VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Mithat Paşa, Beyrut ve Ermeniler

Ben Mithat Paşa’yı Ermeni tarihi üzerinden keşfettim. Benim ilgimi çeken konu, Ermeni cemaati tarafından 1860’ta hazırlanan ve 1863’te Osmanlı yetkilileri tarafından tanınan Ermeni Ulusal Anayasası yani Ermeni Nizamnamesi’ydi.

Çocukluğumun geçtiği Beyrut’ta, Mithat Paşa’ya yıllarca her gün ‘rastladım’. Evimizin bulunduğu cadde onun adını taşıyordu. Fakat kim olduğu hakkında pek bir fikrim yoktu, öğrenmek gibi bir derdim de yoktu. Paşa hakkında bildiğim tek şey, bir Osmanlı ileri geleni olduğuydu; bu da bana derin bir rahatsızlık verirdi.
Osmanlılar hakkında olumsuz hisler besleyen o küçük çocuğu suçlayamam. Her iki ninem ve dedem –şu anda Türkiye olan– Osmanlı İmparatorluğu’nda dünyaya gelmiş ve kendi devletleri tarafından zor kullanılarak tehcir edilmişti, aile üyeleri ve akrabalarının çoğu birbirinden koparılıp dağıtılmış ya da öldürülmüştü. Osmanlılar, halkımın büyük bir kısmını yok etmişti. Geçmişi, o karanlık dönemleri düşünmek bana yalnızca acı ve tiksinti veriyordu. 
Yıllar sonra, 19. yüzyıl tarihi üzerine araştırmalar yaparken, Mithat Paşa’ya yine ‘rastladım’. Bu kez usule uygun şekilde tanıştık; onun kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini öğrendim. Kısa süre içinde hayranları arasına katılacaktım. Hatta bir arkadaşıma Mithat Paşa’nın benim ‘kahramanım’ olduğunu söylediğimi hatırlıyorum. Onu gerçekten kahraman olarak nitelendirebilirsek, trajik bir kahraman olduğunu söylememiz gerekir.
Birinci Dünya Savaşı arifesinde dünyadaki genel durumu konu alan çalışmamı sürdürdüğüm yıllarda, Beyrut’a her gidişimde arkadaşlarıma Mithat Paşa’yı tanıyıp tanımadıklarını sorardım. Aralarında gazeteciler, yazarlar, aydınlar, militanların da bulunduğu arkadaşlarımın çoğunun en ufak bir fikri yoktu. Yani, genç bir Ermeni olarak, bu Osmanlı paşasını tanımayan yalnızca ben değildim; bir arada Lübnan’ı oluşturan farklı topluluklara mensup arkadaşlarım da onun kim olduğunu, Beyrut’un caddelerinde ne işi olduğunu bilmiyordu.
Ve sonra başka bir düşünce zihnimi meşgul etmeye başladı: Osmanlılar’la birlikte yaşıyor ama onların kim olduğunu da, içimizde ne aradıklarını da bilmiyorduk. Lübnan Osmanlı’nın millet sistemini miras alıp, her gün sıkıntısını çektiğimiz modern mezhepçiliğe dönüştürmüştü fakat bu felaketin başımıza nasıl geldiğine dair hiçbir fikrimiz yoktu. Bu durumun sadece biz Lübnanlılar için değil, eskiden Osmanlı tebaası olan tüm halklar için geçerli olduğunu söyleyebilirim. ‘Tebaa’ diyorum, çünkü bu halkların mensupları ‘yurttaş’ hâline gelememişti. 

Mithat Paşa

İlk Anayasa’nın mimarı
Geçmişimizi, bizi şimdi olduğumuz yere getiren yolu bilmeden sorunlarımızla nasıl başa çıkabilirdik? 
Mithat Paşa (1822-1883), sık sık ‘Mithat Anayasası’ diye anılan 1876 Osmanlı Anayasası’nın (Kanun-ı Esasi) ‘babası’dır. Bu anayasa, bir erken modern dönem imparatorluğunu, modern bir imparatorluğa dönüştürme yönünde büyük bir çaba teşkil eden Tanzimat’ın (yeniden düzenleme) yani ‘Osmanlı Perestroykası’nın tepe noktasıydı. Modernleşme çabalarının amacı, imparatorluğun dış güçler tarafından işgal edilmesini veya Yunan İhtilali, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın başlattığı isyan gibi iç tehditlerin imparatorluğu bölmesini engellemekti. Mithat Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nda, seküler ve yaygın eğitimden zorunlu askerliğe, şehir planlamacılığına kadar birçok modern kurumun temelini atmış, ünlü dört islahatçı paşanın sonuncusuydu (diğerleri Reşit, Ali ve Fuat paşalar). 
Mithat Paşa kariyerine, ıslahatçı diğer üç paşa gibi Hariciye’de değil, vilayet yönetiminde başlamış. 1861 yılında, günümüzde bir kısmı Sırbistan’ın güneyinde, bir kısmı da Bulgaristan’ın kuzeyinde kalan Niş bölgesinin valisi olmuş; 1864-1868 arasında Tuna Valiliği yapmış. 1869’da vali olarak Bağdat’a gönderilmiş. Önce Abdülaziz, ardından II. Abdülhamid döneminde, iki kez sadrazamlık yapmış. 

