Aslında kısık sesle de olsa hep konuşuyorlar

Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan Sessizliğin Sesi: Türkiye Ermenileri Konuşuyor başlıklı kitap, resmi tarihin görmezden geldiği gerçekleri sözlü tarih yoluyla gözler önüne seriyor

Lora Baytar
lora@agos.com.tr

Ermenileri nasıl bilirsiniz? Hiç Ermeni komşunuz oldu mu ya da bir sınıf arkadaşınız? Dostunuz, arkadaşınız? Belki de, Kör Agop’un meyhanesinden, topikten ve dolmadan ibarettir Ermeniler sizin için? Bir de televizyon ekranına sıkışmış ‘Ermeni’ sözcüğü vardır ki, çoğu zaman sözde kalır. Politik bir kelimedir, bazen de bir küfür.

Ama aslında, önce insan, birey, sonra da bir halktır Ermeniler, Anadolu’nun yüzyıllardır besleyip, büyütüp, çoğaltıp, en nihayetinde de birilerinin yok ettiği bir halk.

Hrant Dink Vakfı’nın bir yıl kadar süren projesinin ürünü olan ‘Sessizliğin Sesi’, Türkiyeli Ermenileri dile getiriyor. 15 yaşamöyküsünde Ermenilerin iç dünyası kelimelere akıyor. Ermeniler çok az bilinen haliyle iç dünyalarını açıyorlar okura. Tabii isimleri gizli kalmak şartıyla...

Kitap, 29 Aralık Perşembe günü Cezayir toplantı salonunda düzenlenen bir basın toplantısıyla tanıtıldı. İstanbul ve Anadolu’nun değişik kentlerinde yaşayan 15 Ermeni’nin hikâyesinin ilk ağızdan aktarıldığı kitapta; doğumundan bugüne dek Ermeni kimliğiyle yaşamını sürdürenler, kimliğini gizleyenler, Müslümanlaşmış Ermeni olarak doğup sonradan Ermeni kimliğine geri dönenler ve Müslümanlaşmış olarak yaşayanların hikâyesi yer alıyor. Kitap, Türkiyeli Ermenilerin içinde bulundukları gerçekliği, siyasi, kültürel ve tarihsel boyutlarıyla yansıtmayı amaçlıyor.

Görünenin arkasına bakmak

Hayatta olan veya bu dünyayı çoktan terk etmiş her insanın bir hikâyesi vardır. Dinlemesini, hikâyenin içine girmesini başarabilirseniz, emin olun her biri o hayran kaldığımız pek çok sinema filminden çok daha gerçek ve çok daha etkileyicidir.

Agos’la tanıştığım 12 yıldır yapmaya çalıştığım işte şey, bu hikâyelerin ortaya çıkmasına aracılık etmek. Gördüğüm, tanıdığım her yaşlıyla, uzaklara göç etmiş herkesle konuşmak isterim. Doyumsuz açlıkla yaşadıklarını dinlemek, yazmasam da onları belleğimde taşımak bana güç verir. Çünkü onlar görünmeyen gerçek hikâyelerdir. Gerçeği ancak görünenin ardına baktığınızda görebilirsiniz. Tarih kitaplarında okuduğumuz bilgilerden veya romanlara yansımış pek çok öyküden çok daha gerçektir o hikâyeler.

Vakfın projesinde ben de yer aldım ve üçü Malatya’da, üçü İstanbul’da, biri de Adana’da olmak üzere toplam yedi mülakat gerçekleştirdim. Anadolu’nun her yerinde kimliğini gizli yaşayan Ermenilerin olduğunu biliyordum. Bunun yanında, Ermeni olduğunu gizlemeden yaşamını sürdüren Ermenilerin varlığı çok daha etkileyici. Hele onlardan biri Arapgir’in uzak bir köyünde yaşıyorsa ve yaşı da 80’i geçmişse paylaşılan anlar ve sohbet inanın çok daha duygusal oluyor. Tüm bu mülakatlardan çıkarabileceğim en genel sonuç, kadınların erkeklere göre çok daha rahat konuştuğu. Ama erkekler yanlarındaysa, kadınların konuşmasına izin vermiyorlar. Ayrıca, herkesin bir hikâyesi var ama bunu size aktarabilmesi zaman alabiliyor. Bir Ermeni’nin kendisine geçmişi soran her kişiye şakır şakır dökülmesi beklenemez. Ona mikrofon uzatana güvenmesi, bazen sıcak bir bakış veya çoğu zaman da aracılar gerektirebiliyor.

Ferda Balancar tarafından derlenen kitaba projenin danışmanı Ali Bayramoğlu önsöz, Prof. Arus Yumul ise bir sonsöz yazdı. Olof Palme Merkezi’nin desteğiyle gerçekleşen proje kapsamında 20’si İstanbul’da olmak üzere toplam 40 mülakat yapıldı. Vakıf bu projeyi önümüzdeki dönemde sürdürmeyi planlıyor. 12 görüşmecinin yaptığı mülakatlardan ancak 15 tanesi kitaba girebildi. Mülakatları yapanlardan bazıları deneyimlerini bizlerle paylaştı...

