etmeyeceksin. Sonuna kadar inkar edeceksin. Zamana yayacaksın. “Bakalım..” diyeceksin..

“Varsa bir kusur, mutlaka ortaya çıkar, biraz sabırlı olun” diyeceksin. “Soruşturma sürüyor, acele yorumlar yapmayın” diyeceksin. Gargaraya getireceksin. Baktın kurtuluş yok, yenilen halt büyük, bu sefer de etrafına yayacaksın. Giderken herkesi beraber götüreceksin. Bu haltlar beraber yenmedi mi?

O zaman beraber gideceğiz diyeceksin. Bak o zaman ne oluyor. Bu senaryolarda her durumda karambole giden, siyasi ahlak, siyasi terbiye mi olacakmış? Varsın olsun.

Halk kısmına gelecek olursak. Halk (ki biliyoruz, böyle tek bir kişi yoktur) elbette ki kağıt üzerinde istifa olsun ister. Ama kağıt üzerinde. Detaylara indiğimizde, aslında –kabaca- büyük şehirlerden bahsettiğimizi görürüz. “Derin taşra” bunu ister mi mesela, pek emin değilim. İstifa etmesi beklenen kişi bir taşra kentinin kudretli/sağcı bakanıysa, ve o taşra kenti kahar ekseriyetle o partiye oy vermişse ister mi bakalım, istifa etmesini. Gitsin de, hizmet nasıl gelecek? O var. Tartışmalıdır yani. Olan o vakaya özel, mağdurlara olur. Yakınlarının ölmesiyle kalırlar. Ses edemezler. Basın bir iki gün ilgilenir, sonra işine bakar.. Ses etmeye devam ederlerse, devletin soğuk yüzüyle karşı karşıya kalırlar. Uzatırlarsa hayatın daha zor geçeceği söylenir onlara. Bundan sonrası onlara kalmıştır.

Evladını, eşini kaybeden acısına mı yansın, yoksa bu devletle mi uğraşsın, sinirlerini aldırıp. Bilemez. Eli böğründe kala kalır öyle. Uzaklara bakar. Adaletin birilerine, bazı ayrıcalıklılara reva görüldüğü, birilerine o ayrıcalıklara sahip olmayanlara ise reva görülmediği bir memlekette yaşama hissi, isyanıyla dolar içi, yaşadığı o tarifsiz acıya ek olarak. Kim bilir ne berbat bir histir bu. Hepimiz iyi biliyoruz ki bu memleket, böyle insanlarla dolu. Devletin karnına bir tekme savurup, bir köşeye bıraktıklarıyla.

AKP’ye kadar, sistem böyleydi. Fakat AKP’nin iktidara tam manasıyla kurulmasıyla beraber, (ki bu takriben 2011 seçimleri sonrasına denk geliyor) şöyle bir anlayış peydahlandı.

Evet, inkâr tabii ki, sonuna kadar inkâr. Ama bir de yağ gibi üste çıkmak gerekir. Öyle süklüm püklüm inkâr olmaz.

Basından kaçmalar, filan.. AKP’ye yakışmaz. Üste çıkacaksın.

Olabiliyorsa ölenleri, olamıyorsa başka birilerini suçlayacaksın.

Hatta ve hatta hesap soracaksın. Uludere’de mesela. Ölenler kaçakçı değil miydi bir kere? Bu bir. Sonra efendim terör örgütü bu konuyu istismar ediyordu. Al, bu da iki. Yetmezmiş gibi birileri bundan siyasi rant ediyordu be? Daha ne? Al bu da üç. İstifa mı? Görevden alma mı? Ne istifası, görevden alması arkadaş, delirdiniz mi? Birileri bundan siyasi rant elde ediyor, bu vesileyle Hükümet’i yıpratıyor diyoruz size. Sen hala istifa, hesap vermek diyorsun. Sen hesap ver bir kere. Kendini bir çek et, kendini bir hesaba çek bakalım. Di mi ya?

