Korona günlerinden gözetim iktidarlarına

'Sağlık kodu’, Çin halkının internette, telefonda ve kamuya açık alanlarda neler yaptığını takip etme fırsatı sağlıyor. George Orwell’in distopyası 1984 adeta hayat bulmuş gibi. Sağlık için bir gözetim sağlanırken kişisel hayatın gizliliği adeta yerle yeksan oluyor. Haklı olarak sorular peşi sıra geliyor.

KEZBAN KARAGÖZ (kezistanbul@gmail.com)

Koronavirüs adeta  Avrupa  ve Amerika’da hayatı ele  geçirmiş durumda iken şimdiden korona  sonrası dünya konuşulmaya başlandı. Çin salgın için çok katı şekilde önlemler aldı ve salgını idare etti. Ülkede dijital uygulamalarla hastalar an an takip edilirken, testler yapılarak süreç yönetildi. Şimdi İtalya, Fransa  gibi ülkeler de hasta takibi için dijital uygulamalar için sırada.
Çin’in başarısı  ise adeta bir model olarak sunuluyor. Çin hükümeti geliştirdiği Wechat denen sistemle, ülke cep telefonu ekranlarında bulunan yeşil sembolle yaşamaya başladı. ‘Sağlık kodu’ anlamına gelen bu işaret akıllı telefonun sahibinin Covid-19'un hiçbir semptomunu taşımadığını işaret ediyor. Örneğin metro istasyonuna giren bir kişi duvardaki bir cihaza telefonundaki uygulamayı açarak okutuyor, kod yeşilse güvenlik görevlisi turnikeden geçmenize izin veriyor. Bu sistem alış-veriş merkezlerinde, marketlerde, ofislerde ve kamu alanlarında da geçerli. ‘Sağlık kodu’, Çin halkının internette, telefonda ve kamuya açık alanlarda neler yaptığını takip etme fırsatı sağlıyor. George Orwell’in distopyası 1984 adeta hayat bulmuş gibi. Sağlık için bir gözetim sağlanırken kişisel hayatın gizliliği adeta yerle yeksan oluyor. Haklı olarak sorular peşi sıra geliyor. Belli başlı ülkelere ait otoriter yönetim tarzı da acaba virüs gibi yayılır mı? Korona acaba dünyayı büyük bir hapishaneye mi çevirecek? 
Korona için geliştirilen uygulamalar bireyleri sağlıklarını korumak motivasyonu ile anbean gözetlerken, bir gözetim iktidarı da kuruyor.  Görmek aynı zamanda denetim de getiriyor otomatik olarak.  Eski Yunan’da Aristoteles de görmeyi güç olarak nitelemiştir. Aristoteles’e göre göz, bakışlarını yönelttiği her nesneyi tutsak alan, güçlü bir komutandır. Foucault, gözetim iktidarına bio iktidar ve disiplin iktidarı der. ‘Deliliğin Tarihi’ kitabında, delilerin kapatıldığı hastanelerin işlevini bu kişileri tedavi etmekten çok gözetim altında tutmak olarak ifade eder.  Görmenin iktidarının inşa edilmesinde en önemli nokta; gören, kendisine bakarken kendisini gören olarak görmektedir ve iktidar gücünü buradan alır.  Görünmeden gözetim altında tutmaya olanak veren düzenleme, sürekli görmeye odaklıdır. 

Birazdan değineceğimiz Panoptikon kuramında gözetim iktidarını sağlayan nokta; görenin aynı zamanda görünmeden gözetleyebilmesidir. Bentham panoptikon evrenindeki gözetimi çok net ifade eder: ‘Gözetim altında tutulan bireyin her an gözetlendiğine inanması ya da aksine gözetlenmediğinden emin olamaması, gözetlendiğine kendini inandırmasıdır. Sürekli gözetlenme psikolojisi, beraberinde tüm talimatlara uymayı da getirir’.Bu asimetrik ilişki de hegamonyanın temelidir. Örneğin sosyal medyada gözetlenip gözetlenmediğinizi hangi mesajınızın mercek altına alındığınızı bilememe durumu da gözetim ikliminin etkisidir. Bugün sıradan bir esnafın bile konuşurken parolalarla konuşmaya başlaması da gözetim iktidarının sınırları ve gücü hakkında ip ucu verebiliyor. Keza taksilere kamera takıldığında birçok insan taksideki telefon konuşmasını buna uygun yapmaya başlamıştır.

