‘Tarih vererek normalleşme olmaz’

Dr. Ümit Kartoğlu, 2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü’nün Cenevre’deki Genel Merkezi’nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Halk Sağlığı Uzmanı olan Dr. Kartoğlu, Türkiye’de sağlık sisteminde her kademede çalışmış olmasının yanı sıra uluslararası anlamda da çok önemli bir tecrübeye sahip. Dr. Kartoğlu’nun ‘Pandemiden Bir Çıkış Stratejisi Olarak Aşı’ adlı makalesi bu hafta İletişim Yayınları’ndan çıkan, ‘Pandeminin Düşürdüğü Maskeler’ başlıklı derlemede yer aldı. Dr. Kartoğlu ile pandemiyle ilgili aşı tartışmalarını ve 1 Mart’ta alınan ‘önlemlerin gevşetilmesi’ kararlarını konuştuk.

Makalenizde de belirttiğiniz gibi Türkiye ısrarla COVAX aşı kooperatifine girmiyor. Bunun nedenleri sizce neler olabilir?

Dünya Sağlık Örgütü’nün önderliğinde Gavi ve CEPI işbirliğiyle oluşturulan, bir çeşit aşı kooperatifi olan COVAX aslında Türkiye’nin kaçırdığı bir trendir. Sağlık Bakanı Koca hiçbir zaman niye COVAX’a Türkiye’nin üye olmadığını açıklamadı. Samimiyetle söylüyorum bunun olası nedenlerini bilebilmem ne yazık ki olanaksız. Türkiye’nin üye olmaması ile ilgili konunun gerekli ödemenin yapılması için kaynak ayrılmaması olduğu yolunda eleştiriler çıktığında, Bakan Koca 7 Ocak 2021 tarihinde şöyle demişti: “COVAX oluşumu öncelikle aşıya ulaşım imkânı olmayan ülkeler için planlanmıştır. Hangi aşıyı teslim edeceği ise halen net değildir. Taraf ülkelerin nüfusunun en az yüzde 10’u kadar aşı vermek için planlanmıştır. Programa taraf olan ülkelerin önemli bir bölümü aşıya erken ulaşabilmek için birebir aşı şirketleri ile anlaşmaya çalışmaktadır. Bu programda yer almamamızın eski Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Berat Albayrak ile hiçbir ilgisi yoktur.”
Bu açıklama Bakan Koca’nın COVAX hakkında yanlış bilgiye sahip olduğunu gösteriyor. Çünkü COVAX yalnızca aşıya ulaşım imkânı olmayan ülkeler için planlanmış bir yapı değil. Örneğin 26 Şubat’ta Güney Kore’ye, COVAX aracılığıyla 117 bin doz Pfizer/BioNTech aşısı gönderilmiştir. Kuşkusuz bu Güney Kore’nin parasını ödediği bir alımdır. 
Bakan Koca’nın beğenmediği COVAX, ilk nakliyeyi 24 Şubat’ta 600 bin doz aşıyı Gana’ya göndererek gerçekleştirdi. İlerleyen günlerde de 504 bin doz Fildişi Sahili’ne, 3,94 milyon doz Nijerya’ya ve son olarak da 2 Mart’ta 624 bin doz aşı Angola’ya ulaştırılmıştır. COVAX’a niye Türkiye’nin üye olmadığı ile ilgili mutlaka bir neden arıyorsak bence bu öngörüsüzlükten başka bir şey değil. 

