Hora/Kariye: Yaşayanların ülkesinden insansız ülkeye

2006-2018 arasında Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde dersler veren Bizans Sanat Tarihi uzmanı Dr. Anestis Vasilakeris, Agos için, Kariye’nin mozaikleri ve fresklerinde betimlenen anlatıların, bugünün dünyasına, özellikle yöneticilere fısıldadığı ‘zamansız’ mesajları kaleme aldı.

ANESTIS VASILAKERIS 

Theodoros Metohitis, muhtemelen, çağının en aydın insanıydı. Hora (Kariye) Manastırı’nın kilisesinin mozaiklerini ve fresklerini o yaptırmış, yapım sürecine de nezaret etmişti. Düşünür, matematikçi, gökbilimci, ilahiyatçı ve şairdi; İmparatorluk Hazinesi’nin yöneticisi olarak, güçlü bir devlet adamıydı. Kilisede yer alan tasvirler, onun kişilik özelliklerini yansıtır. 14. yüzyılın başlarında, sonraları İtalyan Rönesansı’nın ‘homo universalis’ (evrensel insan) olarak adlandıracağı figürün mükemmel bir örneğiydi. Rafine bir entelektüel ve deneyimli bir devlet adamı olarak, yaşadığı dönemin, çok uzun sürmüş, çok özel bir çağın sonu olduğunun farkındaydı; Roma İmparatorluğu, Bizans çökmek üzereydi. Kariye’nin duvarlarındaki tasvirlerle, ardında, vârisi olduğu uygarlığa dair görsel bir miras bırakmak istemişti. 20. yüzyılın ortalarında Thomas Whittemore’un bu tasvirleri ortaya çıkarmasıyla, insanlık Bizans sanatının ayakta kalan en kusursuz başyapıtını keşfederek büyük bir şaşkınlık yaşadı. 
Yunancada χώρα (hora) kelimesi hem ‘ülke’, ‘memleket’, hem de ‘taşıyan’, ‘barındıran’ anlamına gelir. Hora/Kariye, hem ‘yaşayanların ülkesi’ olarak İsa Mesih’e, hem de taşınamaz olanı yani Tanrı’yı taşıyan kişi olarak İsa Mesih’in annesine, Meryem Ana’ya ithaf edilmiştir. Kilisedeki dikkat çekici bir tasvirde, sanatçı, izleyiciye Meryem’in mantığa aykırı görünen gebeliğini çağrıştırmak için soyut bir yönteme başvurmak zorunda kalmıştır; burada İsa, Meryem Ana’nın rahmini temsil eden bir dairenin içinde, elinde tuttuğu dört İncil’i takdis ederken görülür. Manastırın adına dair bu düşünüş biçimi, kiliseye ana kapıdan girildiğinde göze çarpan ilk tasvirlerle ortaya konmuştur. İsa ile Meryem Ana arasındaki boşluk, içine çeşitli şeylerin konduğu objelerin, kapların tasvirleriyle doldurularak, izleyici uzam ve ‘barındırma’ edimi üzerine düşünmeye davet edilmiştir.

Ana kapının üst kısmında, Taşınamaz Olanın Taşıyıcısı Meryem’in, iki yanında meleklerle tasvir edildiği bir mozaik.

Bizans hümanizmi
Kilisenin, yeniden Müslüman ibadet yerine dönüştürülecek olan ana bölümünde, İsa, elinde, üzerinde “Ey tüm yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm” ifadesinin (Matta 11:28) yer aldığı bir parşömenle tasvir edilmiştir. Daha çok bilinen “Ben dünyanın ışığıyım” ifadesinin değil de bu ifadenin seçilmiş olması, dönemin Bizans dinî düşüncesine hâkim olan hümanizmin bu anıtsal yapıdaki birçok yansımasından biri olarak yorumlanmıştır. Tanrı burada bir ‘filantrop’, insanlığın iyi yürekli dostu olarak temsil edilmiştir.
İç narteksin kuzey tarafında, Meryem Ana’nın çocukluğundan çeşitli sahnelerin yer aldığı kısımda, şefkat ve sevgi dolu bir ebeveynlik tasviri vardır. Burada, Meryem’in annesi ve babasının, herhangi bir anne-baba gibi bebeklerine sarıldığı ve bu sırada bir kadının onları izlediği görülür. İnsan doğasına yönelik bu yüceltme, bir tür paradoksla, sahnenin adında ifade bulur: ‘Tanrı’nın Annesi’nin –anne ve babası tarafından– Sevilmesi’. Bunun anlaşılabilmesi için, yakınındaki ‘Tanrı’nın Annesinin Ana Rahmine Düşmesi’ (kucaklaşan çift) ve ‘Tanrı’nın Annesi’nin Doğumu’ adlı tasvirlerle bir arada ele alınması gerekir. Söz konusu dönemde, Bizanslı ilahiyatçılar, kısa süre önce, Meryem Ana’nın ‘lekesiz gebelik’le dünyaya gelmiş olduğu düşüncesini ortaya atan Latin ilahiyatçılara karşı çıkmaktaydı. Bizanslı ilahiyatçılar, Meryem’in, ana rahmine diğer insanlar gibi doğal şekilde düştüğünü, iki insan arasındaki sevginin meyvesi olarak dünyaya geldiğini savunuyordu. Bundan daha değerli, daha yüce ne olabilirdi? Sıradan bir insanın Tanrı’nın annesi olduğu düşüncesi önemliydi, çünkü her insanın kutsal olanla yakından temas etme potansiyeli taşıdığını, her insanın bu ölçüde değerli olduğunu ima ediyordu. Bu, Bizans Hıristiyanlığındaki hümanizmin, İnsan ile Tanrı arasındaki mesafeyi ortadan kaldıran, çok güçlü bir savıdır.

