OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Aynı yolları bir daha yürümek gerekiyorsa, yürürüz

Öteden beri, bu konunun başka ülkelerin parlamentolarında gündeme gelmesi şikâyet konusu yapılmaz mı? İşte, Paylan konuyu bu ülkenin parlamentosuna getiriyor ama siz bırakın tartışmayı, hemen üzerine çullanarak susturuyorsunuz.

Hava gene ağırlaştı. Her şey üst üste geliyor, nefes almayı zorlaştıran bir siyasi hava var. Bu üst üste gelme hâli bir tesadüf değil tabii. Yükselen göçmen karşıtı ve ırkçı-ayrımcı söylemler, Ermeni Soykırımı tartışmalarında müthiş geriye gidiş, bu minvalde Garo Paylan’a karşı girişilen hedef gösterme ve linç kampanyası, Gezi Davası’nda kör kör parmağım gözüne verilen akıl ve insaf dışı cezalar, hepsi aynı siyasetin ve o siyasetin yükselişinin birer sonucu.

Garo Paylan, Soykırım konusunda yedi yıldır verdiği teklifi bu yıl da verdi ama bu sefer bir anda hezeyanlar yükseldi. Benzer şekilde, 2010’dan beri düzenlenen, son iki sene Covid salgınından dolayı internet üzerinden yapılan Soykırım anmalarının bu yıl tekrar meydanlarda yapılması söz konusu olunca izin verilmedi. Ne değiştiği konusunda farklı akıl yürütmeler yapılabilir. Ülke içinde ırkçılığın ana akım pozisyonuna yerleşmesi, göçmen karşıtlığı, yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada yükselen militarizm, savaşlar, sertleşen söylemler bunda etkilidir. Zamanın ruhu diye bir şey var. Ve zannetmeyin ki ‘soykırım’ sözüne, hatta imasına karşı yükselen bu tahammülsüzlük Ermenistan’ın yenilgisiyle sonuçlanan İkinci Karabağ Savaşı’ndan tamamen bağımsızdır. Birilerinin gözünde Ermenistan yenilince tüm Ermeniler, Ermenilik yenilmiş oluyor ve mağlup olarak gördüklerinin ‘hâlâ’ bir şeyler talep ediyor olmasına tahammül edemiyorlar. Yoksa, Ömer Çelik neden Paylan’ın kanun teklifi için “Ermenistan’la normalleşme çabalarını sabote etmeye yönelik” desin? Ne ilgisi var? Bu kanun teklifi, normalleştirme çabalarını nasıl sabote edecek? Paylan böyle bir kanun teklifi verdi diye Ermenistan tarafı görüşmelerden çekilmeyeceğine göre, Çelik, Türkiye’nin görüşmelerden çekilmesini ima ediyor. Türkiye bu kanun teklifi yüzünden neden görüşmelerden çekilsin? 

Ayrıca, ‘soykırım’ sözüne dahi tahammülün kalmadığı, Türkiye’nin dışişleri bakanının Uruguay’da kendisini protesto eden Ermenilere karşı, âdeta onların yaralarını kanırtırcasına ırkçı jestlerde bulunduğu bir ortamda ‘normalleşme’ nasıl olacak? Çelik, Paylan için yasal takibat başlatacaklarını söyledi. Ne için? Sonuçta bir milletvekili bir kanun teklifi vermiş, suç nerede? Teklifi beğenmiyorsan reddedersin, olur biter.

Garo Paylan aslında bu teklifiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir fırsat vermiştir. Öteden beri, bu konunun başka ülkelerin parlamentolarında gündeme gelmesi şikâyet konusu yapılmaz mı? İşte, Paylan konuyu bu ülkenin parlamentosuna getiriyor ama siz bırakın tartışmayı, hemen üzerine çullanarak susturuyorsunuz. TBMM’nin çoğunluğu soykırıma karşı olabilir ama daha bunun konuşulmasından bile şiddetle imtina ediliyor. Tepkiniz karşılıklı konuşma, tartışma değil, her türlü tehdit ve hedef göstermeyle Garo Paylan’ı susturmak oluyor. Bir daha soralım: Bu mu normalleşme?

Erdoğan da çok sert ifadelerle Paylan’ı hedef aldı. “Bu densizliğin, millî iradenin tecelligâhı bu yüce kurumda sergilenmesini açık bir ihanet olarak görüyoruz” dedi. Parlamento millî iradenin tecelli ettiği yerse, ki öyle, Paylan da o iradenin bir parçası değil mi? Paylan da her milletvekili gibi oy alarak o meclise girdi. Yoksa bazı oylar millî iradeden sayılmıyor mu? 

Türkiye’de soykırım ve inkârcılık konusunda genel bir teşhiste bulunacak olursak, 2000’lerin ortalarından beri binbir emekle, binbir mücadeleyle, Hrant Dink’in hayatı dâhil ne bedellerle gıdım gıdım genişletebildiğimiz özgürlük alanı hızla daralıyor. ‘Soykırım’ kelimesinin kullanılmasının dahi ciddi yaptırımlarla karşılaşma ihtimali olan döneme geri döndük. Yıpratıcı ve yıldırıcı, ama yılmayalım. Her şeyi baştan anlatmak gerekiyorsa, anlatacağız, bir daha, bir daha... Elimizde sözümüzden başka enstrümanımız yok. Bizim de misyonumuz bu; anlatmak. Hrant Dink’in dediği gibi, bu da bizim çarmıhımızdır deriz, sırtlar yürürüz. Onların yürümesi yanında, bu nedir ki? Sonuçta, ölüm yürüyüşüne çıkarılan mezarsızların anısı da, onuru da bize emanet.