Halklar birbirine tabii ki toptan düşman değildir. O açıdan Paylan haklı. Yani, bir halkın her bir bireyi, diğer halkın her bir bireyine düşman olamaz (ama aynı mantıkla kardeş veya dost da olamaz). Halkların arasında ezelden gelip ebede giden, hiç değişmeyecek, ortadan kalkmayacak bir düşmanlık da yoktur. Öyleyse, barışı ‘halkların düşmanlığı’ önkabulu üzerine inşa etmek derken neyi kastediyorum?
Geçen hafta Garo Paylan’ın Türkiye-Ermenistan sınırında yaptığı, sınırın açılması ve sınır kapısına Hrant Dink adı verilmesi yönündeki açıklamaları okurken bir cümlede duraksadım. Paylan “Türkler, Kürtler, Azeriler, Ermeniler birbirlerinin düşmanı olamazlar” diyordu. Şüphesiz, bu, kalıcı bir barış tesis edilmesini hedefleyen, moral yükseltmeye çalışan, iyi niyetli bir ifade ama acaba doğru bir çıkış noktası mı? Tam da yanlış ya da gerçekçi olmayan bir varsayım veya saptama üzerine oturduğu için, hedeflediği kalıcı barışa hizmet edemeyen bir ifade olabilir mi? Barış arayışımızı ‘halkların kardeşliği’ değil de ‘halkların düşmanlığı’ önkabülü üzerine bina etmek daha doğru olabilir mi?
‘Düşmanlık’ meselesine ve ibaresine açıklık getirmek gerekiyor. Önce şunu söyleyelim, düşmanlık derken mutlaka kanlı bıçaklı ve faal çatışma hâlinde olmayı kastetmiyorum. Belki düşmanlık fazla keskin bir tabir olarak duruyor burada ama kastım, halklar arasındaki negatif duygular ve önyargılar. Düşmanlığı burada daha ziyade husumete yakın bir anlamda kullanıyorum.
Halklar birbirine tabii ki toptan düşman değildir. O açıdan Paylan haklı. Yani, bir halkın her bir bireyi, diğer halkın her bir bireyine düşman olamaz (ama aynı mantıkla kardeş veya dost da olamaz). Halkların arasında ezelden gelip ebede giden, hiç değişmeyecek, ortadan kalkmayacak bir düşmanlık da yoktur. Öyleyse, barışı ‘halkların düşmanlığı’ önkabulu üzerine inşa etmek derken neyi kastediyorum? Birkaç şekilde ifade edilebilir. Bunlardan biri, şu saptama: Söz konusu halklar arasında, her bir birey tarafından paylaşılmasa da, güçlü negatif duygular ve önyargılar var ve bunlar bugünden yarına ortadan kalkmayacak. Bunları görmek, bilmek ve kabullenmek, barış için doğru siyasi ve toplumsal mekanizmaları ona göre kurmak gerekir. Başka bir deyişle, ‘Türkler, Kürtler, Azeriler, Ermenilerin birbirlerinin düşmanı olabilmesi’ ihtimali (hatta realitesi) olduğunu kabul etmekten ve dolayısıyla evinizi güneşli havalara göre değil fırtınalara göre inşa etmekten bahsediyorum. Tabii ki herkes düşmanlıkların, husumetin ortadan kalkmasını ister ama bu, öyle kolay ve hızlı olmayacağına göre, esas mesele düşmanlığın veya husumetin aktif çatışmaya dönmesini engelleyecek mekanizmaları kurabilmekte. Husumetin çatışmaya dönüşmemesi için halkların arasında temasın kesilmesi de gerekmiyor, hatta tam tersine, ilişkiler artırılmalı ama emniyet mekanizmalarını da kurarak. Bunların neler olduğuna dair hazır cevaplarım yok ama mesela her bir grubun kendi içinde nefret pompalayan kesimlerini siyasi ve sosyal manada izole etmek/edebilmek bir yol olabilir.
Barışçıl bir siyasi ve toplumsal düzenin kurulabilmesi için sık sık, “Birbirinizi sevin” mealinde sözler söylenir. Kim, sevgi için “olmasın” diyebilir ki? Tabii, gönül ister ki herkes birbirini sevsin ama sevmek öyle siparişle olacak iş değil. Dahası, yukarıda söylediğim gibi, halkların, etnik grupların birbirini toplu olarak sevmesinin pratik bir karşılığı, olabilirliği yok. Ayrıca, negatif duyguların ortadan kalkıp halkların ilişkilerinde sevginin hâkim olmasını bekleyecek vakit de yok. Bir de sevginin kaygan bir zemin olduğunu düşünecek olursak (bugün sevdiğini yarın sevmeyebilirsin), onun üzerine istikrar ve barış içinde işlemesi beklenen bir toplumsal düzen kurmanın mantıklı bir iş olmadığı anlaşılır. Kaldı ki, yalnız Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde etnik grupların, halklar arasındaki ilişkilerde bir duygunun hâkimiyetinden bahsedeceksek bu sevgiden ziyade korku, nefret ve öfkedir. İrili ufaklı tüm soykırımların temelinde bu duygular yatar. Halklar, birbirlerinden korktukları, nefret ettikleri için katliamlar, pogromlar, soykırımlar yaşanır (tek sebep bu değildir kuşkusuz ama burada konumuz ve amacımız tüm sebepleri sıralamak değil).
Velhasıl, esas kritik olan birbirini sevmek veya ‘kardeş olmak’ değil, kurallarda, usulde, yapılabilir, kabul edilebilir olanın sınırlarında, başka bir deyişle neyin meşru neyin gayrimeşru olduğunda anlaşabilmek. Yani, esas mesele sınırları belirlemek ama ülkelerin değil eylemlerin sınırlarını.