PARRHESİAPAR

PARRHESİAPAR

Ariel Djanikian ve ‘Altın Arayanlar’ üzerine

Uzun bir araştırma ve yazım sürecinin ürünü olarak ortaya çıkan ‘The Prospectors’ romanındaki tarihsel çerçeve, baba tarafından Ermeni olan Djanikian’ın Amerikalı annesinin aile geçmişine dayanıyormuş. Djanikian romanı yazarken eski, yeni ve özellikle Klondike bölgesine dair unutulmuş kaynakları incelemiş ve edindiği bilgilerle, resmî tarih ile kişisel tarihten kesitleri birleştiren bu hikâyeyi kurgulamış.

MERİ TEK DEMİR

Uluslararası Ermeni Edebiyat Birliği (IALA) bir süredir, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ve genellikle İngilizce eser üreten Ermeni yazarları okurlarla buluşturmak üzere, Ermeni Çalışmaları ve Araştırmaları Ulusal Birliği’nin (NAASR) işbirliğiyle, ‘Literary Lights’ [Edebî Işıklar] başlıklı, çevrimiçi bir etkinlik serisi düzenliyor. Kuruluş amacını Ermeni yazarları İngilizce aracılığıyla daha geniş kitlelere duyurmak olarak tanımlayan IALA, Ermeni yazarların Ermenice ve diğer dillerdeki eserlerinin de İngilizceye çevrilip dünya edebiyatına kazandırılmasını, böylece kültürler arası diyaloğun güçlenmesini hedefliyor.

Leon Surmelian 1945’te, ‘I Ask You, Ladies and Gentlemen’ [Soruyorum Size, Hanımlar Beyler] adlı ünlü eserini, Ermenice yazabilecek donanıma sahipken, daha çok okura ulaşabilmek için İngilizce kaleme almayı tercih etmişti; bu durum hâlen karşımıza çıkıyor. Çeviri imkânları günümüzde daha erişilebilir olduğu hâlde Ermenice üretimin azalması, Ermenice edebiyatın tanınırlığına dair soruları beraberinde getiriyor. Ancak bu tartışmayı başka bir yazıya bırakarak IALA platformunun düzenlediği etkinlikte henüz tanıma fırsatı bulduğum Ariel Djanikian ve tarihe bakışından bahsetmek istiyorum.

Djanikian edebiyat eğitimi görmüş, The Paris Review gibi, dünyanın önemli edebiyat mecralarında yayımlanmış yazıları ve iki romanı olan, Amerikalı bir yazar ve yaratıcı yazarlık eğitmeni. Aline Ohanesian moderatörlüğünde yapılan söyleşiye konu olan Djanikian’ın ‘The Prospectors’ [Altın Arayanlar] adlı romanı, Kaliforniyalı bir çiftçi ailesinin, 1849’da Amerika’da altın madenlerinin keşfiyle birlikte özellikle Klondike bölgesine yoğun göçün yaşandığı dönemden (‘Gold Rush’; Altına Hücum) bugüne uzanan hikâyesini anlatıyor.

Hiç tanımadığım Ariel Djanikian’ı araştırdığımda, romanında bu konuyu ele almasını ilginç bulmuş, bunun ardındaki motivasyonu merak etmiş, “Acaba bu konuda okuduğu bir kitap mı kendisine ilham oldu?” diye düşünmüştüm. Olabilirdi, zira daha sonra Hagop L. Barsoumian’ın ‘İstanbul’un Ermeni Amiralar Sınıfı’ kitabında ve farklı kaynaklarda amira sınıfının ortaya çıkışı ile madencilik arasındaki ilişkiye dair çalışmalar olduğunu öğrendim. Belki de Nancy Kricorian gibi, tarihsel bir temada, Ermeni bir ailenin yaşadıklarından bahsediyordu. Ancak söyleşide öğrendim ki, ikisi de değilmiş. 

Uzun bir araştırma ve yazım sürecinin ürünü olarak ortaya çıkan ‘The Prospectors’ romanındaki tarihsel çerçeve, baba tarafından Ermeni olan Djanikian’ın Amerikalı annesinin aile geçmişine dayanıyormuş. Djanikian romanı yazarken eski, yeni ve özellikle Klondike bölgesine dair unutulmuş kaynakları incelemiş ve edindiği bilgilerle, resmî tarih ile kişisel tarihten kesitleri birleştiren bu hikâyeyi kurgulamış. Djanikian çocukluğundan itibaren ailesinin iki tarafından da çok hikâyeler duymuş.

Yazar söyleşide bu noktalara değinirken tüm tarih araştırmalarını ve aile hikâyelerini bir romana sığdırmanın mümkün olmadığını bildiğini, bu kişisel hikâyelerden ve tarihten kendisine ne kaldığını anlamaya çalıştığını sıklıkla vurguladı. “Ailemin iki tarafı da çok şeyler yaşamış ama bugün biz bu tarihle ne yapıyoruz, bu tarihten ne anlıyoruz?” derken, aslında hepimizin, kolektif geçmişimize, aidiyet hissi ve kimliğimize ilişkin olarak zaman zaman sorduğumuz soruları dile getiriyordu. 

Söyleşide beni en çok etkileyen nokta, Djanikian’ın, anne tarafının hikâyesini ne ölçüde bu romana dâhil ettiği sorusunu cevaplarken, romanda yer bulmayan Ermeni kimliğine işaret ederek “Sessizlik, Ermeniler olarak bizim tarihimizde var, bu da kitapta doğal olarak ortaya çıkıyor” sözleriydi. Yani, Ermenilere dair bir hikâye anlatmazken bile, yazarın bilincinde bir sessizlik hissiyatı vardı. Diğer taraftan, 19. yüzyıl ortalarında maden arayışı furyasının yarattığı göçlerin, gelinen bölgelerdeki yerel halklar üzerinde yarattığı etkiyi Ermeni kadın gözüyle yorumlayış biçimi, kendi tarihine de değinerek yerel halkların deneyimlerine yaptığı atıf, bana kavar (Erm. taşra) halkını ve göçleri hatırlattı. 

DESEN: Tamar Gürciyan

Çok uzakta, başka bir dilde, başka bir konuda yazan bir Ermeni kadın yazarın, konuşması esnasında zihnimde bu bağlantıyı kurması, arka planda kendi kimliğiyle kurduğu bağın da bir işaretiydi. Djanikian, söyleşide kendine sorduğu “Peki, bu tarihle ne yapacağız?” sorusuna roman karakterlerinin hikâyenin sonunda bir cevap getiremediklerini söylese de, onun yazar olarak kişisel tarihini ve yazılı tarihin yansımalarını bir araya getirebildiğini ve bu sayede kurduğu köprüleri edebiyat yoluyla aktarabildiğini görmek etkileyici; yeni çalışmalarında bu kez baba tarafından duyduğu hikâyelerin yansımalarının yer alacağını duymak sevindiriciydi. 

Söyleşinin sonunda, bir yandan da dünyanın farklı yerlerine dağılmışlığın yarattığı kültürel etkileşimin yaygınlaşması, bir yandan da kendi kültürel belleğimizde, kendi içimizde bize kalanlar üzerine düşündüm. Geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan bu metinler, aslında bize kendi hafızamızda bir öze dönüş ve yeniden düşünme imkânı veriyordu. Bu açıdan, bugün ABD’de veya başka bir ülkede, farklı bir dilde yazan bir Ermeni kadın yazarın, edebiyat aracılığıyla –başkalarına ulaşmanın yanı sıra– bizim kendi kimliğimizle ilgili soruları yeniden düşünmemize vesile olmasını değerli buluyorum.