VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Kazakistan ayaklanması: Orta Asya’da başlangıç noktasına dönüş

Kazakistan’ın yönetici sınıfı, otuz yıllık istikrarın sunduğu avantajı ve çok büyük miktarda ‘petrodolar’ı yapılması gereken değişimler için kullanmayıp, çok değerli bir zamanı ve kaynağı heba etti. Bu yönetime damga vuran, yolsuzluk, tüketimcilik ve yeni başkentte göze çarpan, firavunlara özgü mimari müsriflik oldu.

Kazakistan’da dört günlük bir halk ayaklanması, 1989’dan beri iktidarını sürdüren Nursultan Nazarbayev’in 32 yıllık rejiminin yıkılması için yeterli oldu. Heykellerin devrilişini izlemek, insana ister istemez hayret ve endişe duygusu veriyor. Diğer yandan, bu olan biten kaçınılmazdı. Toplum süratle dönüşüp gelişirken kendini sürekli olarak yeniden şekillendirmeyen, reform yapmayan rejimler katılaşır ve kırılan bir cam gibi, aniden tuzla buz olur.

Orta Asya’nın yakın tarihi başka türlü olabilirdi. 1980’lerin sonlarında Sovyetler Birliği reformlardan kaosa doğru sürüklenirken, birçokları belirsizlik, istikrarsızlık, etnik savaşlar ve İslamcı ayaklanmaların kapıda olduğu öngörüsünde bulunmuştu. Orta Asya devletlerinin Sovyetler tarafından yaratıldığını, aralarındaki sınırların yapay olduğunu, devlet geleneği ve ulus bilinci taşmadıklarını, Sovyetleri yöneten partinin çöküşüyle eninde sonunda dağılacaklarını söylüyorlardı.

Bu öngörüler temelsiz değildi. Sovyetler Birliği’nin son yıllarında, Özbekistan’ın Fergan bölgesindeki Ahıska Türklerine yönelik pogromlar (1989) ve Kırgızistan’ın Özgön ve Oş kentlerinde Kırgızlar ile Özbekler arasında yaşanan çatışmalardan (1990) itibaren, etnik gruplar arası gerilimler yoğunlaşmıştı. Tacikistan’daki kısa demokrasi deneyimi sırasında, 1992 yılında çakan bir kıvılcımla çıkan iç savaş, on binlerce kişinin hayatına mal olmuştu.

İslamcı bir silahlı ayaklanma da gerçek, somut bir tehdit oluşturuyordu. Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan’la sınır komşusu olan Afganistan yalnızca coğrafi olarak değil, etnik ve kültürel olarak da Orta Asya’nın uzantısı niteliğinde bir ülke. Özbekistan ve Tacikistan’da da yerel, silahlı İslamcı gruplar vardı. Tahir Yuldaşev ve –komutan– Cuma Namangani’nin kurduğu Özbekistan İslami Hareketi, Tacikistan’daki iç savaşta yer aldı ve ardından, Afganistan-Pakistan sınır bölgesindeki El Kaide güçlerine katıldı. Örgütün her iki kurucusu da, ABD’ye ait insansız hava araçlarından açılan ateşle öldürülecekti. Bir başka ünlü isim de, Afganistan ve Tacikistan’da savaştıktan sonra Çeçenistan’a gidip ‘cihad’a katılan, Suudi Arabistan doğumlu İbnü’l-Hattab’dı. 

İstikrara yönelik en ciddi tehdit ise, seçkinler arasındaki kavgaydı. Orta Asya’daki Sovyet döneminin yönetici sınıfı derin bir kriz içindeydi; muhafazakâr çoğunluk ile Gorbaçov yanlısı azınlıklar arasında sert bir iktidar mücadelesi yaşanıyordu. Orta Asya’daki liderlerin çoğu, örneğin Özbekistan’da İslam Karimov, Kırgizistan’da Askar Akayev, Nazarbayev, Gorbaçov’un desteği sayesinde iktidara geldi. Bağımsızlığa ulaşılmasının ardından bu kişilerin ülkelerine istikrar getirip getiremeyeceği belirsizdi; bunun bir garantisi yoktu.

