OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İsimler önemlidir

Ermeniler söz konusu olduğunda da Halide Edip’te farklı dönemlerde farklı yaklaşımlar ve uygulamalar görüyoruz. Kimi zaman Ermenilerin acılarını açıktan tanıyan ve hatta “mensup olduğu kavim adına” Ermenilerden özür dileyen bir Türk aydını olur.

Halide Edip’i nasıl bilirsiniz? Bu toprakların öncü feministlerinden, Ankara’da örgütlenen millîci hükümetin ordusunda ‘onbaşı’ Halide, Sultanahmet mitinginin ateşli konuşmacısı… Ama sonra Amerikan mandası taraftarı olan, Mustafa Kemal’e açıktan çatışan, hatta 1926’da ülkeyi terk etmek zorunda kalıp 14 sene dön(e)meyen politik bir figür…

Ermeniler söz konusu olduğunda da Halide Edip’te farklı dönemlerde farklı yaklaşımlar ve uygulamalar görüyoruz. Kimi zaman Ermenilerin acılarını açıktan tanıyan ve hatta “mensup olduğu kavim adına” Ermenilerden özür dileyen bir Türk aydını olur. Nisan 1909’da, takriben 20 bin Ermeni’nin katledilmesinden sonra, 18 Mayıs’ta İttihatçıların gazetesi Tanin’de yayımlanan yazısından alınan aşağıdaki satırlar son derece nettir:

“Zavallı Ermeni vatandaşlarım, sizler kabus-ı Hamidi’nin en mazlumları […] en sahipsiz kurbanlar 

[…] Türklüğün, bütün insaniyetin kızardığı bu baştan başa mezar olan Anadolu viranelerinin önünde, öldüren kısma mensup olmak yeis ve hicabıyla beraber ruhum sizin için bir ana elemi ıstırap ve mahrumiyeti ile sızlıyor, inliyor. 

[…] misli görülmemiş musibetiniz için mütevazı ve mutazarri sizden af dilemeye geldim. Bu haile-i faciada sevgililerini gömmüş olanların ayrı ayrı kaderlerini paylaşmak, biçare mezarların en küçüğünden en büyüğüne kadar başında diz çökerek mensup olduğum kavim namına ruhumun yaşlarıyla ağlamak ihtiyacını hissediyorum. Oh! Emin olun gönlümde bütün milletin nedamet ve hâceleri, ana toprağının matem-i siyahı var.

[Burada zamanın iktidarına sesleniyor. O.K] Şimdi siz Türklüğün namusunu kılıcınızla üzerinde tutuyorsunuz. Silah arkadaşlarınızın intikamını almak ve Meşrutiyeti saklamak için nasıl bir savlet-i ahenin ile koca bir tahtı devirdiniz ise, Türklüğün, Osmanlılığın elinde kalan Ermeni vatandaşlarımızın kanını da sizin pak kılıçlarınız yıkayabilir.

[…]Çocuklarla kadınlarla yere geçirilen bu Osmanlıların intikamını almazsanız, insanlıktan utanmayarak komşumuzu inleten bu canileri teeddüb etmezseniz, zannediyorum ki genç Türklüğün üzerinde ebedi nokta-i cehalet kalacaktır.” (Aktaran Murat Belge, ‘Edebiyatta Ermeniler’, s. 65-67)

Öte yandan, bu satırları yazan Halide Edip’le, Birinci Dünya Savaşı sırasında Cemal Paşa’nın Ermeni yetimleri Türkleştirmek ve Müslümanlaştırmak için Antura’da (Lübnan) açtığı yetimhanede yöneticilik yapan Halide Edip aynı kişi. Kendisi anılarında amaçlarının bu olduğunu reddetse, çocukların isimlerini ve dinlerini değiştirmenin onları yetimhaneye kabul edebilmek için şart olduğunu söylese de, Selim Deringil’in Hilmar Kaiser’den aktardığı kanıtlar bu savunmayı boşa çıkarıyor (Selim Seringil, “Your Religion is Worn and Outdated”, Études Arméniennes Contemporanies, 12/2019).

