OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Devenin boynu

Gerek Beyoğlu’nun yıllardır kangrenleşmiş ve şaibeli durumunu, gerek iki kişiyle karar alma garabetini, gerek Ermeni toplumunun birçok başka sorununu çözecek, en azından çözümün olmazsa olmaz ilk adımı olacak eylem bellidir: Vakıf seçimlerinin bir an önce yapılması.

Esayan Okulu’nun iki müdürünün görevden alınması, Türkiye Ermeni toplumuyla ilgili olarak, bir kere daha, devenin “Boynun neden eğri?” sorusuna verdiği “Nerem doğru ki?” cevabını hatırlattı. Beyoğlu Üç Horan Vakfı’nın Ermeni toplumunun yıllardır kanayan bir yarası olması bir yana, iki kişi kalmış bir yönetim kurulunun vereceği her karar, içerik itibariyle en doğru karar bile olsa, tartışmalı olmaya mahkûmdur. Dolayısıyla, iki müdürün görevden alınması kararı da tartışmalıdır. Tabii ki kimse herhangi bir makamda ilanihaye kalamaz, gün gelir yerine başkası gelir, gelmelidir ama bunun yolu yordamı, kriterleri olmalıdır, keyfekeder bir şekilde yapılamaz bu iş. Kaldı ki, Ermeni toplumunun her bir vakfının yönetimi, kararları hakkında, topluma şeffaf bir şekilde hesap vermekle yükümlüdür. 
Gerek Beyoğlu’nun yıllardır kangrenleşmiş ve şaibeli durumunu, gerek iki kişiyle karar alma garabetini, gerek Ermeni toplumunun birçok başka sorununu çözecek, en azından çözümün olmazsa olmaz ilk adımı olacak eylem bellidir: Vakıf seçimlerinin bir an önce yapılması. Öyle ki, mevcut durumda seçim yapılamaması yüzünden yalnız Beyoğlu değil, bütün vakıf yönetim kurulları ve kararları tartışmaya açıktır. 
Patrik Maşalyan, söz konusu kararı eleştirdiği açıklamasında şöyle demiş: “Esayan Okulu bireysel bir okul değildir. Özellikle de altını çizmek isteriz ki bireysel bir dükkân veya bir işyeri asla değildir. Dolayısıyla bu tarihi eğitim yuvası, yönetimi ve eğitim sistemi hakkında bireysel işyerlerini yönetir tarzda yaklaşma hakkı kimseye verilmemiştir.” Çok doğru sözler. O kadar doğru ki yalnız Beyoğlu için değil büyüğünden küçüğüne tüm vakıf yönetimleri için geçerli. Hiçbir vakıf, yöneticilerin bireysel işyeri gibi yönetilemez. Bunu engelleyecek başat etken denetimdir ve en önemli denetim mekanizması düzenli aralıklarla yapılan seçimlerdir. Dolayısıyla, seçim yapamamak, Ermeni toplumunu, seçimsizlikten muzdarip diğer topluluklar gibi, bu açıdan da zaafa düşürmüştür. 
Bütün Ermeni vakıf yöneticilerinin, bu durumdan mağdur olan diğer toplulukların ilgili kişi ve kurumlarıyla da işbirliği halinde, yapması gereken ilk iş, yeni seçim yönetmeliğinin yürürlüğe girerek seçimlerin yapılması için çalışmaktır. Yok, eğer şu sıralarda bir yerlerde gene bir şeyler pişiriliyor da Ermeni toplumunun önüne ‘hazır yemek’ olarak konacaksa, bu da hoş değil, yeni gerginliklerin kapısını açar. Seçim yönetmeliği şeffaf biçimde tartışılmalı. Eğer bazı eski aksaklıklar ve yanlışlar olduğu gibi devam edecek ve toplumun kaderi kısıtlı bir zümreye bırakılacaksa, başka bir deyişle seçim şekli doğru ilkeler üzerine oturmazsa, seçimler de nihai rahatlama getirmeyecektir. Örneğin, eğer ilçe bazında seçim usulü devam ederse, Patrik Maşalyan’ın da şikâyet ettiği, her vakfın başına buyruk davranması sorunu çözülemez. Seçim tabanının mutlaka genişletilmesi gerekir. Ermeni toplumunun bugün içinde bulunduğu şartlar bunu gerektiriyor. Böylece, yönetimlerin meşruiyeti de güçlenecektir. Özellikle geliri görece yüksek vakıfların yönetimlerinin seçiminde bütün Ermeni toplumu söz sahibi olmalıdır, çünkü çok açıktır ki bu, toplumun bütününün kaderini etkileyecek bir olaydır. 
Hele, ortalarda dolaşan bir şayia var ki, Ermeni toplumunun ölüm fermanı manasına gelir. O da, yöneticilerin atamayla göreve gelmesi. Bu büyük bir geriye gidiş olur. Toplumun kaderinde söz sahibi olacak yöneticilerin seçimle iş başına gelmesinin, demokrasinin vazgeçilmez evrensel bir koşulu olduğuna şüphe yoktur. Böyle bir hak gaspı olursa, eldeki tüm imkânlarla buna direnmek şarttır. 

Not: Bir son dakika haberi olarak Bedros Şirinoğlu’nun Beyoğlu’nun yönetiminin kendi başında bulunduğu vakfa devredilmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yazı yazdığını öğrendim. Bunun hukuken mümkün olup olmadığı sorusu bir yana (normalde mümkün olduğunu pek sanmam ama yeni Türkiye’de herşey mümkün), tam da yukarıda belirttiğim sebepten dolayı, yani mevcut bütün vakıf yönetimlerinin uzun süredir seçim olmamasından dolayı tartışmalı hale gelmesi sebebiyle, bu da çözüm olmaktan uzaktır. Kaldı ki, neden X vakfına değil de Y vakfına devredilsin? Neden Bedros Şirinoğlu’nun böyle “otomatik” bir yetkisi veya önceliği olsun? Hani, bu devretme işi çok çok tartışmalı da, diyelim bir yere devredilecek bence gelirleri çok az, nüfusu fazla olan Feriköy’e devredilmesi daha mantıklı olur. Yanlış anlaşılmasın, devretme işini desteklediğimden değil, devretme meselesinin de beraberinde çok soru getirdiğine örnek olması için bunu söyledim. Velhasıl, bütün bu kaosun anahtarı hemen demokratik usullere göre yapılacak vakıf seçimleridir. Halk iradesi değil de tek adam iradesi hakim olduktan sonra, adı Bedros olmuş, Simon olmuş, fark etmez. O halkın da sabrı sonsuz değildir herhalde.