Hikmetli Ahali

Deli mi bu Ermeniler? Durum avantajlarınayken neden saldırsınlar? “Yabancı basında kimse öyle demiyor” diye itiraz etmek istiyorsunuz ama cevap zaten belli: “Bütün dünya Türklere düşman, tabii ki onlara güvenilmez.” Anadolu Ajansı “Ermeniler zaten ezelden beri katliamcı, geleneklerinde var” diyerek hikâyenin altını doldurmak için çırpınıyor.

1955 İstanbul’unda yaşadığımızı hayal edelim. Kıbrıs’ın kaderi Türkiye’deki gazetelerin en önemli konularından. Kendi özerk yönetimi mi olacak? Adanın Yunanistan’a bağlanma ihtimali Türkiye’yi rahatsız ediyor. Adadaki Türk ve Rum halkları karşı karşıya geliyor. Türkiye gazeteleri, İstanbul’daki Rumların ne kadar rahat yaşadıklarına dair haberler vermeye başlıyor. Günlerden 5 Eylül ve Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konduğu haberi Türkiye’de büyük bir yankı buluyor. Medya koca koca başlıklarla bu haberi veriyor, ve 6-7 Eylül pogromları! Bizim gerçeğimiz, bize dayatılan gerçeklik bu. Ancak yıllar sonra ortaya çıkıyor ki bombayı koyan kişi Türkiye istihbaratı için çalışıyor. 

Daha şundan yedi yıl önce, Mayıs-Haziran 2013’te, gözümüzün önünde, Gezi olayları sırasında, dışarısı kıyamet, sokakta çocuklar ölüyor, haber almak için televizyonu açıyoruz… Penguen belgeseli! Sonunda mecburen haber giriliyor ama biralarla camiye giren gençler ve bir Kabataş hikâyesiyle… Bizim gerçeğimiz, bize dayatılan gerçeklik bu! 

Türkiye tarihinde örnek çok ama 2020 Eylül’e gelelim. Karabağ’ın kaderi Türkiye’deki gazetelerin en önemli konularından değil. Kendi özerk yönetimi mi olacak, kimsenin umurunda değil. Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanma ihtimali veya özerk olma ihtimali Azerbaycan’ı yıllardır rahatsız ediyor. Bölgedeki Ermeni ve Azeri halkları onlarca yıldır bu sorunla karşı karşıya. Sonra birden Türkiye gazeteleri başlıyor: Ermeniler saldırdı! Azeriler cevap verdi, Azeri kardeşlerimizin yanındayız! Bizim gerçeğimiz, bize dayatılan gerçeklik bu! 

Deli mi bu Ermeniler?
İyi de, ne oldu? Deli mi bu Ermeniler? Durum avantajlarınayken neden saldırsınlar? “Yabancı basında kimse öyle demiyor” diye itiraz etmek istiyorsunuz ama cevap zaten belli: “Bütün dünya Türklere düşman, tabii ki onlara güvenilmez.” Anadolu Ajansı “Ermeniler zaten ezelden beri katliamcı, geleneklerinde var” diyerek hikâyenin altını doldurmak için çırpınıyor. Yaz başından beri Türkiye’nin Azerbaycan’a silah satışı niye tarihinde görülmemiş şekilde arttı, bu yaz birlikte o kadar ne tatbikatı yapıldı diye sorgulamak istiyorsunuz ama saçmalamanın âlemi yok.

Yalancı çobanın hikâyesini bilir misiniz? Çocukken anlatırlardı. Bir çoban varmış. Bir gün koyunları otlatmaya çıkardığında yalandan bağırmaya başlamış, “Yetişin, kurtlar saldırıyor” diye. Köylü eline ne geçmişse kaptığı gibi gelmiş. Bakmışlar kurt murt yok, çoban bunlarla eğleniyor. Günler geçmiş. Çoban yine koyunları otlatırken bağırmış “Kurt var! Yetişin!” Köylüler yine ellerine ne geçtiyse kapıp koşmuşlar yardıma ama yine ortada kurt yok. Çobana söylenip gerisin geri evlerine dönmüşler. Gel zaman git zaman, bir gün çoban koyunlarını otlatırken bu defa kurtlar gerçekten saldırmış. Çoban avazı çıktığı kadar bağırmış, ama ne yaptıysa köylüler gitmemiş. Kimse yerinden kıpırdamamış.

