OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Geçmiş tekerrür mü eder, yoksa zaten geçmemiş midir?

Bütün farklılıklara rağmen aynı giden şeyler de vardır. Tarih yazımında buna daha ziyade ‘süreklilikler’ adı verilir. İşte, kimi durumlarda insanların ‘tekerrür’ olarak algıladıkları, aslında bu sürekliliklerdir. O şey aslında tekerrür etmiyordur, çünkü hiç bitmemiştir,

Tarihin ve tarih yazımcılığının halkın günlük kullanımına kadar nüfuz etmiş birtakım klişeleri vardır. “Her olayı kendi şartlarında değerlendirmek lazım” bunlardan biri; “tarih tekerrürden ibarettir” de bir başkası. Bu hafta bu ikincisi üzerinde duralım diyorum. Gerçekten tarih tekerrürden mi ibarettir? 

Her şeyden önce, ‘ibaret’ tabiri haddinden fazla iddialı. Geçmişten bu yana yeni hiçbir şey yoktur manasına gelir ki bunu söylemek sanırım mümkün değil. Onun için sorumuzu “Tarih tekerrür eder mi?” şeklinde değiştirmek daha anlamlı. Hiçbir zaman dilimi kendini bire bir tekrar etmez. Biz farkında olsak da olmasak da, en azından ayrıntılarda olaylar veya düzen farklılaşır. Birbirinin aynıymış gibi görünen iki gün arasında bile bir farklılık vardır. Sabah evden çıktığınızda kaldırımda yatan kedi, ertesi gün aynı yerde olmayabilir. Hangi farklılığın olayların gelişimi açısından kritik olacağını önceden tahmin etmek de çoğu zaman mümkün değildir. 

Öte yandan, bütün farklılıklara rağmen aynı giden şeyler de vardır. Tarih yazımında buna daha ziyade ‘süreklilikler’ adı verilir. İşte, kimi durumlarda insanların ‘tekerrür’ olarak algıladıkları, aslında bu sürekliliklerdir. O şey aslında tekerrür etmiyordur, çünkü hiç bitmemiştir, devam ediyordur. Dolayısıyla, tarihin akışı içinde olguların, durumların değişme hızı yani fazı esastır ve bunlar farklı farklıdır. Örneğin, kanımca en yavaş ve zor değişen olgulardan biri kolektif zihniyetlerdir. Kişiler ölür, kuşaklar ölür ama zihniyetler çeşitli yollarla nesilden nesle aktarılır. 

İmparatorluktan cumhuriyete bu topraklarda hükümet etme zihniyeti ve tarzı da uzun vadeli süreklilikler içerir. Yönetilen kitleye bakış, devlete kutsallık ve hatasızlık atfetme gibi özellikler aktarılagelmiştir. Bunu bir örnekle anlatmaya çalışayım. Örnek durumumuz, Edip Gölbaşı’nın, Tarih Vakfı’nın yayımladığı ‘1915: Siyaset, Tehcir, Soykırım’ adlı derlemesindeki “1895-1896 Katliamları: Doğu Vilayetlerinde Cemaatler Arası ‘Şiddet İklimi’ ve Ermeni Karşıtı Ayaklanmalar” başlıklı makalesinden geliyor. Malum, 1895-1896 arasında Anadolu’nun yirmi kadar yerinde Ermenilere yönelik katliamlarda kimi kaynaklara göre 40 bin, kimi kaynaklara göre 200 bin civarında Ermeni katlediliyor. Bu katliamların nedenleri, nasıl olduğu ayrıca tartışılır ki Gölbaşı da bunun yapıyor zaten. Biz gelelim örneğimize. Katliam yaşanan yerlerden biri de Sivas. Vali, başkente gönderdiği telgraflarda olan biteni anlatıyor.

Onun anlatımına göre vilayet merkezinde yaşanan “karışıklıklarda” dört-beş Müslüman ölmüş ve bunlardan ikisini de “yanlışlıkla” (artık nasıl olmuşsa) gene Müslümanlar öldürmüş. Buna karşılık, 400’den fazla Ermeni öldürülmüş. Vali’ye göre olayları Ermeniler başlatmış. Onların provokasyonuyla Müslümanlar galeyana gelmiş ve olaylar patlamış. Merkezden neden ölü sayıları arasında bu kadar fark olduğu sorulunca Vali cevap olarak “Ermenilerin korkak oldukları(nı) ve iyi silah kullanmayı bilmedikleri”ni söyler. İnsan sormadan edemiyor; madem Ermeniler o kadar korkaktı, nasıl oldu da olayları başlattı, Müslümanları tahrik etti?

Aynı makalede aktarılan ve o günlerden bugünlere uzanan bir başka süreklilik de, katliamlar başlamadan evvel dolaşıma giren, Ermeni çetelerin Müslüman köylerine baskın yaptığı veya yapacağı gibi ‘söylentiler’. Yalnız Osmanlı döneminde Ermenilerle ilgili vakalarda değil, cumhuriyet döneminde yaşanmış Maraş, Çorum gibi katliamlarda da olaylar başlamadan önce mutlaka bir söylenti yayılır. İşte, “Şunlar şunlar, şunları yapmışlar, yapacaklarmış” türünden laflar... Ne kadar ilginçtir ki, “Ermeniler/Aleviler içme suyunu zehirlemişler” örneğinde olduğu gibi, kimi zaman bu söylentiler bire bir aynıdır. Açık ki, burada amaç kitleleri belli bir gruba karşı kışkırtmak. O kitle de zaten dünden hazır, buluttan nem kapmaya bakar.

Şimdi, tek tek bu katliamlara bakarsak, bir tekerrür var mı? Olay bazında, noktasına virgülüne kadar değilse de evet, var. Peki, bunu mümkün kılan ne? Değişmesi uzun vadede dahi zor olan yönetim zihniyeti ve etno-dinsel gruplar arasındaki ilişkiler ve algı. İşte burada da süreklilik var ve tekerrüre yol açan, bu süreklilikler. Dolayısıyla, tarihin tekerrür edip etmediği, ne ölçüde ettiği tartışmasında sürekliliklerin ve kesintilerin peşine düşmek gerek.
Tabii bir de, geri döndürülemeyecek, telafisi mümkün olmayan kesintiler var.