OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Sözde’li günler

HDP MYK üyeleri için hazırlanan savcılık fezlekesini okuduğumuzda birçok yanlışlık ve tutarsızlıkla karşılaşıyoruz. Aslında fezleke, ifade hürriyetini koruyan ulusal ve uluslararası mevzuatı uzun uzun sayıp dökerek HDP MYK’nın açıklaması neden kovuşturma konusu olamaz, onu açıklamış!

Her şeyin geriye gittiği, hatta beter olduğu, bütün açılımların ‘kapandığı’ bir Türkiye’de öteden beri en netameli konulardan biri, belki de birincisi olan Ermeni Soykırımı tartışmalarının bundan etkilenmemesi beklenemezdi. Nitekim orada da 2000’lerin ortalarında itibaren yavaş yavaş ve görece özgürleşen tartışma ve konuşma ortamı daralmaya başladı. Bir zamanların kâbusu, Hrant Dink’in katline giden yolda köşetaşı olan ‘Türklüğe hakaret suçu’nu düzenleyen TCK 301, “Ermeni Soykırımı” diyenlere karşı tekrar bir sopa gibi kullanılmaya çalışılıyor, hatta kullanılıyor. Ermeni Soykırımı tabirinin başına ‘sözde’ koymadan kullanmanın risk almak demek olduğu günlere geri döndük. 

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, HDP’nin 24 Nisan açıklamasında ‘Ermeni Soykırımı’ ifadesini kullandıkları gerekçesiyle, partinin Merkez Yürütme Kurulu üyeleri hakkında düzenlediği fezleke son örneklerden biri. Savcılık, Adalet Bakanlığı’nın izin vermesi durumunda HDP MYK’nın 26 üyesi hakkında soruşturma yürütecek ve tabii ki dava açacak. Bu arada, bakanlık izninin de yargılamayı zorlaştırmak, dolayısıyla tartışma ortamını ve ifade hürriyetini genişletmek amacıyla başta atıfta bulunduğum zamanlarda, tam olarak söyleyecek olursak 2008’de yapılan bir değişiklik olduğunu hatırlatalım. Meselenin esasını çözmüyordu, hatta yargının siyasallaşmasını güçlendiren bir adımdı, belli bir anda var olan hükümetin ideolojik tercihlerine haddinden fazla bağlı(ydı) ama bir yandan da 301’den yargılanmaların önüne bir kademe daha ekleyerek, davaların azalması imkânını veriyor(du).  

HDP MYK üyeleri için hazırlanan savcılık fezlekesini okuduğumuzda birçok yanlışlık ve tutarsızlıkla karşılaşıyoruz. Aslında fezleke, ifade hürriyetini koruyan ulusal ve uluslararası mevzuatı uzun uzun sayıp dökerek HDP MYK’nın açıklaması neden kovuşturma konusu olamaz, onu açıklamış! Ama metnin son iki sayfasında daha evvel söylediklerini görmezden gelerek açıklamanın neden suç olduğunu anlatmaya koyulmuş. Fezleke, soykırımın 1948 tarihli Birleşmiş Milletler sözleşmesi, tam adıyla söyleyecek olursak Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’yle tanımlandığını, o tarihten evvelki “trajik olaylar” için soykırım suçlamasının yapılamayacağını söylüyor. Peki, Nazilerin Yahudilere yaptığı ‘şey’e de soykırım diyemeyecek miyiz o zaman? Savcılık Holokost’u da mı inkâr ediyor? Öyle ya, Holokost da 1948 öncesinde meydana geldi. 

Fezleke şöyle diyor: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi'nin sözde Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili olarak görülen Perinçek-İsviçre davasında vermiş olduğu kararında da belirtildiği üzere; soykırım Birleşmiş Milletler 1948 Sözleşmesinde açıkça tanımlanmış bir suçtur. Bu nedenle 1948 yılından önceki herhangi bir tarihte yaşanmış hiçbir acı nedeniyle bir millete ve topluluğa karşı soykırım suçlaması yöneltilemez. Soykırım suçunun varlığının ancak eylemin yapıldığı ülkenin yetkili ceza mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi karar verilebilir.” 

