Sovyetler Birliği’nde Stalin dönemi, bilindiği üzere millet ayrımı olmadan tüm Sovyet halklarının büyük sıkıntı çektiği yıllardı. Ermenistan’daki pek çok entelektüel, türlü suçlamalarla Sibirya’ya gönderilmiş, Hemşinliler de Orta Asya’ya sürülmüştü. Tarihçi İsmet Konak Ermenistan ve Azerbaycan Kürtlerinin 1937’deki sürgününe dair ilginç bir tanıklığa ulaşmış.
Sovyetler Birliği’nde bilhassa 1936-1938 yılları arasındaki “idare tarzı” oldukça netamelidir. Her sosyalistin nesnel bir yaklaşımla bu iki yılı incelemesi öncelikle “diyalektik materyalizmin” bir gereğidir. Stalin’i kutsamak veya telin etmenin ötesinde bir tutum takınmak daha rasyonel bir sonuca götürecektir. Bahsedilen yıllarda ülke yönetiminde 4 önemli portre vardı: Stalin, Voroşilov, Molotov ve Nikolay İvanoviç Yejov. Bu isimlerden Yejov 1936-1938 yılları arasında içişleri halk komiserliği yaptı. Onun defter-i ameli hiç de iç açıcı değil. Moskova duruşmaları, halk düşmanı adı altında kurşuna dizmeler, kadroların tasfiyesi onun döneminde vuku buldu. Cürümleri sadece bunlarla sınırlı değil. Şehvet ve her türlü ahlaksızlıkla müsemma bir isim. Sahip olduğu görevi son kerteye kadar kötü kullandı. Nitekim 1939 yılında tutuklanması ve 1940 yılında kurşuna dizilmesi, aslında Sovyet yönetiminin Yejov’un suçlarını belli ölçüde kabul etmesi demekti. Stalin’in en büyük yanılgısı böylesi bir şahsiyete içişleri halk komiserliği gibi hassas bir görevi teslim etmesiydi.
Yejov döneminin öne çıkan olaylarından biri şüphesiz sürgünlerdi. 1937-38 yıllarında meydana gelen sürgünlerden Sovyet Kürtleri de “nasibini” almıştı. Tevfik Fikret’in deyimiyle Kürtlerin afakını bir “dud-i muannid” sarmıştı. 7 Temmuz 1937 tarihli bir karar gereğince, Ermenistan ve Azerbaycan’ın sınır bölgelerinde yaşayan Kürtlerden 1325 kişi, Sovyet ülkesinin iç kesimlerine gönderilmişti. Devlet Güvenlik Bakanlığı 4. İdare’nin verilerine göre bu 1325 kişiden 812 kişi Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne ve 513 kişi ise Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne sevk edilmişti. Kazakistan’a sürülen ailelerden biri Necmettin (Najmadin) Ahmedoviç Çatuyev’in ailesiydi. Çatuyev günümüzde Kazakistan’ın Almatı oblastı İli rayonunda yaşamaktadır. Kazakistan’da yaklaşık 50 yıl öğretmenlik yaptı.
1937’de başlayan acılı yıllar
Çatuyev’in yaşadığı elem dolu sürgün günleri birkaç yıl önce Tengri News adlı haber sitesi tarafından Rusça bir makaleye dönüştürülmüştü. Bu makaleyi esas alarak Çatuyev ve ailesinin maruz kaldığı sürgün sürecini okuyucuya aktarmaya çalışacağız. N.A. Çatuyev 18 Aralık 1930 tarihinde Nahçıvan’ın Noraşen rayonuna bağlı Mahmud-Kent köyünde dünyaya geldi. Çocukluğu bu köyde geçti. 1937 yılı Kasım ayı ortalarında bir anda Sovyet askerler Mahmud-Kent köyüne baskın düzenledi. Köyde büyük bir şaşkınlık hâsıl oldu. Kısa süre içinde birçok kişi suçlarının ne olduğunu dahi anlamadan kamyonlara bindirildi. “Tehacüme” maruz kalan ailelerden biri de Çatuyev’in ailesiydi. O anı hiç unutmayan Necmettin Çatuyev şöyle anlatıyor: “Köpeklere çok yazık oldu. Kamyondaki insanlara doğru zıplıyorlardı. Kendi sahiplerine ulaşmaya çalışıyor, kederli şekilde sızlanıyor ve kamyonların arkasından koşuşuyorlardı. Askerler köpekleri oracıkta, çocukların gözleri önünde vurdular.”