Kritik yıl 1876
Mithat Paşa ‘hürriyetin babası’ sıfatıyla, ‘padişahları tahttan indiren’ bir isim olarak da bilinir. 1876, tarihin aniden ivme kazandığı, Osmanlı tahtının üç padişah gördüğü bir yıldır. İmparatorluk yine tehlike altındaydı; mahsul kıtlığı yaşanıyor, dış borçlar ödenemiyor, Hersek’ten Bulgaristan’a kadar birçok yerde isyanlar yayılıyor, göreve yollanan birlikler katliamlar yapıyor, Avrupa devletleri duruma müdahale etme tehdidinde bulunuyordu. Aynı dönemde bir grup nazır, Abdülaziz’i tahttan indirip yerine açık görüşlü V. Murat’ı getirdi ancak sonradan, V. Murat’ın akli dengesinin yerinde olmadığı anlaşıldı ve bu kez iktidar II. Abdülhamid’e verildi. 
Mithat Paşa, anayasal monarşinin (meşrutiyet) getirilmesi ümidiyle, II. Abdülhamit’in tahta çıkmasında büyük bir rol oynadı. Fakat bu geçici bir zaferdi; padişah anayasayı ilan ettikten kısa süre sonra yürürlükten kaldırıp Mithat Paşa’yı tekrar vilayetlere gönderdi, sonrasında tutuklatıp Taif’e sürgün etti ve hapisteyken öldürttü. Mithat Paşa’nın hikâyesi –ve Tanzimat ümitleri– böylece sona erecekti. 
Mithat Paşa’nın öldürülmesiyle Ortadoğu tarihinin seyri tamamen değişti. Abdülhamid, onun evrenselciliğinin yerine, Avrupa’daki Pancermenizm ve Panslavizm akımlarımdan ilhamla, Panislamizmi (Ümmetçilik) koydu. Anayasal bir hukuk devleti yerine baskı ve sansürle yönetilen bir polis devleti kurdu. Abdülhamid modernleşmeyi, devletin merkezileşmesi, yaygın eğitim ve kamu hizmetleri gibi alanlarda değişimleri devam ettiriyordu. Fakat söz konusu olan, hukukun üstünlüğü ve bireysel özgürlüklere dayalı değil, artık elinde tehlikeli bir güçlü, modern devlet aygıtı bulunan otokratik bir yönetim tarafından yürütülen bir modernleşme ve ilerlemeydi.