Ana karakter yalancı çoban mı, yoksa..
Küçükken bu hikâyeyi her dinleyişimde ana karakteri çoban sanırdım. Hikâyenin, yalan söylemenin ne kadar kötü olduğunu anlattığını düşünürdüm. İnsan büyüyünce sadece hayatı değil hikâyeleri de başka görüyor. Artık bu hikâyenin ana karakterinin çoban olmadığını düşünüyorum. Çoban niye hikâyenin kahramanı olsun? O çoban olmaz bu çoban olur, biri gider biri gelir. Yalancı çoban mı yok?

Hikâyede asıl kahramanın, hikâyeyi hikâye yapanın köylü olduğunu anlamak için büyümem gerekti. Bir düşünsenize… Köylü çobanın yalancı olduğunu anlamasa, bunu idrak etmese, hatırlamasa, unutsa, çoban her çağırdığında tekrar tekrar koşsa, sizce böyle bir hikâye olur muydu? En fazla tekerleme olurdu. Bitmeyen bir tekerleme. İçinden çıkılamayan sonsuz, kısır bir döngü…

Hikâyedeki gibi ahali bulmak zor. Dünyada döngüyü kırabilen toplum çok az, hele ‘post-truth’ (hakikat sonrası) olarak adlandırılan bu dönemde iyice az. Kendiyle yüzleşmiş, geçmişini bilen, bunu hatırlayan, aynı zokayı her defasında yutmayan ahali bulmak gerçekten masallarda oluyor herhalde. Ne hikmetli köylüymüş!

Herkes kendi gerçeğinin küratörü
Bir halk yalancı çobanlarını tanımıyorsa, hiç hatırlamıyorsa, geçmişini bilmiyorsa aynı sarmalın içinde dönüp durur, her gelen çoban koyunları da, köylüyü de birlikte güder. Herkesin kendi gerçeğinin küratörü olduğu bu sosyal medya çağında ise işler iyice çığırından çıkar.

Peki, yalancı çobanı doğru söyleyenden ayırt etmek her defasında nasıl mümkün olur? Mümkün değil. Güçler ayrımı olmayan, medyanın bağımsız olmadığı, trollerin trend olduğu, trend olmak için trollük yapıldığı, eğitimin ‘eğitim’ olmadığı bugünkü dünyada pek mümkün görünmüyor. Her defasında olay yerinden bildiremeyeceğimize veya her seçim sandığının başına birini oturtur gibi her olay yerinde bir tanıdık bulunduramayacağımıza göre, mümkün değil. Karşılaştırmalı haber okusanız, karşıt kaynakları karşılaştırıp orada bir yerlerde saklı gerçeği aramak için uğraşsanız belki, ama ona da kimin vakti var Allah aşkına? Gazetecilerin bile yok belli ki. Ama size çobanla ilgili, yüzyıllardır hiç değişmeyen bir sır vereyim: Çoban ahaliyi, millî hassasiyetlerini, dinî hassasiyetlerini çok iyi tanıyor. Yalanı da ona göre sıkıyor. Herhangi bir gelişmede millî veya dinî hassasiyetleriniz azıcık okşanıyorsa, hafif gıdıklanıyorsa durun. Biraz dikkatli dinlerseniz çobanın kıkırdayışını duyarsınız.

Hep beraber, her defasında, hikmetli ahali gibi şu şarkıyı yüksek sesle söyleyeceğimiz günler diliyorum:
“Yalancı, yalancı, sana kimse inanmaz!
Yalancı, yalancı, sözüne kimse kanmaz!”

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında