OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Mafya’ devletin kurucu unsurudur

O gün YouTube olsaydı, kim bilir, belki de Topal Osman da Çankaya Köşkü’nü basmak yerine video çekerdi veya Mustafa Suphi’leri öldüren Kâhya Yahya, tasfiye edileceğini anlayınca “Tüm bu işlerde ben tek başıma mıydım? Her şeyi olduğu gibi ortaya dökeceğim” diyerek ima ettiklerini YouTube videosunda anlatırdı.

Peker videolarıyla yatıyor, Peker videolarıyla kalkıyoruz. İzlenme rakamlarına ve yorum yapan kesimlerin dağılımına bakınca anlaşılıyor ki şehirlisi köylüsü, genci yaşlısı, okumuşu okumamışı Peker videolarını seyrediyor. Bu da gayet anlaşılır. En demokratik ülkeler dâhil, dünyanın neresinde devletle iş tutmuş karanlık bir profil böyle açıklamalar yapsa, gündemde bir numaralı madde olur. Gerçi, demokrasi arttıkça o ‘iş tutma’lar azalacağı için en demokratik ülkelerde bu tip açıklamalara rastlamak daha zordur. Başka bir deyişle, demokrasinin önemli gereklerinden biri şeffaflık; şeffaflık arttıkça, devletin bu tip insanlarla iş yapması zorlaşır.

İzleyen herkes, hâliyle, yorum yapıyor. Bunların kahir ekseriyeti bilgiden ziyade izlenim ve tahmin üzerine konuşuyor ki durumun niteliği açısından bu da anlaşılır. Herkes kendi düşüncesine göre tutarlı bir senaryo çizmeye çalışıyor. Bu senaryoların kendi içinde tutarlı olması doğru olmaları için yeterli değil. Örneğin, kimilerine göre Peker Amerikan hükümetiyle, daha spesifik olarak söyleyecek olursak ABD’de uyuşturucu ticaretiyle mücadeleyi yürüten federal bir kurum olan Drug Enforcement Administration (DEA) ile anlaştı. Koruma karşılığında bildiklerini paylaşıyor ve bunlar da bir ‘yaptırım’ olarak Biden tarafından Erdoğan’ın önüne konacak; hatta ‘çekilmesi’ istenecek. Bunlar doğru da olabilir, fazla dizi seyretmekten kaynaklı hayal gücü ürünü de. Şu aşamada “doğrudur-yanlıştır” demek için elimizde yeterli veri yok. 

Kim olursa olsun, bir babanın çocukları hakkında söylediği sevgi ifadelerini sorgulamak veya küçültmek hoşuma gitmez ama Peker’i bu videoları, daha doğrusu son sekiz bölümü çekmeye iten, kızlarına yapılanlardan çok Soylu için söylediği “O bizim dönüş biletimizdi” sözlerinde saklı. Görünen o ki, dönüşü için verilen sözler tutulmayınca, o hayal kırıklığının getirdiği öfkeyle bu işe girişti. Kanımca Peker’in hedefi baştan beri Erdoğan değildi; hatta dönüş umudu olarak oraya oynadı. Erdoğan’ı hiçbir zaman karşısına almadı ama “Tanışıklığımız eskidir” sözleriyle “Senin hakkında da biliyorum bazı şeyler” diyen sinyaller gönderdi.

Oradan beklediği karşı sinyali alsaydı, videoların kesildiğini görebilirdik. Fakat, Erdoğan’dan ters sinyal gelince küçük çaplı bir hüsrana uğradı. Son videoda “Bu videoları neden çektiğimi artık ben de bilmiyorum” demesi bundan olabilir. Fakat, artık durarak kazanacağı bir şey yok; Rubicon’u geçti, devam edip görecek. İlginin tadını almış olması, durması için başka bir engel. Tabii, tüm bu söylediklerim, videolardaki hâl ve tavırlarından, sözlerinden, o sözlerin sırasından kendime göre yaptığım mantık kurgusu temelinde benim izlenimlerim sadece. Diğerleri gibi benim söylediklerim de yanlış olabilir. 

Yorumlarda sıkça tekrarlanan bir tema da, doğal olarak, ‘devlet-mafya’ ilişkisi. “Devlet mi mafyayı kullanıyor, mafya mı devleti?”, “Mafya devleti ele mi geçirdi?” gibi sorular yanıtlanmaya çalışılıyor. Bence, bu gibi sorular durumu tam olarak teşhis edemiyor, çünkü devlet ve mafya diye birbirinden ayrı iki oluşum veya aktör tasavvur ediyor. Bunu bir-iki cümleyle açıklamadan önce, bu bağlam içinde ‘mafya’ tabiriyle tanımlanan gruplar için bu tabirin de tam oturmadığını söylemek lazım. Bence bunlara, legal-illgelal ticaret de yapan paramiliter gruplar demek daha doğru. Bunlar hiçbir zaman devlet denen teşkilattan tamamen ayrı bir oluşum olmadılar. Burada kastettiğim, orta ve yüksek kademedeki bir-iki devlet görevlisiyle kurulan ilişkinin ötesinde bir durum. Şöyle ki, bu paramiliter gruplar 1910’lardan itibaren devletin kurucu unsurlarından veya sacayaklarından biri oldular. Devletin dışında olup da devlete sızmış değiller. Devlet, özellikle Anadolu şehirlerinde ve kasabalarında bu gibi insanlar tarafından ve onların etrafında kuruldu.

Siz Topal Osman’ı, Kâhya Yahya’yı, İpsiz Recep’i, Çakırcalı’yı, Karayılan’ı, hatta sonradan yabancılarla iş tuttuğu için ‘hain’ sınıfına geçse de Çerkes Ethem’i ne sanıyorsunuz? İşlev olarak bunlar neyse Peker de odur (her şeylerinin bire bir aynı olmasına gerek yok, aralarında çok fark da bulursunuz). O gün YouTube olsaydı, kim bilir, belki de Topal Osman da Çankaya Köşkü’nü basmak yerine video çekerdi veya Mustafa Suphi’leri öldüren Kâhya Yahya, tasfiye edileceğini anlayınca “Tüm bu işlerde ben tek başıma mıydım? Her şeyi olduğu gibi ortaya dökeceğim” diyerek ima ettiklerini YouTube videosunda anlatırdı. (Bu ifadeyi Ayşe Hür’ün 25 Ocak 2009 tarihli Taraf gazetesinde çıkan yazısından aldım. O da ana kaynak olarak Emrah Cilasun’un ‘Mustafa Suphi’yle Yoldaşlarını Kim Öldürdü?’ başlıklı kitabını kullandığını söylüyor. Bu bilgiyi oradan almış olması muhtemeldir.)

Tabii, bunlarla aynı kategoride sayılmayı Peker onur kabul edecektir. Zaten, o gelenek içinde olduğunu sözleriyle, sembolleriyle açıkça ortaya koyuyor. “Biz bu vatanın serdengeçtileriyiz” derken kendini konumlandırdığı yer de orası. Sonuçta yukarıda saydığım isimler eşkıya yatıp kahraman kalkan adamlar. Bugün de hepsi ülkenin kahir ekseriyetinin gözünde hâlâ birer ‘millî’ kahraman. Her şey bir yana, zihinlerdeki süreklilikleri devam ediyor. Bırakın mafya, derin devlet denen adamları, İstanbul’un resmî belediye başkanı bile bunlara övgü düzüyor. Sonra da “Türkiye niye böyle?”… Böyle olması tutarlı sonuç. 

1920’lerde kalmış bir şeyden de bahsetmiyorum. Ortada devlet denen organizasyonla bu adamların beraber iş görme biçimine dair açık bir süreklilik var. Teşkilat-ı Mahsusa’dan Karakol teşkilatına, Kuvay-ı Milliye’ye, sonradan MİT olacak MAH’a, Özel Harp Dairesi’ne, Gladyo’ya, JİTEM’e uzanan berrak bir devamlılık söz konusu. Hatta, ben bunlara, benzer işleri kansız yapan Azınlıklar Tali Komisyonu’nu da eklerim. Olay devamlılığı da çok kolay kurulabilir. Yukarıda zikrettiğim Mustafa Suphi’lerin öldürülmesinden tutun, 1934 Trakya Yahudi Pogromu’na, Sabahattin Ali’nin öldürülmesine, Tan gazetesi baskınına, 6-7 Eylül pogromuna, 70’lerdeki Alevi katliamlarına, 90’lardaki faili malum faili meçhullere kadar birçok olay, devletin o oluşumlarla birlikte iş görme biçimine dair, bahsettiğim devamlılık içinde ele alınabilir. 

Bu iş yapma biçimi ve ideoloji, tabii ki, bu süre boyunca küresel akımlarından, devletler arası siyasetinden etkilendi. 1930’larda, 40’larda faşizm yükselirken Nazizm’e yaklaştılar, Soğuk Savaş hâkim küresel sistem olunca o modelde yer edindiler; fakat sonuçta bunlar geçti, devlet geleneği baki kaldı. Bu şebekenin daima ama daima bir basın-yayın ayağı da oldu. Onu da unutmamak lazım.