NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Peki…Yarın? (2)

Üretim ilişkileri yeniden düzenlenmedikçe… Mülkiyet konusu devrimci bir ciddiyetle ele alınmadıkça… İnsan nedir? Hayat nedir? Niçin yaşarız? Nasıl yaşamalıyız?.. Bunlara yeni cevaplar bulmadıkça, çareyi para ile satın alamazsınız. Bu çark öyle dönmez, dönmeyecek! Tüketim çağını dökme su ile sürdüremezsiniz.

“Sesi duyulmayanların sesi hakikatin ta kendisidir.”
Rıza Türmen

Korinavirüs geldi, karıştı ortalık. İkinci üçüncü dalgalar halinde 5-10 yıl sürebileceği, 20-30 milyon insanın ölebileceği konuşuluyor.

Ama sonunda gidecek.

Peki, sonra ne olacak? Aşısı, çaresi bulunduktan sonra nasıl bir dünya ile başbaşa kalacağız?

Şurası belli ki, daha büyük iki sorun yerinde duruyor –duracak.

Bunlardan ilki, muhtemel ki sonumuzu getirecek olan küresel iklim değişikliğidir.

İkincisi, daha ezeli olanı -ve, iklim krizi gibi, kader olmayanı- eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk rezaletidir.

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmaya başlayan, 1980 sonlarında Sovyetler Birliği rekabeti ortadan kalkınca gemi azıya alan vahşi kapitalist düzen, batı dünyasının proleteryasını “zincirlerinden başka” kaybedecek şeyleri de olan kitlelere dönüştürdü. Böylece hem düzeni tamamen değiştirecek temel gücü, ana gövdeyi pasifize ettiler; hem de, bu sayede, tüketim üstüne kurulu düzenlerine geniş, devasa bir tüketici nüfus yarattılar.

Büyük bir kandırmacayla “gelişmekte olan” diye yaftaladıkları ülkelerin halklarını ucuz işgücü olarak kullandılar. İçeride bilinçlenen kendi emekçi güçleri yerine bu kez yerkürenin geri kalanını yağmalayıp talan etmeye, ürününü, madenini, işgücünü sömürmeye başladılar. Avrupa ve ABD şirketlerinin üretimlerini Çin’e ve öteki Güneydoğu Asya ülkelerine kaydırmalarının nedeni buydu. Bugün, örneğin ABD, içindeki isyanı yağmacılıkla suçlarken önce dönüp kendi geçmişine, yüzyılı aşkın bayraktarlığını yaptığı talan düzenine, ortaya koyduğu örneğe bakmalı…

Dünya,  Amerika’ya, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya göç yüzyıllarından bu yana görülmemiş bir göç dalgasına sahne oldu, hala oluyor. Güney Amerika ve Afrika ülkelerinden kuzeye, Kuzey Amerika ve Avrupa’ya yoğun göç dalgaları akmaya başladı. Bu halklar, yaşayamaz duruma getirilen milyonlarca insan, yerlerini yurtlarını terk ederek, çoğu kez ölümü göze alarak, başka ülkelere sığınmaya çalışıyor.

Şimdi, Covid-19 günlerine gelip tosladığımızda durum, kabaca, buydu. Peki, böyle bir afete hiç hazır olmadığını yaşayarak gördüğümüz yerküremizde pandemi sonrasında durum ne olacak?

Çok açık ki, açlık, yoksulluk, yoksunluk  ağırlaşacak. Dünyaya egemen sistemin kendisi, buna çare bulunmasına engel.

ABD’de işsizlik başvurusunda bulunanların sayısı 40 milyonu aştı. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO, dünya üstünde çalışan nüfusun yarısının (1,5 milyar) 6-12 ay içinde işsiz kalacağını söylüyor.

Peki, milyarlarca işsiz ve onların aileleri nasıl yaşayacak? Kendimize bakalım. Dükkanımızı açamayacaksak, çalıştığımız işyeri ayakta kalamayacaksa, maaşımızı alamayacaksak, kiramızı nasıl ödeyeceğiz? Geçimimizi nasıl sağlayacağız? Çocuklarımızı nasıl besleyeceğiz? Eğitim, sağlık ihtiyaçları nasıl karşılanacak?

Ya bu sistem? Sistem nasıl ayakta kalacak? Sistemin yakıtı olan tüketim nasıl sağlanacak? Ürün ve hizmet satarak yaşayan şirketler, üretimleri alıcı bulamayınca nasıl ayakta kalacak? Para üstüne dönen çark, para olmayınca nasıl dönecek?

