LORA BAYTAR ÇAPAR

Lora Baytar Çapar

MUTLU AZINLIK

20 yıl önceden günümüze Orta Doğu

Temmuz 2003’te İsrail’e ilk kez, Avrupa Konseyi’nin İsrail’de düzenlediği ‘Beyond the Barriers’ başlıklı toplantısına Türkiye Ermenileri adına gitmiştim. Baron Hrant’a (Dink) katılımcı sorulduğunda, o da beni önermişti .Atölye çalışmalarında dünyanın pek çok ülkesinden genç katılımcı olduğu gibi İsrail’den ve Filistin’den de gençler vardı. Biraraya gelebiliyor, tartışabiliyor, fikirlerini çekinmeden söyleyebiliyorlardı. Hatta ilginç bir detay da şuydu: İsrail’de uyuyor, Filistin’de yemek yiyorduk.

İnsan olan vicdan sahibi herkes İsrail’in Filistin’de bir hastaneyi vurduğu haberiyle sarsıldı. Gece gündüz aklımızdan çıkmaz, gözümüzden görüntüler gitmez oldu. Savaş insanlık dışı, sivillere yapılan saldırılar zaten fazlasıyla akıl dışı gelirken bir de acizlere, hastalara saldıranların insanlığın nasıl bir köşesinde kendilerine yer bulabildiklerini akıl almıyor.  Savaş mantık dışı kalıyor. Küçücük kızıma insanların neden savaştıklarını anlatmakta zorlanırken şimdilerde küçücük çocukların kanlı perişan savaş fotoğraflarını görüyoruz televizyonlarda. Görüntüleri çocuklar görmesin diye çabalıyoruz ama çok zor. Ve kızım soruyor. “Bu insanlar suçlu mu?” “Hayır” diyorum, “Savaş bu insanların kararı değil…” “Peki neden o zaman bu haldeler?” Ve ben bunu açıklayamıyorum.

Temmuz 2003’te İsrail’e ilk kez, Avrupa Konseyi’nin İsrail’de düzenlediği ‘Beyond the Barriers’ başlıklı toplantısına Türkiye Ermenileri adına gitmiştim. Baron Hrant’a (Dink) katılımcı sorulduğunda, o da beni önermişti. Bundan tam 20 yıl önce… İsrail’de, dünyanın farklı yerlerinden 18-25 yaş arası gençlerin bir araya gelerek İsrail- Filistin ilişkileri üzerine tartışabilecekleri atölyeler düzenleniyordu. Baron Hrant benim de katılmam yönünde daveti ilettiğinde hiç tereddütsüz kabul etmiştim. O güne kadar her akşam haberlerde Ortadoğu’da olanları dinlerken, sadece uzaklarda bir yerlerde kötü şeyler yaşandığını ve birileri için hayatın ne denli zor olduğunu düşünürdüm. Günün birinde oralarda, o acıları çeken insanların arasında dolaşacağım hiç aklıma gelmezdi. Benim için o ana kadar sadece televizyon ekranına sıkışıp kalmış gerçekleri kaynağından tanıma fırsatı doğmuştu. Harduf’ta başladık atölye çalışmalarına. Kudüs’te bitirdik. 

Katılımcı gençler İsrail Filistin üzerine çözüm üretebilecek yetkinlikte değildi o günlerde elbet. Ama o çocuklar bugün 38-45 yaş aralığında. Yani bugünkü dünya siyasetini yönetecek kadar olgunlar… O günlerde paylaşılamayan topraklarda geçen zaman, sadece çatışmanın kendisiyle tanışmamıza vesile olmuştu diyebilirim. Benim için öyle de kaldı ama o gün bu yetkinlikteki gençler özellikle de İsrailli ve Filistinli gençler, artık çözüm üretebilmeliydi. Atölye çalışmalarında dünyanın pek çok ülkesinden genç katılımcı olduğu gibi İsrail’den ve Filistin’den de gençler vardı. Biraraya gelebiliyor, tartışabiliyor,  fikirlerini çekinmeden söyleyebiliyorlardı. Hatta ilginç bir detay da şuydu: İsrail’de uyuyor, Filistin’de yemek yiyorduk. 

