YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

100 yaşındaki Cumhuriyete nereden bakmalı?

Türkiye’deki iki büyük düşünce ve siyaset ırmağı, yani laik-seküler Cumhuriyetçiler ile dindar muhafazakârlar, ülkeye her zaman ‘laik - laik değil’ ekseninde baktılar ve bu mücadelenin bir aracı olarak devleti ele geçirmeye, elde tutmaya özel bir önem verdiler. Bir kez devleti ele geçirdiklerinde ise önceliği rakiplerini ezmeye verdiler. Bu kavga içinde demokrasiye, eşitliğe, çoğulculuğa yer yoktu. Bu tür kavramlar hep göstermelik ya da bu siyasetlerin kendi iktidarları açısından işe yarayacakları ölçüde kullanıldı. AKP örneği, bu açıdan çok öğreticidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü kutlanıyor. Aslında kutlanıyor diyemiyoruz, zira AKP’nin böylesi konulardaki gönülsüzlüğü zaten bilinirken İsrail-Gazze Savaşı nedeniyle de birçok tören  iptal edildi. Cumhuriyet’in kazanımlarını savunmak isteyenler Gazze’deki durumu kabul etmekle birlikte bu iptallere ve gönülsüzlüğe itiraz etseler de, esasında bu itirazlar güçlü biçimde seslendirilemiyor. Bir yorgunluk da var cumhuriyetçi kesimde.

Yine de 100. yıl vesilesiyle birkaç söz söylemek gerekir. Bütün bu sönük kutlama havasına rağmen filmler gösterime giriyor, şirketler çektikleri klip havasındaki reklam filmlerini televizyonda gösteriyor. Dikkat çekici olan şu: Filmlerin ve kliplerin hepsi değil ama önemli bir kısmı, Cumhuriyet’in içini ‘savaş’la, yani Kurtuluş Savaşı’yla dolduruyor. Bu bir yandan anlaşılır bir şey, çünkü resmî anlatı böyle: Kurtuluş Savaşı kazanıldı ve Cumhuriyet kuruldu.

Öte yandan, 100 yaşındaki bir cumhuriyetin bu kavramın içini artık olgun bir şekilde doldurması beklenir. Zaten Kurtuluş Savaşı’nı 30 Ağustos’ta ya da 23 Nisan’da anmak, hatırlamak mümkün. Peki, cumhuriyetten ne anlıyoruz?

Bu soruya pek de doyurucu bir yanıt verilemiyor. Ekonomik kalkınma, bağımsızlık, yurttaşlara –bilhassa eğitimde– eşit fırsat tanınması, bilim ve teknolojide gelişme, bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki atılımlar ilk ağızda öne çıkarılan konular, bu cümlede.

Bunlar elbette önemli ama 21. yüzyılda var olmaya devam eden bir devlet, zaten bunları yapmalı. Asli olarak düşünülmesi gereken, herhâlde, Cumhuriyet’i nereden alıp nereye götürdüğümüz.

Bu soruya iddialı, özgüvenli bir yanıt verebilen pek yok. Cumhuriyet’in kazanımlarını savunmak isteyenler, bilhassa 1950 sonrasındaki muhafazakâr hükümetlerin tüm bu kazanımları aşındırdığını, bu nedenle bu sıkıntılı hâlde olduğumuzu söylüyor. Doğrusu AKP hükümetinin icraatları böyle bir argümana gerçeklik payı kazandırıyor.

Dindar-muhafazakâr kesim ise, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının ve onun takipçilerinin bu ‘millet’in kültürel- tarihsel değerlerine sırt çevirdiğini, o yüzden Türkiye’nin yıllar boyunca bocaladığını söylüyor. AKP taraftarları, 20 yıllık AKP hükümetiyle Cumhuriyet’in artık olması gereken doğrultuda seyrettiğini öne sürüyor.

Bu argümanların ikisinde de sıkıntı var. Çünkü Türkiye’deki iki büyük düşünce ve siyaset ırmağı, yani laik-seküler Cumhuriyetçiler ile dindar muhafazakârlar, ülkeye her zaman ‘laik - laik değil’ ekseninde baktılar ve bu mücadelenin bir aracı olarak devleti ele geçirmeye, elde tutmaya özel bir önem verdiler. Bir kez devleti ele geçirdiklerinde ise önceliği rakiplerini ezmeye verdiler. Tüm güçlerini bunun için kullandılar.

Bu kavga içinde demokrasiye, eşitliğe, çoğulculuğa hiç yer yoktu. Bu tür kavramlar hep göstermelik olarak ya da bu siyasetlerin kendi iktidarları açısından işe yarayacakları ölçüde kullanıldı.

AKP örneği, bu açıdan çok öğreticidir. İktidara geldiğinde ordunun ağırlıkta olduğu geleneksel laik-seküler cephe ile çetin bir mücadelenin kaçınılmaz olduğunu bilen AKP, Avrupa Birliği ve Batı’yla yakınlaştı, Kürt meselesinde içerikten yoksun olsa da bazı adımlar attı. AB ve ABD’den beklenen, olası bir darbeye karşı, koruma kalkanı olmalarıydı. Darbe tehdidi bertaraf edilince ne AB kaldı, ne demokrasi, ne de eşitlik. İlginç olan, AKP’nin bu tehdidi bertaraf etmek için işbirliği yaptığı Gülen cemaatinden AKP’ye yönelik bir darbe girişimi gelmesiydi.

Karşı cephe için de benzer bir durum söz konusu oldu. ‘Muasır medeniyet’ seviyesi sadece bilim-teknoloji gibi alanlarda izlendi; demokrasi, halkın egemenliği ancak ‘işe yaradığı’ ölçüde benimsendi. Ordu her zaman tetikte olmalıydı.

Şimdi 20 yıldır oy destekli, otoriter/baskıcı bir muhafazakâr iktidar her şeye, her yere hâkim. Yargı, medya, ordu, tüm kurumlar AKP’nin elinde. Seçimler iktidar lehine hayli eşitsiz biçimde cereyan etse de muhalefet, bir türlü kendinden beklenen atağı yapamıyor.

Bir görüşe göre, Cumhuriyet’in geleceği yer zaten burasıydı. Bir başka görüşe göre, Cumhuriyet hâlâ bir sapma içinde ve yakın vadede demokratik bir uyanışla düzelecek.

Cumhuriyet’in üvey evlatları Kürtler, Aleviler ve azınlıklar açısından ise çok büyük bir değişiklik yok. Onu da haftaya konuşalım.