MÜLAKATLARIN BIRAKTIĞI İZLENİMLER

Murat Gözoğlu ‘Korku geçmişten günümüze süregeliyor’ 

Bu proje kapsamında yedi kişi ile görüştük. Bunların biri İstanbul’dan, biri Çınarcık’tan, beşi ise Dersim’dendi. Kaynak kişi bulma konusunda Çınarcık’ta biraz sıkıntı yaşamıştık. Gittiğimiz kişiler çekincelerinden dolayı konuşmak istemediklerini söylemişlerdi. Bunu söylemeyenler de “Bu işlerle niye uğraşıyorsunuz?” gibi cümleler kullanıyorlardı. En sonunda ayaküstü uzun süre sohbet ettiğimiz bir kişiyi, adının yayımlanmayacağı konusunda ikna edince görüşme yapabilmiştik. Ermenilerde ne yazık ki bu korku ve çekince geçmişten günümüze süregeliyor. Görüşme aşamasında da bu sıkıntıyı çok yaşamıştık. Fakat Dersim hiç öyle olmadı. Dersim’e Munzur Festivali zamanı gittik. Elimizde de sadece bir kişinin numarası vardı. Fakat karşılaştığımız Dersim Ermenileri Derneği standında bir arkadaş bize çok yardımcı oldu. Bizi oradaki insanlarla tanıştırdı ve köylere gidip 70-80 yaşlarında insanlarla görüştürdü. O kişilerde bizi çok iyi karşılayıp hikâyelerini anlattılar. Ermeni olduğunu söylediğin zaman insanlar hemen kucaklarını açıyor zaten orada. Her anlamda Dersim’in Anadolu’nun diğer şehirlerinden çok farklı bir yer olduğunu anlıyorsunuz zaten. Oradaki insanlar 1915’i anlatırken ailelerinin katliamlara maruz kaldığını ve nasıl Müslümanlaştığını, daha sonra da 38’de ikinci kez kırıldıklarından bahsediyorlardı.

Zeynep Ekim Elbaşı İnsanları buradan atmışlar!

İlk defa bir sözlü tarih projesinde yer aldım. Benim için çok verimli bir deneyim oldu. Acıları birinci ağızdan duymak çok daha fazla etkiliyor insanı. Hikâyeleri başkasından dinlemek bu denli vurucu olmuyor. Anadolu’nun çeşitli yerlerine gittik mülakatlar yapmak için. Ben Dersim’e, Adana’ya ve Yalova’ya gittim. En büyük sarsılmayı Dersim’de yaşadım. Ermenistan’dan gelenlerle birlikte eski bir Ermeni köyüne gitmiştik. Zaten orada bir büyük sızı yaşıyorsun ama dönüşte uçurum gibi bir yer gösterdiler ‘kırım zamanı insanları buradan atmışlar’ diye… İşte o manzarayı hiç unutmuyorum, hayatım boyunca da unutmam.

Vartan Estukyan ‘Her şeye rağmen gitmeyenlerin hikâyesi’

İlk kez bir sözlü tarih projesinde yer aldım. Başta hiçbir deneyimim olmadığı için röportajlara giderken tedirgin olsam da, söyleşilerde yanımda olan kitabın derleyeni Ferda Balancar içimi bir nebze rahatlatıyordu. Kitabın konusu beni oldukça cezbetti. Soykırımın ardından Türkiye’de yaşamaya devam eden, vatanlarının bu coğrafya olduğunu hiçbir zaman unutmayanların geçmişlerini dinleyecektik. Bu yüzden söyleşileri yaparken hem Türkiyeli Ermenilerin geçmişlerini, hem de ülkeye olan bağlılıklarını öğrenecektik. Öğrendik de. Bu süreçte beni en çok etkileyen ise, baba tarafımdan akrabam olan bir yakınımın geçmişini kendi ağzından dinleyip, kendi tarihim hakkında da bilmediğim gerçekleri öğrenmem oldu. Her şeye rağmen gitmeyenlerin hikâyesini okumak isterseniz, ‘Sessizliğin Sesi’nde birbirinden çarpıcı 15 hayat hikâyesi yer alıyor.

Altuğ Yılmaz 'Türkiyeli Ermeni’ etiketi homojenlik algısı yaratıyor'

Kitapta yer verilen anlatıların benim açımdan en dikkat çekici yanı, Türkiye’de yaşayan Ermeni nüfus içindeki, Ermeni olmayanlar tarafından pek de fark edilmeyen çeşitliliğe işaret eden ipuçları içermesi. Diğer bütün kimlik etiketleri gibi, ‘Türkiyeli Ermeni’ etiketi de, söz konusu kimliği taşıyanların aralarındaki ideolojik, sınıfsal, kültürel vs. farklılıkların görülmesini engelleyen bir tür homojenlik algısı yaratıyor. Bu proje kapsamında, özellikle Anadolu’da yaşayan Ermenilerle yaptığım mülakatlar, yaşanan yerin, söz konusu farklılıklar açısından ne kadar belirleyici olduğunu bire bir görmemi sağladı. Türkiyeli Ermenileri konu alan kimlik odaklı araştırmaların, ancak bu çeşitliliğin ortaya konmasıyla derinlik kazanabileceğini düşünüyorum.