Mithat Paşa ve Ermeni Nizamnamesi
Ben Mithat Paşa’yı Ermeni tarihi üzerinden keşfettim. Benim ilgimi çeken konu, Ermeni cemaati tarafından 1860’ta hazırlanan ve 1863’te Osmanlı yetkilileri tarafından tanınan Ermeni Ulusal Anayasası yani Ermeni Nizamnamesi’ydi. İmparatorluğun anayasasının oluşturulmasından on beş sene önce Osmanlı Ermenilerinin kendi anayasasını hazırlamış olması beni çok etkilenmişti; sonar, iki anayasa arasında organik bir ilişki olduğunu öğrendim. Osmanlı Arnavut siyasetçi ve diplomat İsmail Kemal Bey, anılarında Osmanlı ıslahatçılarının Kırım Savaşı sonrasında imparatorluk için bir anayasa hazırlamayı amaçladığını belirtiyor ve şöyle diyor: “Ermeni Kilisesi’ne ve cemaatine temel yasalar üzerine kurulu bir yönetim biçimi imtiyazı tanıdılar; bu, bir anayasa deneyi olarak düşünülmüş, daha sonra kullanılmak üzere bir model oluşturmak amacıyla atılmış bir adımdı.” Ermeni milleti anayasası, daha riskli bir girişim için bir ‘deney’ işlevi gördü. Ermeni Anayasası’nın oluşturulmasında önemli rol oynayan figürlerin Osmanlı anayasal hareketinde de etkili olduğunu görüyoruz. Bu kişilerden en önemlisi, Mithat Paşa’nın eski dostu ve çalışma arkadaşı olan Ermeni avukat Krikor Odyan’dı. 1876 Osmanlı Anayasası’nı yazan sekiz kişiden biri olan Odyan istisna değildir; dört ıslahatçı paşanın da yakınında Ermeni danışmanları ve çalışma arkadaşları vardı. Reşit Paşa’ya finansman sağlayan sarraf, aynı zamanda yakın arkadaşı olan Mıgırdiç Cezayirliyan’dı. Fuat Paşa’nın beraber çalıştığı sarraf ise Ohannes Efendi’ydi. Lübnan örneğinden devam edecek olursak, Fuat Paşa’nın yakın çalışma arkadaşı Ermeni Katolik Abro Efendi, 1860 iç savaşının ardından, yerel otoriteler ve Avrupa’nın güçlü devletleriyle müzakere ederek krize çözüm bulmak üzere Suriye’ye gönderilmiş ve modern Lübnan’ın temellerinin atılmasına katkıda bulunmuştur. Lübnan’ın ilk valisi (mutasarrıfı) Arapçada ‘Dawud Basa’ olarak bilinen, bir başka Ermeni Katolik Osmanlı yöneticisi Garabet Artin Davidyan’dır. 
Mithat’ın ve Osmanlı reformlarının tarihi ve Ermenilerin bu reformlarda bu denli yüksek bir seviyede yer almış olması, Ermenilere yönelik şiddet tarihini anlamayı daha da zorlaştırıyor; Ermeni katliamlarının siyasi güdümlü olduğunu gösteriyor ve tarihî bir açıklama gerektiriyor. Ne oldu da Tanzimat’la bu kadar yakından ilişkili olan bir topluluk Abdülhamid rejimi altında bir tehdit olarak görülmeye başladı? Buna ilişkin açıklamalardan biri, hukuk ve eşitlik temeli üzerinde bir devlet kurma projesinden vazgeçilip, onun yerine, Ermenilerin reform taleplerinin entegre edilemeyeceği bir polis devleti kurma projesinin konmuş olmasıdır. 

Davud Paşa ya da Garabet Artin Davidyan

Mithat Paşa mı, Abdülhamid mi?
Yazıyı sonlandırırken, Mithat Paşa’nın Beyrut’ta ne işi olduğu ve adının neden o caddeye verildiği sorularına yanıt vermek isterim. 1878’de Abdülhamid tarafından Suriye Valisi olarak atanan Mithat Paşa, Şam’da yirmi ay bu görevi yürütmüş. Bu kısa süre içinde –Balkanlar’da ve Bağdat’ta da yaptığı gibi– yerel yönetimin özerkliğini güçlendirmekten tutun, vergi reformları ve eğitimin teşvik edilmesine kadar, çok çeşitli alanlarda bir dizi reform yapmış. Beyrut’ta Osmanlı karşıtı afişlerin asılması olayının ortaya koyduğu gibi, yeni oluşmakta olan Arap entelijansiyasına bilhassa hoşgörülü davranmış. Mithat Paşa, Osmanlı’nın son büyük ıslahatçısı ve Osmanlı Anayasası’nın ardındaki isim olarak yaptığı çalışmalarla, Beyrut’un yanı sıra Şam’da da hatırlanıyor; Hamidiye Çarşısı’ndaki bir sokak onun adını taşıyor. 
Mithat Paşa Beyrut’ta, baş düşmanı Abdülhamid’in yanında yaşatılıyor. Adının verildiği caddenin yalnızca biraz ötesinde, Sanaye Parkı’nın ortasında, üzerinde Abdülhamid’in tuğrasının açıkça görüldüğü Hamidiye Çeşmesi yer alıyor. 
Ortadoğu’nun tüm halkları Osmanlı’nın yıkılışının sonuçlarının doğurduğu sıkıntıları halen yaşıyor; en büyük bedeli ödeyenler de Ermeniler. Yıkım, şiddet ve değişimler o kadar büyüktü ki, karanlığın çökmesinden önceki yaşamı tahayyül edemiyoruz. Hâlâ Osmanlıların arasında yaşıyoruz ve hâlâ seçme şansımız var: Abdülhamid mi, Mithat mı? Kazanan şimdilik Abdülhamid. 

Kaynaklar

-Najib Saliba, “The Achievements of Midhat Pasha as Governor of the Province of Syria, 1878-1880”, International Journal of Middle East Studies 9 (1978), s. 307-323.

- Somerville Story (ed.) The Memories of Ismail Kemal Bey, Londra: Constable & Co., 1920.