NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Peki… Yarın?..

Büyüklerimiz ‘Erzincan depreminden önceydi/sonraydı’ diye sınıflarlardı doğumu, ölümü. Bundan sonra nasıl sözü edilecek bu günlerin, öncesinin, sonrasının?

Türkiye bir bütün hapishane artık.
Halkın yarısı kendi inançları içinde hapis,
öbür yarısı kendi inançları için hapiste.


Kapanalı 75 gün oldu. Virüsle yatıp kalktık.
Ne olacağı, nasıl olacağı dışında her şeyi öğrendik.
Öğrendiklerimizin yalan ve yanlış olabileceğini de öğrendik.
İnsanoğlunun eninde sonunda bu belanın üstesinden geleceğini öğrendik.
Bu belanın dönüp ikinci üçüncü dalgalar halinde gene bela olabileceğini öğrendik.
Bu belayla baş etmenin 5-10 yıl sürebileceğini öğrendik.
Bu bela nedeniyle doğrudan ve dolaylı 20-30 milyon insanın ölebileceğini öğrendik.
Yerkürenin böyle bir afete hiç hazır olmadığını da öğrendik.
Hasılı, çok şey öğrendik…

Ama en baştaki kadar şaşkın, en baştaki kadar cahiliz.
Yarınımızla ilgili ne biz bir şey biliyoruz, ne de bir başkası.

Hiç kuşku yok ki karşımızda devasa bir sorun var.
Şimdilik bu lanet virüsün gölgesinde kalmış gibi olsa da,
daha büyük sorunlar -büyüyerek ve ağırlaşarak- yerinde duruyor.
Bunlardan ilki, sonumuzu getirecek olan küresel iklim krizidir.
Bunlardan daha ezeli olanı -ve, iklim krizi gibi, kader olmayanı-
eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk rezaletidir.

Şöyle kümelersek:

Ekoloji
Kendi marifetimizle dünyanın sonunu getiriyoruz.
Ekonomi
Sömürü-talan üstüne kurulu; sürer mi, sürebilir mi?
Dünya düzeni
‘Yeni dünya düzeni’ dedikleri, evrilir mi, devrilir mi?
Demokrasi
Gidiş totalitarizme doğru mu?
Adalet
Eşitlik
Haklar
Özgürlükler
Küreselleşme
Bu çark döner mi, söner mi?
Fakir ülkeler
Fakir sınıflar
Maaşlılar
Kayıt dışı çalışanlar
Mülteciler
Sağlık
Fakir sınıflar
Hapishaneler
Mülteciler
Eğitim
Çocuklar
Gençler
Spor

(Yalana kandırmacaya sapmadan, dürüstçe düşünelim: Şu yukarıdaki dökümde bizi rahatlatan, ferahlatan, tatmin eden, iyimserlik, umut veren tek bir kalem var mı? Beş bin yıllık insanlık tarihi ilerleye-gelişe böyle bir sona mı tosladı?)

Kurdukları, adını kısaca ‘piyasa ekonomisi’ koydukları düzen (ki bunu ‘neo-liberalizm’, ‘vahşi kapitalizm’ olarak da okuyabiliriz) sürdürülemezdi, sürdürülemedi. Batası düzenleri işte battı. Kar maksimizasyonu üstüne kuruluydu, kar edemez, para kazanamaz, hatta ayakta kalamaz hale geldiler. Mikroskopik bir virüs sonlarını getirdi. Getirdi de, sade bu düzeni yok etse iyi, tüm dünyanın başına bela!

Ayrıca, bu düzen yok mu olacak? Yok olacak mı? 

Koronavirüs sonrasında ne olacak? Herkes bununla meşgul. Ve kimse bilmiyor ne olacağını. 

Bu salgın, pandemik de olsa, beni ilgilendirmiyor artık… Canım, ilgilendiriyor elbette, ama sözünü ettiğim öteki ikisi yanında solda sıfır, umurumda değil. 

İki taban tabana zıt görüş/beklenti var: Pandemi sayesinde insan soyu insanlığını hatırlayacak; bu vahşi düzenin yerine, dayanışmacı, paylaşımcı, yardımlaşmacı, insani bir düzen kuracak. Ya da, zorbalık daha yaygınlaşacak, otoriter rejimler çoğalacak, güçleri ve o ölçüde baskıları artacak.

II. Dünya Savaşı’ndan bu yana demokratik rejimlerde dahi egemen olan, halkın refahı değil, büyük ölçüde, küresel boyutlu dev şirketlerin, kartellerin çıkarlarıydı; adına ‘küreselleşme’ denen ekonomik yöntemle, dünyayı onlar yönetti. Küreselleşmede ticaret için, mal ve meta için, sermaye için devlet sınırları yoktur, insanlar için sınırlar aşılmaz, beton duvar niteliğindedir. Alış/satış serbest, gidiş geliş yasak! Kanun-polis yetmezse binlerce mil aşılmaz duvar. İşte ABD-Meksika sınırı, işte İsrail-Filistin toprakları… 

Şimdi, bu düzeni şıpınişi terk etmeleri mümkün değil. Sürdürmeleri de müşkül. Petrol şirketleri, havayolları patır kütür batıyor. Otomotiv sanayii, uçak sanayii çatırdıyor. Turizm sanayii çöktü çökecek. Mal satamayacaklar, varlıklarının tek dayanağı olan kar edemeyecekler. Hisse senetleri boş kağıda dönüşecek. Ama zorlanacak da olsalar pes etmeyecek, zorlayacaklar. Kamu parasından destek isteyecekler. Ve alacaklar. Bunun için devletlerde despotik yönetimler lazım. (Bu apayrı, epey uzmanlık ve öngörü isteyen bir konu.) Karşılarında direnecek, örgütlü, kararlı bir halk gücü var mı?

Bilinen şu: ILO’ya göre önümüzdeki kısa dönemde, yani 6-12 ay içinde çalışan dünya nüfusunun YARISI, yani 1,5 milyar (BİRBUÇUKMİLYAR) insan işini kaybedecek. Bunların büyük bölümü zaten güvencesiz, ‘kayıtdışı’ olduğundan, insanlık tarihinin hiçbir evresinde görülmemiş bir açlık ve yoksulluk ortaya çıkacak. Yani kıyamet, kıyamet ötesi, örneği olmayan bir yıkım. Bunu bilelim. Bunu nasıl, hangi yolla karşılayacağız… ve eğer çözebileceksek nasıl çözeceğiz?

Benim şimdilerde tek dert etmediğim sanat. Edebiyat, resim, müzik, heykel, sinema… bir rahne, bir mecra bulur; hatta, tersine, bu alanlarda verim çeşitlenir, zenginleşir, yeni yönelişler doğar. Ama nasıl bir ufka, nasıl bir geleceğe…

Ya peki, siyaset nasıl olacak? Yer yer değil, yaygın yönelişler, yaratıcı çözümler ortaya çıkacak mı? Umarsız görünen yoksunluklara derman olacak yeni aydınlıklar görülecek mi?

Büyüklerimiz ‘Erzincan depreminden önceydi/sonraydı’ diye sınıflarlardı doğumu, ölümü.
Bundan sonra nasıl sözü edilecek bu günlerin, öncesinin, sonrasının?

Karışık bir yazı oluyor değil mi? İnanın bana, durum bundan da karışık!

Haftaya devam edelim.