Dijital hapishane mi?
Çin’den başlayan ve birçok ülkeye hızla yayılan dijital gözetim uygulamaları,  gözetim toplumun ilk çıkış noktası panoptikon kuramını da hatırlatıyor. Kuram, 1785 yılında İngiliz filozof Jeremy Bentham’ın çizdiği ama inşa edilemeyen hapishane denetimi modeline dayanır. Panoptikonda 360 derece görüş sağlayan dairesel biçim; gözetmene, tüm mahkumları gözetleme imkanı tanır. Gözetlenen insanların, kendilerini sürekli gözetim altında hissetmeleri çok önemli olmakla birlikte, daha önemli olan, her bir kişinin gerçekten sürekli gözetim altında tutulmasıdır. Artık ne zaman nerede gözetlendiğini unutarak bu gözetim duygusu ile hareket etmeye başlar insanlar. Tıpkı şu an birçok otoriter sistemde de olduğu gibi. Artık kontrol otokontrole dönüşür. Foucault panoptikon kuramında, XVII. Yüzyıla kadar baskı ve  şiddetle hizaya sokulan toplumun gözetim kültürü ile şiddetsiz  rıza göstermeye  başlamasını ele alır. 
Panoptikon mimarisi bir hapishane olarak kurgulanmıştı ama panoptikonun fiili uygulamasıyla sürekli teftişe tabi tutulan bireylere dönüştürmüştür toplumu. Birey, okulların, hastanelerin, kışlaların, fabrikaların, hatta toplumun diğer üyelerinin gözetimi altında, düzene sadık olma, ıslah edilme, normalleştirme amacına maruz kalmaktadır. Toplum barış ve düzenin ancak disiplinle sağlanabilir olduğuna ikna edilmiştir. Üstelik şiddetsiz, kendi rızası ile.
Modern dijital sistemler de bu gözetimin yeni nesneleri konumuna gelmiştir. Bugün asansörden, metrolara, otobüslere, sokaklara, marketlere, okullara kadar hemen her yer kameralarla donatılmıştır. Adım adım izlenmeyi güvenlik için rızamızla kabul eden bir duruma gelmiş durumdayız. 

Koronadan otoriterleşmeye 
Koronanın otoriterleşme getireceği korkusunun arka planında ise başka tarihsel deneyimler yatıyor. Dünya kitlesel salgınlar sonrasında genellikle ciddi değişimler yaşamış. İlk örneklerinden biri Fransa’da XVII. yüzyılda çıkan veba salgını sonrası yaşanan karantinadır. Bütün şehri abluka altına alan karantina bütün toplumu disipline eden bir baskı yönetimine evrilmiştir. Bu ‘sıkı yönetim’ ile, hem hastalık kontrol altına alınıyor hem de hastalık bahanesiyle halk iktidara tam itaat sağlıyordu. Gerçek bir nimetti yani.
Cüzzam için hastalar tamamen tecrit edilirken; veba, disiplin toplumuna hayat vermiştir. Bu büyük kapatma sürecinde zamanla tıbbi bir neden olmaksızın; sakat, akıl hastası, suçlu, dilenci, müsrif baba, hayırsız evlat, eşcinsel bireylerin hastanelere kapatıldığı görülmüştür. 

Eleştiriler

Bugün de sağlık normal şartlarda itiraz edeceğimiz bir gözetime bizi ikna ediyor. Çin ve diğer Asya Pasifik ülkelerinde uygulanan dijital gözetim uygulamaları yanında, geçtiğimiz günlerde Google da bireysel bilgileri hükümetlerle paylaşacağını duyurdu. Gözler tam da 1984 distopyasında olduğu gibi tamamen üzerimizde. Peki, korona ile mücadelede başarının sırrı etkili olduğu adeta pompalanan bizi nefes gibi izleyen programlar mı? Bu dijital yöntemleri eleştirenler, gizlilik hakkının, bireysel veri koruma haklarının ihlali uyarısı yapıyor. İtalyan-Fransız sosyolog Antonio Casilli, BBC’ye verdiği röportajda bu dijital gözetim yöntemleri için virüsle mücadele açısından ‘kesinlikle başarılı bir yöntem değil’ diyor. Ekliyor da, ‘Ama tüm dünya genelinde uygulanan kitlesel gözetim politikalarıyla tutarlı bir yöntem. Örneğin Çin'de koronavirüsle mücadelede başarı daha çok katı kuralların dayatıldığı karantina, sosyal mesafe ve tecrit uygulamalarıyla bağlantılı. Ve tabii enfeksiyon kapanların takibe alındığı cep telefonu uygulamaları ve sistemleri de var. Ama Çin'de bu tip gözetleme ve takip uygulamaları hali hazırda vardı. Güney Kore'de de başarının asıl nedeni testlerin yaygın yapılması. Tayvan'da da kaliteli bilgi akışının sağlanmasından kaynaklanıyor. Bu tip yöntemler pandemiyle mücadelede değil, psikolojik caydırma politikalarında etkili olabilir. Dolayısıyla biyomedikal araçlardan çok disiplin sağlama açısından önemli olabilirler.’
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Çin araştırmalarından sorumlu Maya Wang da CNBC'ye yaptığı açıklamada Çin hükümetinin veri toplama uygulamalarının kitlesel gözetim sistemine katkı sağladığı görüşünde: "Koronavirüs salgının, daha önceki krizler gibi, Çin'in kitlesel gözetim sistemlerini geliştirmesini hızlandırmaya yaradığını düşünüyorum"diyor
Belli ki korona sonrası bizleri gizlilik hakkının ihlal edildiği daha çok gözetime tabi tutulduğumuz bir dönem bekliyor. Bu uygulamalar sağlık dışındaki alanlara da yayıldığında bu kez virüsten daha tehditkar bir düzenle  baş başa kalacak gibiyiz. Peki bu düzene karşı gizliliğimizi korumaya ne kadar hazırız?

Kategoriler

Güncel