Kanımca bu meselede ilk söylenmesi gereken, her kavramın belli bir süre sonra başına geldiği gibi, Türkiyelileşme kavramının da açıklığını kaybetmiş olması, belirsizleşmesidir. Herkesin ‘Türkiyelileşme’den ne anladığı farklı yönlere doğru gitmeye başladı. Dolayısıyla, kulağa klişe bir soru gibi gelse de, ‘Türkiyelileşme nedir, ne değildir?’ sorusu üzerinde durmak gerekiyor.
Geçen hafta HDP’nin oy kaybının arkasında yatan muhtemel sebepler üzerine konuşurken, yapılan resmî ve gayrıresmî ittifaklar neticesinde özgün bir siyaset hattı çizilememesinin oy kaybının sebeplerinden biri olabileceğini söylemiş ve özgün, ayrı bir hat oluşturma konusunun yıllardır gündemde olan Türkiyelileşme meselesini tartışmak için uygun bir geçiş noktası olduğunu belirtmiştim. Ayrıca, kanımca özgün bir siyaset oluşturmanın veya daha yaygın söylendiği şekliyle ‘üçüncü yol’ siyasetinin Türkiyelileşmekle çelişmediğini söylemiştim. Bu hafta bunları biraz daha ayrıntılandırmaya çalışayım.
Epey görünür olan bir kanaate göre, HDP’nin oy kaybının sebeplerinden biri de Türkiyelileşme siyasetidir. Gerçi Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu, yaptıkları kamuoyu araştırmasına göre (Artı Gerçek’e verdiği mülakatta bu araştırmayı nerelerde yaptıklarını belirtmemiş.) Kürt seçmenin %42’sinin Türkiyelileşme siyasetini doğru bulduğunu, bu siyaseti onaylamayanların oranının ise %20,9 olduğunu belirtiyor. Belirgin bir fikri olmayanlar, %37,1. Son orandan başlamak gerekirse, bu ‘kararsızlar’ için hayli yüksek bir oran. Kürt seçmenin üçte birinden fazlasının Türkiyelileşme konusunda şüpheleri var veya kafaları karışık demektir. Türkiyelileşme siyasetinin bir önceki seçimlere nazaran HDP’ye oy kaybettirip kaybettirmediği bu verilerden sonra da hâlâ tartışmaya açık.
Kanımca bu meselede ilk söylenmesi gereken, her kavramın belli bir süre sonra başına geldiği gibi, Türkiyelileşme kavramının da açıklığını kaybetmiş olması, belirsizleşmesidir. Herkesin ‘Türkiyelileşme’den ne anladığı farklı yönlere doğru gitmeye başladı. Dolayısıyla, kulağa klişe bir soru gibi gelse de, ‘Türkiyelileşme nedir, ne değildir?’ sorusu üzerinde durmak gerekiyor.
‘Ne değildir?’den başlamak gerekirse, Türkiyelileşme, HDP’nin genelde Türkiye siyasetinin, özelde parti siyasetinin yanlışlarına ayak uydurması, kendi politik hattını terk etmesi veya bundan taviz vermesi, Kürtlerin asimile olması demek değildir.
Türkiyelileşme, en azından benim anladığım biçimiyle, Kürtlerin karşı karşıya kaldığı sorunların Türkiye’deki genel demokrasi eksikliğinin, hak ve özgürlüklerin çiğnenmesinin bir sonucu olduğunu düşünmek ve buradan yola çıkarak, illaki ‘Türk solu’yla değil ama tüm demokratlarla, hakkı yenenlerle iletişim ve diyalog hâlinde olmak, onlarla birlikte ortak bir demokrasi mücadelesi yürütmektir. Bu, Kürtlerin sorunlarının hiçbir tarihî veya siyasi özgünlüğü olmadığını iddia etmek değil, Kürtlerin sorunlarının çözülmesi ihtimalinin genel demokratikleşmeyle yükseleceğini düşünmektir. Bu stratejiyi yürütürken, geçen haftaki yazıda ele aldığım üzere TİP’le seçim ittifakı veya cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adayını göstermeme gibi konjonktürel hatalar yapılabilir ama bu, genel istikamet ve niyetin yanlış olduğunu göstermez.
Tarihte ve bugün hakkı yenen tüm gruplarla, mazlumlarla dayanışma göstermek, demokratlık iddiasında bulunan herkes için ahlaki bir gereklilik ama diyelim ki Kürt siyasi hareketi ‘realist’ bir tavırla “Ben ne alacağıma bakarım” dedi ve ona göre hareket etti. Peki, demokratikleşmeyen bir Türkiye’de Kürtler haklarını alabilirler mi, Türkiye en azından asgari ölçüde demokratikleşmeden Kürtlerin sorunları çözülür mü? Pratik olarak bu mümkün mü? Doğrusu otoriter, militarist, şovenist bir Türkiye’de Kürtlerin –ve herkesin– hak ve özgürlüklerinin teslimi yoluyla sorunlarının nasıl çözülebileceğini ben anlamıyorum. Demokratikleşmemiş bir Türkiye daha Türkçü, daha tekçi, daha merkeziyetçi, insanların istediklerini istedikleri dilde ifade etmelerine müsaade etmeyen bir devlet ve toplum demek değil mi? Böyle bir ortamda Kürtlerin ve herkesin hangi hak ve özgürlük sorunu çözülebilir? Otoriter bir Türkiye’de Kürtlerin varoluşsal haklarının tanınacağını beklemek gerçekçi midir? Bu havanın baskın olduğu, galip geldiği ortamda çözüm ve uzlaşma olmaz, ancak teslimiyet olur. Ve maalesef insanlığın herhâlde kadim bir karakteri olarak, galip geleni, güçlüyü haklı görme eğilimini bugün bu meselede de gözlemliyoruz.
“Türkiye’nin demokratikleşmesi Türklerin meselesidir” minvalinde sözler söyleniyor. Ahlaken ve siyaseten öyle midir gerçekten? Örneğin, Osman Kavala’nın bunca senedir hukuksuzca hapiste tutuluyor olması ‘Türklerin arasında’ bir mesele midir, yoksa bunun Kürtlerin hakkının, hukukunun Kürt olmayan demokratlar tarafından savunulmasıyla bir ilgisi var mıdır? Osman Kavala’ya “Ne yapalım kardeşim, sen de savunmasaydın Kürtlerin hukukunu. Sen Türk, seni hapse atan Türk, biz karışmayız” mı diyecekseniz, yoksa Kavala’nın özgürlüğüne kavuşmasını mı savunacaksanız? Tercihiniz ikinci şıktan yanaysa, işte bu Türkiyelileşmedir.