İstikrar mı, durgunluk mu?
Orta Asya, SSCB’nin yıkılışından bu yana geçen otuz yılın büyük bölümünde, özellikle Kafkaslar’la kıyaslayacak olursak, ‘istikrarlı’ydı. Bu istikrarın bir bedeli de vardı: Sovyet döneminin ‘nomenklatura’sı (yönetici sınıf) iktidarda kaldı ve Brejnev döneminden kalma siyasi kültürünü yani ‘stagnasyon’u (durgunluk) dayatmaya devam etti. Otuz yıl süren siyasi istikrar koşulları, kayda değer reformlar yapılmasına ve devlet inşası alanında ciddi adımlar atılmasına elverebilirdi, ancak bu süre içinde, Sovyet usulü merkezî planlamanın yerine –iktidardaki nomenklaturaya kâr sağlayan– kitlesel özelleştirmenin getirilmesi ve siyasi olarak, banal milliyetçilik örtüsü altında otoriter bir yönetim kurulması dışında, hiçbir önemli değişim olmadı. Bağımsızlığın kazanılmasıyla Moskova’daki ‘merkezî planlamacılar’dan kurtulan Kazakistan ‘nomenkaltura’sı, artık her türlü denetimden azadeydi. Dünyadaki petrol rezervlerinin yüzde 3’ünü oluşturduğu tahmin edilen, çok büyük enerji kaynakları sayesinde ülkeye akan sınırsız miktarda nakit para, ülkeyi yöneten ailenin ve şürekâsının ceplerini doldurmaktan başka bir işe yaramadı. 

Kazakistan’ın yönetici sınıfı, otuz yıllık istikrarın sunduğu avantajı ve çok büyük miktarda ‘petrodolar’ı yapılması gereken değişimler için kullanmayıp, çok değerli bir zamanı ve kaynağı heba etti. Bu yönetime damga vuran, yolsuzluk, tüketimcilik ve yeni başkentte göze çarpan, firavunlara özgü mimari müsriflik oldu. Nazarbayev, 1990’larda sınırlı olarak var olan –oligarşik– siyasi çoğulculuğu tasfiye edip otoriter bir sistem kurdu. Ardından, Stalinist gelenek doğrultusunda bir kişi kültü oluşturdu; büyük paralara mal olan yeni başkentine onun adı verildi: Nur-Sultan. 2019 yılında, artık 79 yaşına geldiğinden, cumhurbaşkanlığını, seçmen tabanından yoksun bir diplomat olan Kasım Cömert Tokayev’e devretti. Ancak, ‘Kazakistan Güvenlik Konseyi’nin başkanı olarak saltanatını sürdürdü.

2022 Kazakistan olayları, eski Sovyet ülkelerinin otuz yıllık meselelerinin hâlâ çözüm beklediğini, meşru ve işlevsel kurumlarla yeni bir devlet kurmanın ve ülke ekonomisini modernleştirip gençlerine yeterli iş imkânı sunar hâle getirmenin, zorlu birer görev olarak güncelliğini koruduğunu gösteriyor. Bunlar, Gorbaçov’un da karşı karşıya kaldığı temel iki meseleydi; çözüm olarak getirdiği Perestroyka ve Glasnost, beklenen sonuçları vermemişti. Eski Sovyet ülkelerinin birçoğunda yönetici zümre, sırtını enerji ya da maden ihracatına dayayarak, milliyetçilik kisvesi altında otoriteryanizme kaydı. Bu statik model bugün bir kriz yaşıyor. Belarus’ta 2020’de ayaklanma çıkmasının nedeni seçimlerde hile yapılması yani Lukaşenko’nun siyasi meşruiyetinin tartışmalı olmasıydı. Kazakistan’da ise, ayaklanmayı, yüksek benzin fiyatlarının simgelediği derin sosyoekonomik kriz tetikledi; görünen o ki, çaresizlikten kaynaklanan bu halk ayaklanması da, Sovyet nomenklatura’sının çocukları arasında sert bir iktidar mücadelesinin tetikleyicisi oldu.

Kazakistan’da tanık olduğumuz şey bir ‘renkli devrim’ değil; mücadele, çekişmeli bir seçim etrafında dönmüyor, ayaklanmanın belirgin bir temsilcisi yok ve olaylar şimdiden çok şiddetli bir hâl aldı. ‘Renkli Devrimler’ döneminde değiliz artık, zaman değişti. Bugün kimse Putin’in, Gürcistan’daki ‘Gül Devrimi’ sırasında, Dışişleri Bakanı İgor İvanov’u, Şevardnadze ile Saakaşvili arasında arabuluculuk yapması için Tiflis’e gönderdiğini hatırlıyor mu? O günden bugüne dünyamız değişti. Rusya’nın Suriye’de hâlâ, isyancıların bölgelerini her gün bombalayan birlikleri var; Lukaşenko, barışçıl protestoları bastırdı. Dünyamız, hiç şüphesiz, on yıl öncesine göre çok daha zor bir yer.

Rusya’nın yapacağı bir askerî müdahale yönetimdeki zümreyi bir süreliğine olduğu yerde tutabilir ama bu, yönetimin meşruiyet eksikliğini derinleştirecektir. Kazakistan tarihinin bir sonraki sayfası ne kadar kanlı olacak? Kazakistan, bu iç patlama ve dışarıdan gelen müdahale karşısında devlet olma özelliğini koruyabilecek mi? Son olarak da, komşu otoriter rejimler, özellikle Özbekistan, Kazakistan’daki tektonik şokların etkisi altında nasıl ayakta kalabilecek?

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)