OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Müze kararındaki makbul imzalar

Ayasofya camiye çevrilmemeliydi ama 1934’teki müze kararının altında imzası olanlar sebebiyle değil, bugünün doğru toplum düzeninin, barışçıl birlikte yaşamın bir gereği olarak.

Osmanlı tarihçisi Baki Tezcan, Jadaliyya sitesinde Ayasofya’nın camiye döndürülmesiyle ilgili İngilizce bir yazı yazdı ve bu yazının Türkçesi ‘Ayasofya efsaneleri ve AKP’nin aslına rücu'u’ başlığıyla Gazete Duvar’da yayımlandı. Farklı hususlara temas eden, geniş bir yazı; bütün yazıyı ele almayacağım. Kaldı ki, söylenenlerin hepsiyle değilse de çoğuyla hemfikirim. Hemfikir olmadığım, daha doğrusu ileri sürdüğü mantıkla hemfikir olmadığım husus, Tezcan’ın 1934’te Ayasofya’yı müze yapan karara ve onun imzacılarına yaklaşımı ve onları değerlendirme biçimi. 

Kısaca söyleyecek olursak, Tezcan 1934’teki kararın, altında imzası olanlar hasebiyle, bugün altında tek kişinin imzası olan karara göre temsiliyet yeteneği daha yüksek, dolayısıyla daha makbul bir karar olduğunu ileri sürüyor. Bugünkü kararın doğru ve muteber bir karar olduğunu söylemek tabii ki mümkün değil. Haftalardır, ben de dâhil birçok kişi bunu anlatmaya çalışıyor. Peki, bugünkü kararın yanlışlığını ispatlamak için onun karşısına 1934 kararını ve onun imzacılarını koymak ne kadar doğru? O imzacılar, bizim aradığımız makbuliyeti ve meşruiyeti bize verebilirler mi? Aslında Tezcan’a teşekkür etmek gerek, çünkü sadece Mustafa Kemal’in imzası üzerinden tartışılan bir belgede başka imzalar olduğunu da bize hatırlattı ve bunları tartışmaya dâhil etti. Bakalım kimmiş o imzacılar.
Tezcan’ın da zikrettiği iki isimden başlayalım: Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras. (Gerçi arşivdeki belgeye göre müze yapılma kararının altında Aras’ın imzası yok. Anlaşılan o gün kabine toplantısına katılmamış, onun yerine de Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya vekâleten imza atmış. Ama beş gün sonraki Ayasofya’nın avlusunda kazı yapılmasına izin veren kararın altında Aras’ın da imzası var. Sonuçta, teknik denebilecek bir durum, Tezcan’ın argümanı açısından çok fark eden bir şey yok.) Tezcan bu iki ismin imzasının varlığını, bence epey tartışmalı bir mantıkla, Demokrat Parti’nin kurucuları arasında olmalarından dolayı, muhalefetin kararda temsil edilmesi olarak yorumluyor. Tezcan, “Yani Ayasofya Müzesi’nin kurucuları, sadece İstanbul’u ikinci kez fetheden Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iktidarını değil, daha sonra o iktidarı sandık başında alt edecek olan muhalefetini de temsil ediyordu” diyor. Bu karardan 16 yıl sonra bir muhalefet hareketine girişeceklerin, 16 yıl evvelki imzalarını, kararda muhalefetin temsili olarak görmek, doğrusu zorlama bir yorum. Tezcan, bugün camiye dönüştürme kararı alanların, hep övdükleri Demokrat Parti çizgisindeki insanların bu müze kararındaki imzalarını görmezden gelerek içine düştükleri çelişkiye dikkat çekmeye çalışıyorsa, o açıdan yerinde bir hatırlatma. 

