YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

14 Mayıs'a doğru

Türkiye’de AKP’den önce de demokratik kanallar işlemiyordu. Dolayısıyla güçlü olsun, güçsüz olsun, eski parlamenter sistemin Türkiye’ye yeni bir ufuk açması zor. Geçmiş seçimleri bile hatırlamak yeterlidir. Süleyman Demirel'in 1980'lere damga vuran "Konuşan Türkiye" sloganı ya da Bülent Ecevit'in "Ne ezilen ne ezen, hakça düzen" sloganı, o günkü kilitlenmişliklerin ötesini işaret eden, gündem yaratan sloganlardı.

14 Mayıs’ta hem Cumhurbaşkanlığı hem de TBMM seçimleri yapılacak. Aslında Haziran’da yapılması gereken seçim için 14 Mayıs tarihinin iktidar tarafından belirlenmesi, muhalefet blokunun itirazıyla karşılanmadı. Keza Erdoğan’ın üçüncü kez aday olacak olmasındaki hukuki sorun da muhalefetin gündeminde değil. Bu yöndeki itirazların bir yere varmayacağını belirterek mevcut gündeme ayak uydurma gayretindeler. 

20 yıllık AKP iktidarından sonra bu seçimin en kritik kavşak olduğu sık sık belirtiliyor. AKP’nin bilhassa 2015 sonrası izlediği baskıcı – otoriter politikalara bir de iktidar eliyle yaratılan ekonomik krizin eklenmesiyle Türkiye’nin artık yeni bir yöne doğru gitmesi ve bu yönün de ancak iktidarın seçimle mağlup edilmesiyle mümkün olabileceği muhalefet kamuoyunda güçlü bir biçimde seslendiriliyor.

Bu açılardan baktığımızda bu otoriter-baskıcı yönetimin toplumu sıkboğaz ettiği, sayısız insan hakkı ihlaline neden olduğu ve ekonomik krizle daha da yoksullaşan kitlerinin nefes alma ihtiyacında olduğu bir gerçek. Ancak Altılı Masa’da temsil edilen muhalefet bloğunda bu yeni dönemi hayata geçirecek iddia ve heyecanın –kanımca- yaratılamadığını görüyoruz. 

Neden böyle? İlk bakışta Altılı Masa’nın hala bir cumhurbaşkanı adayı belirleyememiş olması en büyük handikap. Gerçekten de öyle. Şubat ayındayız ve Altılı Masa’nın adayı hala belli değil. CHP’nin Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istediği, İYİ Parti’nin ise Kılıçdaroğlu’na yönelik bir rezervi olduğu artık ayan beyan ortada, kameralar önünde bu açık açık konuşulmasa da. 

Ancak, en önemlisi bu olsa da, tek mesele bu değil. Kamuoyu anketlerinde de iktidar bloku hala seçimi kazanabilecek güçlü bir aday olarak gözüküyor. Yani anketlere yansıyan bir “Gidiyorlar” havası pek yok. Anketler elbette her şeyi söylemez, sürpriz sonuçlar da her zaman mümkündür ancak böylesi bir denklemde “Halk iktidar değişikliği istiyor” türünden bir havanın çoktan oluşması gerekirdi. Böyle bir havaya pek rastlanmıyor. 

Denebilir ki “Medya zaten iktidarın elinde, hal böyle olunca muhalefetin etkinliği gündeme yansımıyor”. Bunda haklılık payı elbette vardır, ancak pek çok iktidar değişikliğinin “Medyaya rağmen” gerçekleştiğini biliyoruz ve eğer varsa o havanın seçim öncesi günlük hayata yansıdığını da biliyoruz. 

Bunda hiç şüphesiz Altılı Masa’nın kendi kendini  “aday” meselesine sıkıştırmasının payı var. Gündem oraya kilitlendiği için diğer meselelere pek sıra gelmiyor. Geldiğinde de heyecan yaratmıyor. Mesela geçen hafta Millet İttifakı, yani Altılı Masa, “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”ni açıkladı. Öne çıkan maddeler, seçim barajının düşürülmesi, Cumhurbaşkanının 7 yıl süreyle bir kez seçilmesi, partili Cumhurbaşkanı uygulamasına son verilmesi olarak kamuoyuna yansıdı. Tüm bu süreçte Altılı Masa’nın ana fikri “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” oldu.

Türkiye’de AKP’den önce de demokratik kanallar işlemiyordu. Hak ihlallerinden geçilmiyordu. Dolayısıyla güçlü olsun, güçsüz olsun, eski parlamenter sistemin Türkiye’ye yeni bir ufuk açması zor. Bunu derken tek adam rejimini sağlayan mevcut sistemin yol açtığı yıkımı elbette söylemek gerek. Ancak tüm bu maceradan sonra “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” hiç de heyecan yaratmıyor, yeni bir ufuk açmıyor. Bu konuda geçmiş seçimleri bile hatırlamak yeterlidir. Süleyman Demirel'in 1980'lere damga vuran "Konuşan Türkiye" sloganı ya da Bülent Ecevit'in "Ne ezilen ne ezen, hakça düzen" sloganı, o günkü kilitlenmişliklerin ötesini işaret eden, gündem yaratan sloganlardı. 

Hepsinden önemlisi bütün bu adaylık kilitlenmesinin bize gösterdiği bir durum var. Gerek CHP, Gerekse İYİ Parti, “icap ettiğinde” kendi adaylarını çıkarabilecek güce sahip değil. Oy olarak zaten sahip değiller ancak bu birbirine muhtaç olma durumunun bize gösterdiği, siyasi iddia olarak da sahip değiller. Bunu derken “Herkes kendi adayını çıkarsın” demiyorum ama siyasi iddianız olursa, bu mesele de o kadar tıkanmazdı. Bu açıdan bakacak olursak HDP, tek başına Cumhurbaşkanı adayı çıkarıp seçtirecek güce sahip değil ama siyasi iddiasının gereği olarak böyle bir adım atacağını beyan etti. Taktik olarak doğru ya da yanlış bulunabilir ancak siyasi bir partinin, hareketin bir iddiası olmalıdır. Ve bunu güçlü bir şekilde ortaya koymalıdır. Seçmenine bunu hissettirmelidir. 

Bütün bunların da ötesinde CHP ve İYİ Parti’nin HDP ile temas kurmaması ayrı bir mesele. İktidardan ve medyasından korkarak böyle bir tutum almaları önümüzdeki döneme dair nasıl bir umut yaratabilir? Tarihini, gündemini, zeminini iktidarın belirlediği bir seçime gidiyoruz velhasıl. 

Evet, 14 Mayıs elbette çok kritik bir seçimdir, ancak yeni bir dönemin habercisi olacak siyasi bir dalga var mıdır ve bu dalgayı akılcı biçimde yönetebilecek bir kadro var mıdır? Önümüzdeki soru herhalde budur.