“Güzel öldüler..” Zonguldak’ta mesela, göçük meydana gelmiş. 32 işçi ölmüştü hatırlarsınız. 2010 yılında. Şöyle dedi Hükümet: “Bu mesleğin kaderinde bu var, bölge insanı bunlara alışık..” Tasavvur etmek mümkün değil evlatlarını, eşlerini kaybedenlerin o an ne hissetiklerini elbette. Denetimde kusur mu var, kusur varsa nerelerde var, kimdir bu işin sorumlusu? Böyle bir soruşturma, daha doğrusu sonuçlanmış bir soruşturma hatırlıyor musunuz?

Ben hatırlamıyorum. Öldükleriyle kaldılar. Üstelik dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’e bakılırsa güzel ölmüşlerdi. Acı çekmeden, fiziki olarak güzel öldükleri rahatlıkla söylenebilirdi. Böyle dedi, Dinçer.

Yeni devlet yönetme anlayışımız kabaca böyle bir şey.

Samsun’da TOKİ binalarını sel vurmuş mesela. 4’ü çocuk 12 kişi ölmüş. Üstelik bu evler dere yatağına yapılmış. Yani tam yapılmaması gereken yere. TOKİ yapmış. Hesap veren duydunuz mu hiç? Hayır. Bakanlara bakarsanız evler doğru yere yapılmıştır, hata filan yoktur, ama bin yılda bir görülebilecek bir sel olmuştur o yüzden şey olmuştur. “Suçlu aramak yanlıştır.” (Aynen böyle dedi Erdoğan Bayraktar) Böyle açıklar AKP meseleyi. Bundan sonraki eleştiriler elbette ki

Hükümet’i yıpratmaya, bundan rant sağlamaya girer. Şu anlaşılmıyor bir türlü kardeşim. Kaderdir bunlar. Yapılacak bir şey yoktur bir kere. (Tesadüf müdür bilinmez, bu haltların ya meydana gelmesinde ya da savunulmasında bir de kapitalizmin o çiğ mantığı eşlik eder sürece, biraz önce gördünüz, birazdan da göreceksiniz)

“Halay çekmedi ya!”

Afyon’daki cephanelik patlaması vakasına gelirsek. Senaryo üç aşağı beş yukarı aynı. 25 genç ölmüş, çoğu daha eline yeni silah almış, belki de silah bile almamış asker. Burada birilerinin bir halt yediği çok açık. Yoksa cephanelik patlamaz, 25 genç parçalanarak ölmezdi. Birilerinin halt yemesi demek, o birilerinin derhal istifa etmesi ya da görevden alınması demektir. Ama, hayır efendim. Ne münasebet?

Tam tersine olaylar başka bir eksene oturtulmalı, yeni polemikler yaratılmalıdır. Mesela emekli askerler televizyonlara çıkıp konuşuyorlar. Bunlar ocaklarına ihanet eden askerlerdir, bir kere. Hem sonra eleştiriler karalama kampanyasına dönüşmüştür. Hatta milleti galeyana getirmeye dönüktür.

Bunlar sorumsuzluktur, alçaklıktır. Boğaza nazır villalarda, ellerinde alkollü içkilerle, ahkâm kesmektir. (Böyle dedi Erdoğan. Gerçi bu son kısmı epey tanıdık. 90’larda askerler derdi, boğaza nazır villalarda elde viskiler, filan. Bitmedi bir türlü. Taşrayı yanına alacak ya, bütün derdi o) Genelkurmay Başkanı, gitmiş incelemelerde bulunmuş.

Eleştiriyorlar. Yok efendim Vali’den hediye alınır mıymış? O başkan bir kere ordudaki kazuletleri temizliyor. Ha kahkahalarla güler, yok gider halay filan çeker, o zaman tamam. Ona bir şey demem. (Bu da gerçek. Böyle dedi Hüseyin Çelik. En olmayacak senaryoyla üste çıkma taktiği de var burada, dikkat ederseniz. Ya, niye halay çeksin adam?)

Ha, valim, valimiz, zaten kendini savunur. Bakın ne demiş?

“Genelkurmay Başkanı etkili bir isim. O halıları birileri görecek, nerede yapıldı diye soracak, öğrenecek, alacak, Afyon’daki garibanlar ekmek yiyecek. Hayat devam ediyor.”

Ne de güzel savunmuş kendini. Millet ekmek yiyecek kardeşim. Ne yani, ara mı verelim?

 

Kategoriler

Güncel Basın