Peki, kim bu iki kişi? Tezcan, Bayar’ı şöyle tarif ediyor: “1934’teki kararda, o hükumetin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin reisicümhuru olarak onun ve onun en yakın silah arkadaşı ve Türkiye’nin tek parti rejiminin diğer simge ismi olan İsmet İnönü’nün yanında, bir anlamda bu topraklardaki siyasi iradenin işgal altındaki Osmanlı İstanbulu’ndan, bağımsız Ankara’ya geçişini, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Saruhan mebusu iken, İstanbul’un işgalinden sonra ilk meclise Bursa mebusu olarak katılan şahsında tecessüm ettiren ve daha sonra Demokrat Parti’yi kurarak Türkiye demokrasi tarihinin en önemli adımlarından birini atacak olan Celal Bayar…” Gayet bütüncül bir tarif ama Celal Bayar’ın bir vasfını unutmuş: Ege’deki sivil Rum nüfusun etnik temizliğinin baş mimarlarından biridir. Başkasının tanıklığına da gerek yok; kendisi, anılarında, anlatabileceği kadar açık anlatır. Tevfik Rüştü Aras ise, Ermeni Soykırımı sırasında Ermeni cesetlerinin ‘hijyenik’ biçimde ortadan kaldırılmasından/imhasından sorumlu kişiydi. (Bunun ayrıntıları için Taner Akçam’ın ‘A Shameful Act’ adlı kitabının 362 ila 364. sayfalarına bakılabilir.)

Tezcan, bu iki isimden başkasını zikretmiyor ama gelin, biz bakalım. Mesela, karara hem kendi, hem Tevfik Rüştü Aras adına imza atan, günün Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya. Birinci Dünya Savaşı sırasında İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi’nin başına getiriliyor. Birçok görevi arasında, Ermenilerin Suriye’de yerleştirildikleri toplama kamplarını idare etmek ve kamp kapasitelerine göre ‘fazlalık’ olan Ermenileri imha etmek var. Daha sonra, Dâhiliye Vekili olarak, ülkedeki Türk olmayan nüfusu asimile etmek amacıyla çıkarılan 1934 tarihli İskân Kanunu’nun baş uygulayıcısı.
Bitti mi? Bitmedi. 1934’teki müze kararını Millî Müdafaa Vekili olarak imzalayan Zekai Apaydın, tehcir sırasında Kayseri mutasarrıfı. Bir tesadüf eseri, o zamanki faaliyetlerini anlatan, henüz basılmamış İngilizce bir makalenin Türkçe çevirisini henüz tamamladım. Orada da anlatıldığı üzere, Apaydın, Kayseri havalisinde sadece tehciri değil, katliamları, ihtidaları, tecavüzleri, çocukların Ermenilerden alınıp dağıtılması işlerini de organize ediyor.   
Daha da devam edebilirim. Kararda Maarif Vekili olarak imzası bulunan Zeynel Abidin Özmen’in Dersim’deki ‘işler’inden, Nafıa Vekili imzasını atan Ali Çetinkaya’nın (Üç Aliler Divanı’nın Alilerinden biri) İstiklal Mahkemesi ‘performans’ından, Adalet Vekili olarak imza atan Şükrü Saracoğlu’nın Varlık Vergisi ‘eser’inden uzun uzun bahsedebiliriz. Hepsinin kendine göre bir ‘maharet’i var. 
Peki, bütün bunlardan ne sonuç çıkarmalı? Hep söylediğim bir söz var: Türkiye’nin doğru, demokratik, barışçıl, eşit bir sosyal ve siyasi düzen kurmak için geçmişinde dönüp bakacağı bir an, dönem veya kadro yoktur. Ne yapılacaksa, doğru ilkeler üzerine bugün ve sıfırdan yapılacak (şu an buna dair en küçük bir umut olmasa bile). Ayasofya tartışması da bir yönüyle tam da bunun örneği oldu. Ayasofya camiye çevrilmemeliydi ama 1934’teki müze kararının altında imzası olanlar sebebiyle değil, bugünün doğru toplum düzeninin, barışçıl birlikte yaşamın bir gereği olarak. Ayasofya’nın cami yapılması o imzacıları çiğnediği için değil, bugünkü toplumsal hayatımız açısından yanlış değerleri öne çıkardığı, yanlış mesajlar verdiği için yanlış. Yoksa, 1934 kararının altındaki imzacılar da bir ‘onur listesi’ değil. Ha, işin acı ironisi şu ki, bugün Ayasofya’yı cami yapanların, yukarıda saydığım isimlerin ‘miras’ıyla bir sorunu olacağını da sanmıyorum.