OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Diaspora insandır

Diaspora mensuplarının da derin acıları, varoluşsal sorunları vardır. Bu varoluşsal sorunların kaynağı olan soykırım inkâr edilince öfkelenmeleri biraz da bundandır, çünkü bu inkâr onların bu varoluşsal sorunlarına da ‘yalan’ demekle aynı şeydir.

Türkiye’de ‘diaspora’ kelimesinin çağrışımları genellikle olumsuzdur. Başına daha ziyade ‘Ermeni’ ve ‘Rum’ sıfatları getirilir ve böyle olunca olumsuz çağrışımları katlanır. Bir yerlerde Türkiye aleyhine çalışan birtakım örgütler akla gelir ama diaspora dediğinizin yaşayan kanlı canlı insanlar oldukları akla gelmez; diaspora olma halleri, psikolojisi üzerine pek düşünülmez. Toptan şeytanlaştırılır. Halbuki, diaspora mensuplarının da derin acıları, varoluşsal sorunları vardır. Bu varoluşsal sorunların kaynağı olan soykırım inkâr edilince öfkelenmeleri biraz da bundandır, çünkü bu inkâr onların bu varoluşsal sorunlarına da ‘yalan’ demekle aynı şeydir. 

Boston’da yayımlanan ‘Armenian Weekly’ gazetesinin 8 Ağustos 2020 tarihli sayısında yer alan, gazetenin eski editörlerinden Rupen Janbazian’ın yazısı, bu acıların kişilerde nasıl somutlaştığını gösteren iyi bir örnek. Janbazian, gazete binasına gelerek kendisiyle tanışan Michael Mensoian’ın hikâyesini anlatıyor. Mensoian, Harput-Kesrikli bir babanın ve kökleri Adana’da olan bir annenin oğlu olarak 1927 yılında Rhode Island’ın Providence şehrinde doğuyor. Genç yaşında İkinci Dünya Savaşı’na katılıyor, dönüşünde coğrafya alanında akademik kariyer yaparak profesör oluyor ve üniversitelerde uzun yıllar görev yapıyor. 

Janbazian’la Mensoian tanıştıktan sonra ahbap olup düzenli olarak görüşüyorlar. O görüşmelerden aktardıklarından anlıyorsunuz ki, doğma büyüme, hatta ordusunda savaşacak kadar Amerikalı olan Michael, aslında köklerini arıyor, en azından belli bir yaştan sonra. Mesela, 89 yaşındayken Ermenistan vatandaşı oluyor. Birkaç master derecesi ve doktorası olan Mensoian, Janbazian’a hayattaki en büyük pişmanlıklarından birinin akıcı bir Ermeniceye sahip olamamak olduğunu söylüyor. 

Sohbetlerinden birinde Michael’ın soyadından laf açılıyor. Janbazian, Michael’a soyadının orijinali ‘Mentzoyan’ olduğu hâlde İngilizcede neden ‘Mensoian’ şeklinde yazıldığını soruyor. Basitleştirmek amacıyla kasten yapılmış bir şey miydi, yoksa hata mıydı? Aslında soru çok da önemli veya orijinal değil, Amerika’daki neredeyse her göçmenin karşılaşabileceği bir soru. Asıl önemli olan, Michael’ın bu soruya verdiği tepki. Janbazian, “Onu ilk defa yumuşak, için için gözyaşı dökerken gördüm” diyor. Michael, soyadlarının neden bu şekilde yazıldığını bilmiyormuş ve belli ki bu bilmeme hâli canını yakıyormuş. 

Burada, bir-iki cümleliğine başka birine değinmek istiyorum: Ünlü Japonya tarihçisi Harry Harootunian (soyadının yazılışına dikkatinizi çekerim bir kere daha). O da Michael gibi 1920’lerde, soykırımdan sağ kurtulup kendini Amerika’ya atan Ohannes’le Vehanuş’un oğlu olarak New Jersey’de doğuyor ve onu 20. yüzyılın önemli tarihçilerinden yapan onlarca kitap yazıyor veya derliyor. Fakat, 90 yaşından sonra çıkardığı son kitabı ‘The Unspoken as Heritage’ (‘Konuşulmayan Miras’ olarak çevirmek Türkçenin mantığına daha uygun olsa da aslında manayı daha iyi veren çeviri ‘Konuşulmayanın Miras Kalması’) tam da ‘kendine yolculuk’ denebilecek türden bir kitap. Annesinin ve babasının hikâyesini aktarmaya çalışıyor ama görüyorsunuz ki orada da en dikkat çekici özellik boşluk, bilinmemezlik. Zira, kendisinin de söylediği gibi bu kitabı yazmaya başlayınca anne-babasının hikâyesi hakkında ne kadar az şey bildiğini görüyor. Acı ironiye bakar mısınız, koca ülkelerin yüzlerce yıllık tarihine ‘ışık tutan’ önemli bir tarihçi, kendi anne-babasına gelince çaresiz kalıyor. 

Michael’in hikâyesine dönecek olursak, onun bu hüznü karşısında Janbazian da soyadı meselesini araştırmaya söz veriyor. Araştırma neticesinde, marangoz olan babasının 1932 yılında Ermenice bir gazeteye verdiği iş ilanını buluyorlar. Janbazian ilanı tercüme ediyor. Takip eden hafta Michael, Janbazian’ı evine götürüyor. Yemek masasının yanında duruyorlar. Michael, Janbazian’a masanın alt yüzüne bakmasını söylüyor: ‘Մ. Մենծոյեան, ծնած Խարբերդ, Քէսրիկ’ (M. Mentzoyan, Harput, Kesrik’te doğdu). Marangoz babası, yaptığı masanın altına doğum yerini yazmış (Anlıyor musunuz, ‘diaspora’ ne demek). Michael bunları yüksek sesle, Ermenice olarak okumuş ve “Çok bir şey değil ama en azından bunu okuyabildim, babamın yazısını okuyabildim” demiş. Bu sefer, gözyaşlarını saklamadan karşılıklı olarak ağlamışlar. Michael geçen Temmuz evinde çalışırken ani bir kalp kriziyle ölmüş. 

İsterdim ki masallar gerçek olsun. Michael babasına kavuşunca, babasının bilmediği dilini bilir olsun ve uzun uzun babasının dilinde konuşsunlar. Kim bilir, belki de babası ona Kesrik’i anlatır.