Bunlardan birincisi, Edip’in 20 Ocak 1918’de Lübnan Mutasarrıfı İsmail Hakkı Bey’e gönderdiği bir telgraf. Bu telgrafta, savaşın Osmanlı Devleti aleyhine geliştiğini, bu şartlar altında ebeveynleri Türkler tarafında öldürülmüş Ermeni çocuklarının yabancıların eline bırakılmasının siyasi bir hata olacağını söylüyor. “Bu yetimhane bize karşı siyasi ve insani bir delil olarak kullanılabilir” diyor; bu sebeple bu yetimlerin mutasarrıfın temin edeceği nakil olanaklarıyla İstanbul’a taşınmasını teklif ediyor. (Belgenin arşiv numarası: BOA DH. ŞFR 576-47).

İkinci kanıt ise şu: Halep’te Ermeni çocuklar için bir yetimhane açan Alman-İsviçre yardım grubundan Beatrice Rohner’e, Şubat 1916’da yetimhanesini kapatması ve orada barınan Ermeni çocukları Antura Yetimhanesi’ne göndermesi emrediliyor. Eğer bu yetimlerle ilgili ‘özel bir plan” yoktuysa, zaten bir yetimhanede barınmakta olan, üstelik masrafları da hükümete yük olmayan çocuklar neden bu yetimhaneye transfer edilsin? 

Bu yetimhane başlı başına bir konu. Aslında zamanın genel ortamına göre yetimlerin nispeten daha güvende olduğu bir yer ama çocukların isimlerinin değiştirilmesi, Müslüman olmayanlara çok az yemek verilirken Müslüman olmayı kabul eden çocuklara daha iyi yemekler verilmesi, ‘söz dinlemeyen’ çocukların falakaya yatırılması gibi uygulamaların olduğu bir yer. Ayrıca, tıpkı Nazilerin toplama kamplarında Yahudilere bir nevi polislik yapmaları için gene Yahudiler arasından ‘kapo’ adı verilen kişiler devşirmesi gibi, bu yetimhanede de Türk ismi alıp Müslümanlaştırılan yaşça daha büyük Ermeni çocuklara diğerlerine nezaret etme görevi veriliyor ve anılardan öyle anlaşılıyor ki, bu ‘Ermeni kapolar’dan kimileri diğer çocuklara gaddarlık yapıyor. (Bu anılardan biri, o çocuklardan biri olan Karnig Panyan’ın Aras Yayıncılık’ın ‘Elveda Antura’ başlığıyla yayımladığı anılarıdır.) 

Gene Selim Deringil’in aktardığına göre, savaş patlayınca Lazarist rahiplerden müsadere edilen yetimhane binalarında, gene Lazarist rahipler 1993’te bir binayı yıkıp yerine yenisini yapmak üzere temel kazmaya başladıklarında 300 kadar yetimin kemiklerinin gömüldüğü bir toplu mezar buluyorlar. Kemikler, kolejin mezarlığında tek bir mezara gömülüyor. Toplu mezarın bulunduğu mevkiye de bir anıt taşı dikiyorlar. 

Halide Edip ve Ermeniler hakkında söylenebilecek daha çok şey var. 1909’da Ermeniler için “en mazlumlar” diyen Halide Edip, 1920’lerde inkârcı tezin temellerini atanlardan olduğu gibi, eserlerinde Ermeniler, Rumlar ve Kürtlere karşı ırkçı ayrımcı ifadeler kullanıyor. 

Halide Edip’ten yola çıkarak neden bütün bunlardan bahsettiğim ise başka bir konu. Şimdilik oraya girmeyelim ama birkaç hafta evvel Nihal Atsız isminin Maltepe’de bir parka verilmesiyle üç aşağı beş yukarı aynı kategoride değerlendirilebilecek bir konu olduğunu söylemekle yetinelim.