Dr. Ümit KartoğluTürkiye’de olduğu gibi dünyada da aşı tereddüdünün pik yaptığını belirtiyorsunuz. Bunda da pandemi ve aşılamayla ilgili stratejinin şeffaflıktan uzak olmasını önemli bir gerekçe olarak vurguluyorsunuz. Peki, aşı türleri arasındaki farklılıklar ve aşıların acil kullanım onayı ile dolaşıma girmesini bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Aşı tereddüdünün COVID-19 aşısı ile ilgili pik yaptığı doğrudur, ancak aşı olmak isteyenlerin tereddüt sahibi insanlardan kat kat fazla olduğunun altını çizmekte de yarar var. Aşı karşıtlığına hiç dokunmuyorum, onlar halk sağlığını tehdit eden bir unsur olmakla birlikte her zaman için çok azınlıktadırlar, onları ikna etmek için uğraşmak yerine emeklerin aşı tereddüdü yaşayan kişilere yönlendirilmesi daha akılcı bir girişimdir. 
Aşı tereddüdünü besleyen unsurlar oldukça karmaşık, ama en önemlisi pandemi ve aşılama ile ilgili stratejilerin şeffaflıktan ve katılımdan uzak olmasıdır. Kuşkusuz yazılı ve görsel basının da ciddi bir rolü var aşı tereddüdünün körüklenmesinde. Genelde tanımlanan en önemli unsurların başında sağlık personeline, sağlık sistemine, bilime, sosyo-politik bağlama ve dolayısıyla yöneticilere olan güven gelmektedir. 
Aşı türleri arasında farklılıklar kuşkusuz olacaktır. Ne yazık ki bunlar bilen bilmeyen sağlık personeli tarafından da anlamsız boyutlarda abartıldı ve acıdır ki aşı tereddüdünü epey tetikledi bu tartışmalar. Düşünsenize, bugün itibarıyla 115 milyon insanın hastalığa yakalandığı, 2,5 milyondan fazla insanın öldüğü bir salgında bir yıldan kısa bir sürede [dünyada herkese yetecek kadar olmasa da] değişik aşılar var bugün ve biz hangi aşıyı olsak diye tartışıyoruz. Kimse kusura bakmasın bu biraz insan türünün şımarıklığı olmuyor mu bir anlamda? Ben aşı seçmenin tartışılabilmesini bile anlamıyorum. Hangi aşı mevcutsa sırası gelenin o aşıyı olmasının en doğru karar olduğuna inanıyorum.

Geçen hafta  açıklanan kararlarla Türkiye’nin yüksek riskten en düşük riske kadar dört bölgeye ayrıldığı ve önlemlerin de buna göre gevşetildiğini öğrendik. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bir kere yanlış olan tarih vererek normalleşme yapılacağının açıklanması. Bu gibi kararlar bilimsel veriler ışığında belirlenmiş ölçütlerle yapılır, günü geldiği için değil. 1 Mart’ta normalleşeceğiz denilen tarihe kıyasla vakalar yüzde 50 artmış durumda bir kere, yani öyle tarihle bu iş olmuyor. Ne yazık ki Türkiye’nin salgın yönetiminde yaptıkları halk sağlığı derslerinde salgın yönetiminde ne yapılmaması konusunda örnek verilebilecek bir performanstır. Buna karşın Sağlık Bakanlığı her yaptığı iş için dünya bizi izliyor, örnek alıyor, takdir topladık gibilerinden bir dille sürekli propaganda yapmış, kendisini eleştiren kişi ve kurumları karşısına almıştır. Burada eleştiren derken klasik muhalefet etme anlamında söylemiyorum, eleştiren kişi ve kurumlar ne yapılması konusunda sürekli ve usanmadan detaylı önerilerde bulunmuşlardır. Bakanlıksa bunlara gözlerini kapamış kulaklarını tıkamıştır. 

Bakanlık hiçbir zaman salgınla ilgili şeffaf olmadı. Devlet sırrı saklıyor gibi sakladı verileri. İnsanlardan akıllı risk davranışları bekliyorsak, çevrelerindeki riskleri tüm çıplaklığıyla onlara göstermek zorundayız. Bu niye bu kadar zor, gerçekten anlamak çok güç. Halkın gerçekleri bilmesi gerek ki istenilmeyen riskli davranışlar konusunda sorumluluk alabilsin. Halka ‘maske tak’ derken, Twitter hesabında maskesi çenesinin altında fotoğrafını aylarca fon resmi olarak kullanan bir Bakan’dan söz ediyoruz. 