Bu ifadeden, AİHM Büyük Daire’nin 1948’den evvelki olaylar için soykırım denemeyeceğine dair bir kararı var mı yok mu anlaşılmıyor. Konuyu bilmeyen biri AİHM Büyük Daire böyle bir karar vermiş sonucunu çıkarabilir ama AİHM’in böyle bir kararı yok. Büyük Daire, atıfta bulunulan kararında, 1915’te Ermenilere yapılanların soykırım olup olmadığına karar vermenin kendi işi olmadığını belirtmiş, dolayısıyla bu konuda bir hüküm vermemiştir. 

Alıntıyla ilgili ikinci bir husus da şu: Öyle bir yazılmış ki, sanki söz konusu olaylar 1948’den sonra yaşanmışsa bir millet veya topluluğa karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım suçlaması yöneltilebilir. Hâlbuki savcılığın bir hukuk makamı olarak çok iyi bilmesi gerektiği gibi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım suçundan dolayı sadece bireyler yargılanabilir. Dolayısıyla, söz konusu olaylar ister 1948’den önce, isterse sonra olmuş olsun, bir millet veya topluluk, millet sıfatıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım suçuyla yargılanamaz. 1948 Sözleşmesi’nin amacı milletleri yargılamak veya milletleri sanık sandalyesine oturtmak değildir. Bunun da ötesinde, fezlekeye konu olan ve orada da alıntılanan HDP açıklamasına baktığımızda ‘Türk milleti’ne yöneltilmiş herhangi bir suçlama göremiyoruz. Açıklamada fail olarak anılanlar, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin örgütü Teşkilat-ı Mahsusa” ve “yüzyılın başında devlet içindeki karanlık odaklar ve katliamcı çizgi”dir ki bu ifadelerde de yanlış bir taraf yoktur. 

Dolayısıyla, Başsavcılık olaya hukuki açıdan bakıyorsa ki herhâlde öyle olmalı, hukuken, 1915 için ‘soykırım’ demek fail olarak mutlaka topluca Türk milletine işaret emek demek değildir, dolayısıyla Türk milletine hakaret de olamaz, çünkü hukuk, milletleri soykırım faili olarak tanımlamıyor. Buradan bakınca, Türk milletini uluslararası hukuk metinlerinin veya HDP açıklamasının koymadığı bir yere çekerek sanık sandalyesine oturtan bizzat Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’dır. 

Bu, işin hukuki yönü. Tarihî, kavramsal ve siyasi yönüne gelince; 1948’den evvelki vakalar için de soykırım terimi kullanılabilir ve bunu teslim eden de Başsavcılık’ın bizzat atıfta bulunduğu BM Soykırım Sözleşmesi’dir. Başsavcı bu sözleşmeyi önüne alsaydı çok uzağa gitmeden hemen başlangıç kısmında şunu okuyacaktı: “The Contracting Parties ,….. Recognizing that at all periods of history genocide has inflicted great losses on humanity… Hereby agree as hereinafter provided.” Türkçesi şöyle: “Sözleşmenin tarafları, … soykırımın tarihin her döneminde insanlığa büyük zarar verdiğini teslim ederek [tanıyarak]… aşağıdaki hususlarda mutabık kalmıştır” (vurgular benim). 

Bilmem açıklamaya gerek var mı? 1948 Soykırım Sözleşmesi daha en başında soykırımların 1948’den önce de, hatta tarihin her döneminde yaşandığını açıkça belirtmiş. Ayrıca, BM Soykırımı Önleme ve Koruma Sorumluluğu Bürosu, yazdığı kılavuzda, Sözleşme’nin soykırımın yeni bir olgu olmadığını kabul ettiğini, dolayısıyla Sözleşme’nin kabulünden evvel meydana gelmiş olayların da Sözleşme’nin yaptığı soykırım tanımına uyabileceğini belirtmiştir. Velhasıl, Başsavcılık’ın HDP MYK üyelerini suçlama gerekçelerinden biri, yani 1948’den evvelki olaylar için soykırım tabirinin kullanılamayacağı iddiası, altında Türkiye’nin de imzasının bulunduğu uluslararası Soykırım Sözleşmesi tarafından geçersiz kılındığından, söz konusu HDP üyeleri –veya başkaları– 1948’den evvelki bir olaya “Soykırımdır” demiş olma gerekçesiyle yargılanamazlar.  

Fezleke bir de, “milletvekillerinin vekili olduğu milletin menfaatlerine aykırı çalışmalar yapması, söz ve beyanlarda bulunmasının düşünülemeyeceği” gerekçesini ileri sürüyor ama o da başka yazıya.