İç narteksin kuzey kısmındaki mozaiklerden, Meryem Ana’nın çocukluğuna dair bazı sahnelerin yer aldığı bir kesit.

Ayasofya göndermesi
Bu alana açılan ana girişin üst kısmındaki kemer aynasında, yapının hamisi Metohitis, İsa’nın önünde diz çökmüş şekilde tasvir edilmiştir. Yapının yalnızca bu noktasında tasvir edilmiş olan Metohitis’in üzerinde, gururla taşıdığı, muhtemelen Müslüman bir yöneticinin hediyesi olan bir kaftan vardır. 
Bu tasvirin yanındaki duvarda, anıtsal bir ‘Deisis’ (Yakarış) temsili yer alır; Meryem, oğlu İsa’ya, insanlığı kurtarması için yalvarmaktadır. Burada, manastırın daha önceki iki hamisi de dua ederken tasvir edilmiştir. Bu imgenin, Ayasofya’nın galerisindeki ünlü Yakarış mozaiğini andırdığı ve burada, bilinçli olarak, Büyük Kilise’yle, kolayca fark edilebilecek bir metinler arası ilişki kurulmuş olduğu öne sürülür. İstanbul’da, Bizans dönemine ait anıtsal yapılardan çok azının muhafaza edilmiş olması, Bizans’ın sakinlerinin aşina olduğu bir göndermenin yer aldığı bu tasvire, nadir ve çok kıymetli bir eser niteliği kazandırıyor.
Metohitis’in kendisi için yaptırdığı mezar şapelindeki fresklerde ölümün getirdiği elem değil, kurtuluşun getirdiği sonsuz hayatın zaferi görülür; ölümü alt eden İsa, ilk insanlar Adem ile Havva’yı mezarlarından çekip çıkarmaktadır. Her yer ışıl ışıldır. Kıyamet gününün tasvir edildiği sahnede, bir melek, yıldızlarla dolu gökyüzünü rulo şeklinde dürmektedir. Melek, bu sakin jestle, artık ihtiyaç olmayan zaman boyutunu ortadan kaldırır. İnsanlık tarihi sona ermiştir.
Dış nartekste, bir tonozun üzerinde, İsa’nın Sınanması’nı konu alan bir tasvir bulunur. Dönemin sanatçıları, olayların çeşitli aşamalarını art arda resmetmeyi seviyordu. Bu canlı anlatıda, İsa figürüne, çizgi romanlarda olduğu gibi, her sahnede yeniden yer verilmiştir. Bir tasvirde, Şeytan, İsa’ya dünyanın tüm krallıklarını göstermekte ve bunlar üzerinde mutlak iktidar teklif etmektedir. Ancak İsa ‘Şeytan’a uymayıp’ bu teklifi reddeder.

Kilisenin ana bölümünün kuzey tarafında, çerçeve içine alınmış bir tasvir: ‘Yaşayanların Ülkesi İsa’

Bilgelikten distopyaya
Aynı alandaki bir başka mozaikte, nüfus kaydı için Meryem ile Yusuf’u kabul eden bir yönetici resmedilmiştir. Tasvir, bu bilge yöneticinin krallığında hüküm süren uyum ve düzeni yansıtır. Aynı noktadan, galerinin ucunda, İrodis (Hirodes) adlı bir başka yöneticinin tasviri de görülür. Güvensizlik hissi, onu, İsa ile aynı yaşta olan her çocuğun öldürülmesi emrini vermeye itmiştir. Askerler çocukları katletmekte, anneler ağlamaktadır – kargaşanın, kavganın hâkim olduğu, insanı şoka uğratan bir dünya... Bilgelikten yoksun bir yönetici olan İrodis’in krallığında şiddet ve acı hâkimdir. Bu imgeler, yöneticilik ilkelerine dair güçlü, zaman ötesi bir yorum teşkil eder.
Hora/Kariye, mozaikleri ve freskleriyle, yaşayanların ülkesini; bilgelik ve saygının, insan doğasının en değerli yönünü ortaya koyduğu, ideal bir mekânı temsil eder. Bu aydınlık, ışık dolu ülke, aynı zamanda, insanların, ‘taşınamayacak olan’la yani Tanrı’yla bir arada var olmasına imkân tanır. Bir uyumun yakalanabilmesi bilgelik, saygı ve insani değerlerin muhafaza edilmesiyle mümkündür; bu, özellikle yönetenlerin üzerine düşen, çok büyük bir sorumluluktur. Bu niteliklerden yoksun yöneticiler, ülkeyi, güvensizlik, şiddet ve kederin hüküm sürdüğü, yaşayanları tutsak ettiği bir distopyaya döndürürler. Hora/Kariye’nin camiye dönüştürülmesi kararı, hiç kuşkusuz, distopya yönünde atılmış bir adımdır. 
Bu şehrin sakinleri ve bu ülkenin halkları, ne olursa olsun, bilge, medeni ve saygılı yöneticileri hak ediyor. 

(Çeviri: Altuğ Yılmaz)

Kategoriler

Dosya