28-29 Temmuz ve 25-26 Kasım 2020 tarihlerinde yaşanan vaka-hasta krizini herkes hatırlayacaktır. Sağlık Bakanlığı “her vaka hasta değildir” diyerek epidemiyoloji ve halk sağlığında çığır açan bu tanımla gündeme otururken, insanlar haklı olarak “peki o aradaki gerçek vaka sayıları kaçtı acaba?” diye sormaktan kendilerini alamadılar. İmdadımıza salgının başından bu yana grafikleri ile tanınan Zeki Berk yetişti. Berk, Sağlık Bakanlığı’nın yarattığı vaka-hasta kaosuyla ilgili ortaya çıkan boşluğu açıklanan ve tahmini vaka hesaplarıyla doldurdu. Sağlık Bakanlığı bu insanları öpüp de başına koysun. Berk ve diğer bilim insanlarının ürettiği grafik görseller düzeyinde salgının Bakanlık düzeyinde incelendiğine ya da bunun dert edildiğine inanmıyorum. 
1 Mart yerinde normalleşme kararları bilimsel nasibini almamıştır. Önce Bakan Koca il il tüm vaka sayılarını açıklayacağını söyledi. Bu sözünü tuttu ama haftalık vaka açıklamaya başladı. Yani hiçbir şey olması gerektiği şekilde yapılmıyor. Aynı dönemde normalleşmeye yönelik bir risk ölçeği geliştirildi. Bu ölçekte iller 4 risk grubuna ayrıldı, Bakanlık 100 bin nüfusta vaka sayısına göre illeri 4 farklı renge boyadı. Bu gruplamada 100 bin nüfusta 100’ün üzerinde vaka sayısı olan iller çok yüksek riskli, 36-100 arası iller yüksek riskli, 11-35 arası orta ve 10’un altındaki iller düşük riskli olarak tanımlandı. 1 Mart için normalleşme kararları açıklanırken salgının başından beri Pazartesi-Pazar olarak kabul edilen hafta kavramı açıklama yapılmadan Cumartesi-Cuma olarak değiştirildi. Daha önce ilan edilen risk gruplamasındaki sınırlarla oynandı - örneğin düşük risk grubunun 10 vakadan 20 vakanın altına yükseltildi. Diğer sınırlarla da oynandı. Ne Bakan, ne de çok konuşmasını seven Bilim Kurulu üyelerinden biri çıkıp da bu değişikliğin gerekçelerini açıklamadı. 

Bakanlık salgının yerel yönetileceğini söylemiş, ancak bunu hayata geçirmemiştir, merkezi karar almıştır. Kırmızı denilen çok yüksek riskli illerde hangi gerekçeyle normalleşme adımları atılabilir anlaşılır gibi değil. Aksine buralarda önlemlerin il giriş çıkışları da kontrol altına alınarak artırılması gerekmektedir. 
Normalleşmelerin salt 100 bin nüfusa oranlı vaka sayılarına göre yapılması doğru değil. Çünkü vaka sayılarını belirleyen faktörlerin ağırlığı her ilde aynı değil. Bir kere Türkiye’de yeterli test yapılmıyor. Yani şişman olup tartıya çıkmayınca şişmanlığı sorun olarak görmezsiniz. Sorunun tanımlanabilmesi için öncelikle ölçülmesi gerekir. Bugün için yapılması gereken test sayısının yapılanın ortalama 4 katı olduğu hesaplanıyor. Bir de testlerdeki pozitif vaka oranı var dikkate alınması gereken. Salgının Türkiye’de bulaşma hızı bu normalleşmenin yapıldığı an artış eğilimindeydi. Bu hiç dikkate alınmıyor. 
1 Mart kararlarında benim olumlu bulduğum şey 20 yaş altı ve 65 yaş üstüne verilen cezanın (böyle yasak olmaz, bu olsa olsa cezadır) düşük ve orta riskli bölgeler için kaldırılması ve diğer bölgeler için gevşetileceğinin söylenmesi. Bu yasağın işe yaradığı hiçbir şekilde kanıtlanmadı çünkü. 

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, geçen  hafta başında yaptığı açıklamada mayıs sonuna kadar 20 yaş üstü 60 milyon yurttaşın aşılanacağını açıkladı. Sizce mevcut koşullarda bu hedef gerçekçi mi? Ya da bu hedefe ulaşılabilmesi için neler yapılması gerekiyor?
Türkiye’de böyle bir potansiyel var, yani sağlık sistemi (özellikle birinci basamak, aile hekimleri) bunun altından kalkabilir, ama bunun koşulları var. Unutmalıyım, bu aşılar yapılırken, aile hekimleri diğer bütün görevlerini de aksatmadan yürütmek zorunda, aksi halde maaş kesme cezası alabilirler. Birçok merkez hemşire sıkıntısı çekiyor, bu defalarca dillendirildiği halde Bakanlık henüz bir çözüm üretmiş değil. Aşılama yapabilmeniz için elinizde aşının olması gerek, bu henüz güvence altında değil. Aşı randevusu alabilmek teknolojiye bağımlı hale getirilmiş durumda, halkın bir kısmı ne yazık ki sistemi yeterli düzeyde kullanamıyor.  Kamu hastanelerinde aşılama oranları çok düşük. Bunun nedenleri üzerine hiçbir çalışma yapılmıyor. Kimi bölgelerde aşılama oranları çok düşük. Birçok sağlık birimi de olumsuz koşullarda hizmet veriyor, özellikle COVID aşılamasında yığılmanın olmaması, aşısı yapılanların belirli bir süre gözlem altında tutulmasının zorunluluğu bu birimlerin daha fazla bir alana sahip olmalarını gerektiriyor. Bu sorunların çözümü ile bu başarılabilir.

Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.