Tartışmalarda tansiyon bazen öylesine yükseliyordu ki sorunun neden bu kadar zaman çözümsüz kaldığını ve bölge insanlarının yaşamını nasıl birebir etkilediğini iliklerimize kadar hissedebiliyorduk. Tüm etkinlik boyunca İsrailli ve Filistinli gençler kardeşçe tartışabiliyordu, ancak ne zaman ki saha çalışmalarına geçsek, İsrailli gençlerin baskın duruşları, Filistinlilerin ezilmişlikleri yürek sızlatıyordu.

Atölyeler sonrasında sahaya inme vakti gelmişti. Batı Şeria, check point olarak adlandırılan kontrol noktaları, mülteci kampları, Gazze Şeridi… İsrailli gençler de Filistin bölgesinde huzursuzdu. Gezi sırasında her an bir canlı bombanın patlama ihtimali vardı herkes tedirgindi. Gruba tehlike anlatılmıştı ve hatta isteyen saha çalışmalarına katılmayabilirdi.

El Naim’de İsrail hükümetince tanınmayan Arap köylerine de gitmiştik. Tıpkı 20 yıl sonra, yani şimdiki gibi, Batı Şeria’da ağır yaşam şartları vardı. Buradaki bir Filistinli’nin çalışmak için check point noktalarından geçerek İsrail tarafına geçmesi gerekiyordu ancak o check point noktaları uzun kuyruklar beklemeden öyle kolay kolay geçilemiyordu. Sarı ve yeşil plakalar vardı her yerde. Sarı plakalar İsrail, yeşil plakalar Filistin araçlarına aitti. 

Yoğun seminer programı ve gezilerle geçen günler sona erdiğinde ‘Bende neler kaldı?’ diye çok düşünmüştüm. En çok dikkatimi çeken ayrıntı, Filistinli gençler atölye çalışmaları sırasında baskın taraf, İsrailliler ise suskun taraf gibi gözükürken; ülke genelinde dolaştığımız önemli bölgelerde bunun tam tersi bir durumun söz konusu olmasıydı. İstanbul’a döndüğümde kafam çok karışmıştı. Çok şey öğrenmiş ve olgunlaşmıştım, hayatın doğal bir parçasıydı oradaki çatışma, bunu fark etmiştik. Yıllar önce olduğu gibi o günlerde de paylaşılamıyordu o topraklar ve hatta 20 yıl sonra bugün de… Savaşmak bir gelenekti sanki belki de ve sonsuza kadar paylaşılamayacak olması da korkutuyor insanı. 

O günün çocukları bugünün yetkin insanları oldu. O gün doğan çocuk bile bugün 20 yaşında. Yani günümüzün karar veren yöneticileri olma yolundalar. Eminim benzer bir etkinlik bu zamanlarda yapılsa, ortam o günkünden hiç de farklı olmayacak. Çünkü yıllar geçiyor nesiller değişiyor, savaş değişmiyor o topraklarda. Düşmanca zihniyetlerle düşman olarak yetiştirilen çocuklar, durmak yerine devam ediyorlar savaşmaya. Çocuklarımıza düşmanlığı değil sevgiyi öğrettiğimizde değişecek ancak bu gelenek. Hepimizin aslında “insan” olduğu özünde hemfikir olduğumuzda olacak bu değişim. Çünkü hiçbir çocuk başka bir ülke toprağını işgal etmek amacıyla doğmuyor anasından, bu, biz büyüklerin eseri.  Bizler yetiştiriyoruz artık bu çocukları, savaşı durdurmak da o çocukların elinde. Belki silahı alsak ellerinden savaşmadan oynamayı ve savaşmadan yaşamayı öğrenecekler. 

Filler tepişirken çimenlerin ezildiğini görmek için bir aynaya bakmak gerekiyor belki.