Zorlu yolculuk
Daha sonra Kürt aileler Ermenistan ve Azerbaycan sınırında bulunan Arazdayan tren istasyonuna getirildi. Burada birkaç saat bekletildikten sonra yük treninin vagonlarına üçer ve dörder aileler şeklinde yerleştirildiler. Vagonlardaki koşullar oldukça kötüydü. Bilhassa tuvalet büyük bir sorundu. Vagonun ortasına tahta ve bezden tuvalet yapılmıştı. Özellikle kadınlar için tam bir çileydi. Günlerce adeta “azap” çekmişlerdi. Çatuyev vagondaki şartları şöyle aktarıyor: “Bize yulaf lapası yediriyorlardı. İçinde bir erişte çıktığında mutlu oluyorduk. Bazen ekmek de veriliyordu. Yolda biri öldüğünde, bedeni direkt vagondan aşağı atılıyordu. Mesela babamın amcası ölmüştü, oldukça yaşlıydı. Askerler onun bedenini vagondan aşağı atmak istediler. Ancak bizimkiler bir şekilde izin vermedi...”
Yolculuk yaklaşık 18-19 gün sürdü. Aileler 1937 yılı Aralık ayı başlarında Kazakistan’da bir tren istasyonuna getirildi. Oradan Almatı oblastına bağlı Bakanas adlı bir köye götürülüp bırakıldılar. Necmettin Çatuyev köyde karşılaştığı halet-i ruhiyeyi şöyle betimliyor: “Soğuktan nerdeyse donuyorduk. Köy sakinleri yanımıza geldiler. Onlar Kürtçe bilmiyorlardı, biz ise Kazakça. Fakat bir şekilde ortak bir dil bulduk. İçlerinden biri yüksek sesle ‘Müslüman mısınız?’ diye çağırdı. Bizimkiler başlarıyla onayladı ‘Müslümanız Müslüman.’” Köy sakinleri, sürgün edilen aileleri ikişer ikişer evlerine götürmüştü. Bazı ihtiyaçlarını karşılamış ve büyük bir misafirperverlik sergilemişti.
Kadınların askerlere direnişi
Tabii misafirlik çok uzun süremezdi. Kürt ailelerin bir “çare-i necat” bulması gerekiyordu. Nisan 1938’de Necmettin Çatuyev’in babası, 5 kişi ile beraber Almaatı oblastı İli rayonu Kauçuk köyüne (Şimdilerde Tuymebayev/Aşibulak köyü) gitti. Bazı incelemeler yaptı. Burada yaşam şartları daha uygundu. Nitekim Bakanas köyüne döndüler ki hazırlık yapıp Kauçuk köyüne göç etsinler. Lakin 3-4 otobüs dolusu asker Bakanas köyüne geldi ve göçü engelledi. Erkekleri tutuklayıp götürmek istediler. Ancak hiç tahmin etmedikleri bir “eylemle” karşı karşıya kaldılar. Sanam isimli bir kadının öncülüğünde 10 Kürt kadın bir araya geldi. Üstlerindeki atletleriyle nehre doğru gittiler. Asker hem tedirgin hem de şaşkındı. Kadınlar şu talepte bulundu: “eğer erkekleri serbest bırakmazsanız, kendimizi bu nehre atarız.” Bunun üzerine erkekler serbest bırakıldı. Kadınların bu nümayişi yöre halkı arasında adeta bir efsaneye dönüşmüştü. Yeri gelmişken Sanam ile ilgili bir bilgiyi de paylaşmak gerek. Kendisi sürgün yolunda 3 kız çocuğunu kaybetmişti.
Necmettin Çatuyev’in ailesi uzun uğraşlar sonucu Kauçuk köyüne göç etti. Köy sakinleri, misafirlerine büyük bir tesamuh gösterdi. Verdikleri malzemeler sayesinde Kürt aileler kendilerine ev inşa etti. Köyde bir kolhoz vardı. Kürtlerin bir kısmı bu kolhozda çalışıyor, bir kısmı da kauçuk işiyle iştigal ediyordu. Çocuklar ise köy okulunda okuma olanağına kavuşmuştu.
Köyde yaşayan Kürtler askerin sıkı bir “patronajı” altındaydı. Her hafta Talgar kasabasından askerler gelir ve Kürt ailelerin yerinde olup olmadığını denetlerlerdi. Tabii denetleme ara ara “haddini” aşmaktaydı. Bu bağlamda Çatuyev şöyle bir anekdot paylaşıyor: “Hatırlıyorum. Köyde Abdullah Osmanov adında bir Kürt vardı. Hastalanmıştı. Apandisiti çok ağrıyordu. Ameliyat olması için Almaatı’ya dördüncü şehir hastanesine gitmesine izin verilmedi. Talgar’dan askerler geldi. Ben 13 yaşında bir tercüman olarak onlara eşlik ettim. Askerlere dedim ki ‘Yahu biz bir suç mu işledik? Adam ölüyor. İzin vermiyorsunuz. Bari kendiniz alıp götürün hastaneye.’ Kendi aralarında konuyu istişare ettiler ve sonunda kendileriyle birlikte hastaneye gitmemize izin verdiler.”