Kitaptan ayrıntılar...

Herkesin imrendiği bir sevgi (Ege, Kadın, 55)

Annemle babam tanıştıklarında babam askeri okul kurslarındaymış. İstanbul’da tanışıyorlar, dört yıl kadar arkadaşlıkları oluyor. Onlarınki büyük, herkesin imrendiği bir sevgiydi. Babam sonra annemi kaçırıyor. Babam Sarıkamış’ta görevliymiş, oraya gidiyorlar birlikte. Babama komutanı, “Bu gayrimüslimi al, aldığın yere geri götür, üstlerin duymasın, rütbelerin sökülür” demiş. Babam da “Rütbelerimi şimdiden sökün. Ben bu gayrimüslime dört yılımı verdim, şimdi de hayatımı veririm” demiş. Öyle büyük bir aşk… Hakikaten de imrenilecek bir evlilikleri vardı. Annem, babam tarafından hiç ezilmedi. Karısına ayakkabılarını giydiren bir erkekti. Annem kraliçe gibi bir hayat sürdü, kimlik olayı asla ve asla gündeme gelmedi. Annem bize hep “Evlendiğimiz zaman babanız beni gaz bidonlarında sakladı” diye anlatırdı. O zamanlar Gayrimüslimle evlenmek askere yasak olduğu için denetlemelerde saklanıyordu annem. O şekilde bir hayat...

Malatyalı yaşlıların hepsi İstanbul’da (Malatya, Kadın, 62) 

Mahallede öyle çok yaşlı biri kalmadığı için geçmiş olaylar da konuşulmuyor. En yaşlıları benim, ben de 61 yaşındayım. Yaşlıların hepsi öldü. Bir yaşlı komşumuz vardı, dikiş dikerdi. 23 Nisan’da bayrama gittiğimizde çok sinirlenirdi. “Gidin, gidin, çektirdikleri yetmiyor, siz onlarla bayram edin” derdi. Onu hatırlıyorum. Demek onlar yaşadı, gördü. Yaşlılar daha çok İstanbul’da. Burada kimse yok; İstanbul’da çok Malatyalı yaşlı var. Burada babaannesi, anneannesi Ermeni olan çok var. Bir komşum vardı, çok da severim, beyinin anneannesi Ermeniymiş. Bir Ermeni akranıyla karşılaşınca konuşur ağlaşırlarmış. Yani inkâr eden yok, dönükse “dönüğüm” diyor. Malatya’da, özellikle eski Malatya’da çok dönük vardır.

Kayınvalidem 93 yaşında öldü ama pek öyle anlatmazdı. Hep derdi ki “Dereye düşmüşüm, ölmemişim.” Ermenice bilen olursa onunla konuşurdu. Evde bizimle konuşmazdı.

Geçmişle ilgili affedemediğim bir şey yok ama Hrant Dink’in ölümünden sonra Ermeni toplumunu affedemedim hiç. Hrant’ın bir mahkemesini ben takip ettim. Hani yumurta attılar ya… O zaman bizim Ermeni toplumu neredeydi? Bu kadar kaynaştılar, kilisede gördüm, cenazesinde gördüm, kırkında, senesinde çok güzel. Ben bunu dillendirdiğimde tepki aldım, “O zaman neredeydiniz? Niye yanında olmadınız?” dedim. “E biz de korkuyorduk” dediler. Korkuyordun da şimdi niye geldin? Kalabalık olunca mı korkulmuyor? Ben o zaman çok üzüldüm. Öldükten sonra mı Hrant var?

Projenin kordinatörü Ferda Balancar: 

'Her hikâye bir roman!' 

Türkiye’de sadece Ermeniler üzerine bir sözlü tarih çalışması olarak bu bir ilk. Umarız bu çalışmayı başka araştırmalar izler. Bu çalışma bir yönüyle ilk olmanın zorluklarını yaşadı diyebiliriz. 40 kişiyle mülakat yapabilmek için yüzlerce kişiye teklif götürdük. Mülakatların tamamlanmasında Hrant Dink Vakfı’nın adının çok önemli bir işlevi oldu. Vakfın adı kendisiyle mülakat yapılmasını kabul eden insanlar için önemli bir güven kaynağı oldu. Bu hikâyelerin her biri bir roman ya da bir film senaryosu olmayı hak ediyor. Sanıyorum ki Türkiye’de veya yurtdışında yaşayan pek çok Ermeni’nin hayat hikayesi ya da hafızasında taşıdıkları için aynı şeyi söyleyebiliriz.

 

Ali Bayramoğlu'nun Kitapla ilgili radyo röportajını dinlemek için tıklayınız.

 

Kategoriler

Kültür Sanat Edebiyat