İşte bu nedenle bütün güçlü ekonomiler tarihte görülmemiş ölçüde para yağdırmaya başladılar. Nereye? Büyük şirketlere. Renault’ya, Lufthansa’ya, British Airways’e, Airbus’a, Boing’e! Ayakta kalsınlar, çalışanlar aylıklarını alabilsin, tüketim çarkı dönsün, borsalar çökmesin!  ABD’de 5 havayolu şirketine 15 milyar dolara yakın destek. Çoğu ülkede GSMH’nın %10-20’si oranında, toplamı 8 TRİLYON $’ı bulan destek paketleri. Bu muazzam paraların büyük bölümü havayolları, uçak, motorlu taşıt üretim kuruluşları gibi dev şirketlere giderken bir bölümü de doğrudan işsiz ve maaşsız kalanlara veriliyor.

Yani, düzen, alışkın olduğu bir yolla çözüm arıyor: Parayla çare satın alacak!
Olabilir mi? 

Üretim ilişkileri yeniden düzenlenmedikçe… Mülkiyet konusu devrimci bir yönelimle ele alınmadıkça… İnsan nedir? Hayat nedir? Niçin yaşarız? Nasıl yaşamalıyız?.. Bunlara yeni cevaplar bulmadıkça, çareyi para ile satın alamazsınız.  Bu çark öyle dönmez, dönmeyecek! Tüketim çağını dökme su ile sürdüremezsiniz. 

Para/gelir olmayınca tüketim olmaz. Tüketim olmayınca fabrikalar nasıl çalışacak? Uçaklar kiminle uçacak, otellerde kim konaklayacak, alışveriş merkezlerini kim dolduracak, lokantalarda, kafelerde kim oturacak, petrolünüzü kime satacaksınız? 

Ve insanlar, halklar, bu sizin dünya düzeninize daha ne kadar tahammül edecekler? Kar olmayınca hisse senetleriniz ne olacak? 

Bunları söylüyor, bu soruları soruyorum da, bu arada akıl ötesi gelişmeler de oluyor…

15 Mart-15 Mayıs 2020 arasında, yani o iki ayda, ABD’nin en zengin 5 kişisinin serveti 70 milyar dolar artmış! Nasıl yani? diye soruyor insan… Şirketler çatır patır batarken, nasıl oluyor? 

Bu 5 büyük zenginin 4’ü son 30 yılda yaratılan bilişim teknolojisi evreninden; Amazon’lar, Microsoft’lar vb. Onların arabası yürüyor, Covid-19 günlerinde o sektörlere gün doğuyor, hisse senetleri değerleniyor, sahiplerin serveti katlanıyor…

Ama bundan ibaret değildi.

Durumun nasıl bu hale geldiğini tek bir örnek açıklar:
Dünyadaki toplam 2 600 dolar milyarderinden yarısı şu 5 ülkede: 

ABD        585
Çin          373
Almanya  123
Hindistan 119
Rusya      101

Hadi diyelim ABD’yi, Almanya’yı anladık. Rusya’nınki petrol; Putin, oligarklar. Ya 1,5 milyar nüfuslu Çin?.. 1,3 milyar nüfuslu Hindistan?.. Hindistan’daki 119 milyarderin serveti, 200.000.000 Hintlinin yıllık gelirine denk.

Dünya, bu üstünde yaşadığımız küre, aslında tek bir mekan haline geldi. Öteki ucunda bir olay, derhal, hepimizin oluveriyor. Hemen bu haftaki George Floyd vahşeti. Tüm dünyaya mal olmadı mı?  Bakın, 1967’deki ropörtajda James Baldwin ne demişti:

Amerika'da zenciler ve beyazlar arasındaki oluşumlarda bir devrimin gümbürtüsü var. Eğer liderleri öldürürsen, bir kısmını sürgüne yollarsan, kalanları da tutuklarsan, yer altında oluşan tüm enerjiyi zorlamış olursun; bir şey daha yapmış olursun, yaptığın da bir 'gücün' yapabileceği en tehlikeli şey olur: İşin farkında olmayanlar da kentin öte yanındaki olayların gerçekte kendi olayları olduğunu kavrayıverirler birden.

Biz de, bu pandeminin hızlandırıcı etkisiyle, dünyanın “öte yanındaki olayların gerçekte kendi olaylarımız” olduğunu kavrayacağız. 

Ve sesleri duyulmayanlar seslerini duyulur kılacaklar.

İşte o zaman… seyreyle sen gümbürtüyü!

Haftaya, 3. yazıda, dünyanın görünen sonunu görüşelim.