Berberyan’dan Ermenice yaşam

Yazar, ressam, oyuncu ve yönetmen Vahe Berberyan, son oyunu ‘Yaşam’ı Los Angeles’ta sahneleniyor. Berberyan, “Anadilimle düzeyli bir iş çıkarmanın heyecanı beni bu oyunu yazmaya yöneltti. Ermenice benim ilk dilim. Bir de, ihtiyaç var. Gençlik Ermeniceyi duymalı. İzleyicilerimizin çoğu Ermenice okuyup yazamayan ama konuşabilen gençler” dedi.

BERGE ARABIAN
arabianberge@hotmail.com

Yazar, ressam, oyuncu ve yönetmen Vahe Berberyan son oyunu ‘Gyank’ı (Yaşam) Mart’tan beri Los Angeles’ta sahneliyor. Vahe ile söyleşimiz de ‘yaşam’ eksenli oldu.

•          Los Angeles gibi bir şehirde Ermenice oyunlar yazıp oynamak sence neden önemli?

Burada ‘Armenian Experimental Theater’ (Deneysel Ermeni Tiyatrosu) adlı bir kumpanyamız vardı. 80’li yıllarda art arda çok başarılı oyunlar sahneledik. 90’lı yıllarda ben kanserle boğuşurken kumpanya kendiliğinden dağıldı. Sonraları tiyatroya, monologlarla döndüm. 20 yıl sonra sahnelediğim ilk oyun ‘Garbis Bey’ oldu. Los Angeles’ta dört ay boyunca haftanın dört günü tıklım tıklım bir salona oynadık. Bu başarı, Ermeni tiyatrosuna geri dönmemin sebebi oldu. Ardından ‘Yaşam’ geldi. Sayısız zorluklarına rağmen anadilimle düzeyli bir iş çıkarmanın heyecanı beni bu oyunu yazmaya yöneltti. Ben birkaç sebeple önemsiyorum Ermenice yazmayı. Ermenice benim ilk dilim. Muhtemelen düşünce dilim karışıktır. Ancak yarattığım karakterler Ermeni olunca, Ermenice konuşmak kaçınılmaz oluyor. Bir de, gereksinim var. Gençlik Ermeniceyi duymalı. İzleyicilerimizin çoğu Ermenice okuyup yazamayan ama konuşabilen gençler. 

•          ‘Yaşam’ ve ‘Garbis Bey’ arasında ne gibi farklar var?

İki oyun çok farklı birbirinden. ‘Baron Garbis’teki üç karakter de erkekti. ‘Yaşam’daki altı karakterden dördü kadın, üstelik farklı yaşlarda kadınlar. Aslında bu oyun kadınlar için yazıldı. Daha doğrusu, güçlü Ermeni kadın imgesini sahneye çıkarmak için yapıldı. Başlangıçta oyuncuların anlatmak istediği karakteri canlandırabileceklerine dair kaygılarım vardı. Neyse ki oyuncular bu zor işin üstesinden geldiler. Oyunda evli ve iki çocuklu bir kadın var. Kocası komada. Oyun, bu kadın, kaynanası ve diğer iki kadın arasındaki ilişkiler üzerine kurulu.

•          ‘Yaşam’ı izleyenlerin kafasında bir ‘Ermeni kadın’ imgesi mi oluşuyor?

Hayır. Ben evrensel bir mesajı olan bir oyun yazmak için elimden geleni yaptım. Bu oyun Almanca veya Türkçe oynansa da anlamından bir şey yitirmez. Ermeni kadınlar ile Ermeni olmayan kadınlar arasında bazı farklar vardır ama bunlar yaşamsal bir anlam ifade etmez. Bu farklar oyunun tuzu biberi. Örneğin ‘Yaşam’daki kızlardan biri gebedir. “Çocuğun adını ne koyacağız?” tartışması sürmektedir. Ermeni ismi koymak isterler. Örneğin bu Ermenice isim meselesi Ermeniler için çok güncel bir konu. Ben tiplemelerimin gerçek olmasını istiyorum. Oyunu 360 seyirci kapasiteli bir salonda sahneledik, özellikle haftasonlarında hiç yer kalmıyordu.

•          Finansmanı nasıl sağlıyorsun?

700-750 kişinin katıldığı bir parti düzenledik. Ben dört buçuk saat boyunca bir resim yaptım. İnsanlar müzik eşliğinde bu çalışmayı izlediler, arada dans ettiler. Bütçe de bu arada denkleşti.

•          Bu oyunu yazma fikri nasıl oluştu?

Birkaç yıl önce bir film senaryosu yazmıştım. Bir yazarın karısı, bir ressamla gönül ilişkisi kurar. Karı koca arasındaki en büyük sorun, yazarın yazmaktan vazgeçip bir İtalyan lokantası açmasıdır. Kadın artık kocasının bir zamanlar âşık olduğu adam olmamasının ıstırabını yaşamaktadır. Senaryoyu verdiğim Fransız yapımcı senaryoyu okuduğunu ve beğendiğini söyledi. “Çok beğendim. Ayrıca hem yazarın, hem de ressamın sen olduğunu anladım” diyordu telefonda. Oysa ben o üçlemedeki kadındım. Hem ressama, hem de yazara âşıktım ve hayatım boyunca hangisine bağlanacağıma karar verememiştim. Hikâye buradan başladı, ama tiyatroya uyarlarken daha çok yazar ve karısı karakterlerine yoğunlaştım.

•          Ressam ve yazarsın, oyunculuk ve yönetmenlik de yapıyorsun. Sanatın başka alanlarında da kendini ifade etme arzusu duyuyor musun?

Müzikle uğraşmayı çok istedim ama beceremedim. Yıllar önce gitar çalardım. Şimdilerde ud çalıyorum, ama sırf kendi keyfim için. Bu çok önemli. İlk çalmaya başladığımda müzisyen olmak istiyordum. Bir grubum olacaktı. Ama sonra fark ettim ki bu ağır bir baskı. Ben ancak ortalama yetenekte bir müzisyen olabilecektim. Bu ‘ortalama’ kavramından dehşete kapıldım. Şimdi iyi bir müzisyen olamayacağıma kanaat getirince, geriye keyif için ud çalmak kaldı.