YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Rejimin bekası

Peki ama rejim kendi unsurunu koruyacak diye ne olmuş oluyor? Sadece eşcinseller ve nikâhsız yaşayanlar değil, bu sözleri eleştiren herkes rejim tarafından hedefe konmuş oluyor. Yani alt alta dizdiğimizde öyle tehlikeli bir manzara ortaya çıkıyor ki, saymakla bitmiyor.

Korona salgınının tüm dünyayı kasıp kavurduğu, yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği şu günlerde devletimiz eşcinsellerle ve ilave olarak Alevilerle uğraşmakla meşgul. Üstelik, tehlikeli bir biçimde...
Olaylar şöyle gelişti: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ramazan ayının ilk cuma günü verdiği hutbede, salgınları “eşcinsellik ve nikâhsız yaşama”ya bağladı. Bu açıklamaya, haklı olarak birçok tepki geldi. Çünkü Erbaş, argümanının gerçek dışı olması bir yana, hem eşcinselleri hem de nikâhsız yaşayanları hedef göstermekteydi. Öncelikle insan hakları açısından son derece mahzurlu bir tutumdu bu. Yıllardır eşcinsel hakları, LGBTİ hakları konusunda yapılan çalışmaları bir anda berhava edecekti. Bu açıklamalara ilk olarak Ankara Barosu tepki gösterdi. “Sesi çağlar öncesinden gelen bu şahıs halkı kin ve düşmanlığa sevkediyor” sözleriyle dile getirdi tepkisini Baro. Ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın deprem, LGBTİQ+, kadın ve çocuk söylemlerine rağmen halen görevde kalması durumunda, sonraki konuşmasında halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.” 
Bundan sonra herhalde sadece Türkiye’de yaşanabilecek bir gelişme oldu ve Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), açıklaması nedeniyle Ankara Barosu hakkında suç duyurusunda bulundu. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması ise, Baro’yu hedefe koyan bir ton taşıyordu: “Ülkemizde İslam adına konuşacak bir kurum varsa bu Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Ankara Barosu’nun açıklaması direkt İslam’a yönelik bir saldırıdır ve Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan saldırı devlete yapılmış sayılır. Herkes haddini bilecek. Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan saldırı devlete yapılmış sayılır. Diyanet İşleri Başkanımız ilminin, yürüttüğü görevin gereğini yerine getirmiştir. Her sözü doğrudur.”
Malum, Katolik dünyasında Papa’nın yanılmazlığı ilkesi vardır. Çok tartışmalı ve tarihi de aslında o kadar eski olmayan bu ilkeye göre, kabaca tarif edecek olursak, Papa yanılmaz ve başkaları tarafından yanıltılamaz. Ancak bu ilke zaten hayli tartışmalıdır ve modern demokrasilerde bir kural halini almamıştır, alamaz da. Çünkü Papa, sembolik Vatikan dışında bir ülkeyi yönetmez. 
Burada ise durum hayli farklı. Bu örnekte Diyanet İşleri Başkanı rejimin bir unsuru haline getirilmiştir ve sırf o öyle dedi diye insanların buna karşı çıkması, eleştiri getirmesi engellenmiştir. Yani DİB bu örnekte devleti, devlet gücünü ve yargıyı da arkasına almış görünüyor. Artık kırıntısı kalmış olan laiklik ilkesi adına hayli tehlikeli bir gidişat bu.
Ama iş bununla kalmıyor. Burada ayrıca bir ‘devlet’ tapınması da var. Bunu söyleyen bir ‘devlet’ yetkilisi olduğuna göre, ona yapılan eleştiriler ‘devlet’e yapılmış ve dolayısıyla her türlü mekanizma harekete geçirilmiş oluyor. Burada belki de daha doğru olan, ‘devlet’in yerine ‘rejim’i koymak. 
Peki ama rejim kendi unsurunu koruyacak diye ne olmuş oluyor? Sadece eşcinseller ve nikâhsız yaşayanlar değil, bu sözleri eleştiren herkes rejim tarafından hedefe konmuş oluyor. Yani alt alta dizdiğimizde öyle tehlikeli bir manzara ortaya çıkıyor ki, saymakla bitmiyor. 
Bir diğer hedefe konan kurum ise CHP ve Alevilik. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı birkaç gün önce bir kitapçık dağıttı. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 100. yıldönümü dolayısıyla dağıtılan ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ broşüründe, Müslümanları, Hıristiyanları, Yahudileri temsil eden din adamlarının yanında kasketli, bıyıklı bir dede de yer alıyor. Bu figürün sosyal medyaya yansımasıyla CHP aleyhine, ancak aynı zamanda Alevileri de hedefe koyan bir kampanya başladı. Bu üç semavi dini temsil eden figürlerin yanına neden bir Alevi dedesi konmuştu? Yoksa Aleviliğin İslam’dan ayrı bir ‘din’ olduğu mu ima edilmekteydi? Bu kampanya tüm hızıyla sürerken Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir açıklama yaptı ve İBB’yi adres göstererek “Dağıttıkları kitapçıklarla Aleviliği din olarak takdim eden bu anlayışı özellikle milletimin huzurunda telin ediyorum, kınıyorum” dedi. 
Evet, burada belli ki hedef İstanbul Belediyesi’nin CHP’li Başkanı İmamoğlu’nu sıkıştırmak. Ama ne adına? Bir kez daha Alevileri huzursuz etmek, zaten tarihleri hedef haline getirilmekle, ağır bedeller ödemekle geçmiş bu topluluğu bir kez daha arenanın ortasına atmak adına. 
Gelişmeler üzerine Alevi kurumları da ortak bir açıklama yaptılar ve şunları söylediler: “Bu resim ne fitne, ne fesat, ne de projelendirilmiş bir hayaldir. Bu resim bir Alevi dedesinin temsili ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası ile ortaya koyduğu laiklik, eşitlik yurttaşlık, din ve vicdan özgürlüğü ilkeleri gereği zaten olması gereken, yıllardır varlıkları inkâr edilen Alevilerin hak ettikleri gibi temsil edilmesidir.”
Özelde mevcut rejim, genelde ise Türkiye sağı, birileriyle, bir şeylerle uğraşmadan rahat edemiyor. Kendi tabanlarını tutmak için yaptıkları bu çıkışlar insanları hedef haline getiriyormuş, bu tortular birikerek tehlikeli gelişmelerin kapısını açıyormuş, dert değil. Onlar için önemli olan ‘rejim’in bekası. Ne pahasına olursa olsun.